Bilâl-i Habeşî (581-641)

Ezan-ı Muhammedi ile ismi hatırlanan büyük sahabedir. Köle olan bir ailenin evladı olarak dünyaya gözlerini açmıştır. İslamiyet’i seçtikten sonra ailesi ile birlikte büyük işkencelere maruz kalmıştır. Müslüman olduktan sonra sahibi tarafından putlara tapması emredilmiş, reddedince de işkencelere tabi tutulmuştur. Hazreti Ebubekir (ra) tarafından kölelikten kurtarılmıştır. Ezan-ı Muhammedi’yi ilk kez okuyan kişi olup, hayatı boyunca Peygamber Efendimizin (asm) müezzinliğini yapmıştır.

 

Bu özelliğinden dolayı müezzinlerin piri olarak yad edilmektedir. Risâle-i Nur’da, ilk ezanı okuması ve buna karşılık bazı Kureyş reislerinin gösterdiği tepkiden söz edilmektedir. (Mektubat, s. 109) Künyesi Ebu Adullah Bilâl bin Rebah şeklindedir.

Bilâl, 581 yılında Mekke’de doğmuştur. Her ikisi de köle olan bir anne-babanın çocuğudur. Babası Habeş asıllı Rebah ve annesi de Hamâme’dir. Annesinin adına izafeten “ibn Hamâme” lakabıyla da anılmıştır. Cumahoğullarına mensup olan bir ailenin yanında köle olarak büyümüştür. İslamiyet’in zuhuru sırasında Ümeyye bin Halef’in kölesi olan Bilâl, henüz İslamiyet’in açıktan tebliğ edilmediği zamanda durumu haber alınca Peygamber Efendimize (asm) gidip Müslüman olmuştur. Bu arada annesi de Yüce Mesaj’a uyarak İslamiyet’i seçmiştir.

Bilâl, İslamiyet’e girenlerin ilklerinden olduğu gibi, açıktan Müslüman olduğunu ilan edenden ilk yedi kişi içinde de yer aldı. Ancak, bu durum, İslam’a şiddetle karşı olan sahibi Ümeyye bin Halef’in büyük öfkesine sebep oldu. Ümeyye el ve ayaklarını bağlayarak Bilâl’i öğle vakti kızgın kumların üzerine sırtüstü yatırdı ve daha sonra büyük bir kaya parçasını da göğsünün üzerine koydu. Bu işkenceyi uzun bir süre devam ettirdi. Bu arada onu açlığa ve susuzluğa da mahkum ederek, dininden döndürmeye, putları olan Lat ve Uzza’ya da tapmaya zorladı. Ancak, tüm çabaları ve uyguladığı işkenceleri netice vermedi. Peygamber Efendimiz buna çok üzülüyordu.

Bilâl’i esaretten ve işkencelerden kurtarmak için Hazreti Ebubekir (ra) harekete geçti. Ümeyye ile pazarlık yaparak mazlum köleyi elinden kurtardı. Müslüman olmamış bir kölesini Ümeyye’ye vererek karşılığında Bilâl’ı ondan aldı. Daha sonra da azat ederek özgürlüğüne kavuşturdu. Bir rivayete göre de Ümeyye’ye önemli miktarda para vererek ondan aldı. Bilâl’e verilen değer ve özgürlüğüne kavuşmasında rol oynayan Hazreti Ebubekir’in girişimi, Hazreti Ömer’in övgü dolu sözleriyle karşılanmıştır. Hazreti Ömer, “Ebu Bekir efendimizdir; efendimizi (Bilâl) azat etmiştir” demek suretiyle duygularını ifade etti.

Bilâl, özgürlüğüne kavuştuktan sonra Peygamber Efendimizin yanından ayrılmadı. Medine’ye hicret ettikten sonra, buranın havasına alışamaması ama özellikle Mekke’ye olan hasretinden ötürü Hazreti Ebubekir ile beraber hasta oldular. Bazı hadis kitaplarında, bu hasretlerinden ötürü kaleme alınan ve söylenen şiirlerden söz edilmektedir.

Namazın eda edilmesi için, Medine’de Müslümanlar, biraya gelip vaktin girmesini beklerlerdi. Bu durum, namaz vaktinin girdiğinin haber verilememesinden kaynaklanıyordu. Vaktin bir şekilde bildirilmesi gerekiyordu. Namazın vaktinin girdiğinin haber verilebilmesi ve Müslümanların namaza davet edilmesi konusunda yapılan görüşmelerde muhtelif teklifler yapıldı. Namaz vakti bir bayrağın dikilmesi ve bunu görenlerin namaza gelmeleri, Yahudilerin yaptığına benzer tarzda bir boru çalınması, Hıristiyanlar gibi çanın çalınması teklifleri yapıldı. Ancak, bunların hiç biri kabul görmedi. Diğer dinlerin müntesiplerinin yaptığına benzeyen veya onların davetini çağrıştıran bir alametin seçilmesi Müslümanlar için uygun düşmezdi. Nitekim bu tekliflerin hiçbirini Peygamber Efendimiz beğenmedi.

Bilâl, Medine’de Resulullah’ın Mescidi’nin yapımı tamamlanıncaya kadar, yanında bulunan binanın üstüne çıkardı. Seher vakti gider, evin üzerine oturur, fecrin doğmasını beklerdi. Beklediği an gelince, “Allahım! Ben, Sana hamd eder, Kureyş müşriklerinin Senin dinine karşı ayaklanmalarından dolayı yardımını dilerim” (M. Asım Köksal; İslam Tarihi, Şamil Y., C: VIII, İstanbul, s. 161). şeklinde dua ederdi. Bu duanın akabinde ezan okuduğu bildirilmekte, ancak, bu ezanın mahiyeti hakkında bilgi verilmemektedir. İşte bu sıralarda, bugün dünyanın dört bir yanında büyük bir huzur içinde dinlenen Ezan-ı Muhammedi’yi rüyasında gören sahabe Abdullah bin Zeyd rüyayı gelip Peygamber Efendimize anlattı. Sahabeyi dinleyen Peygamber Efendimiz, rüyasına giren ezanı Bilâl’e öğretmesini ve akabinde okunmasını buyurdu. Bilal’in okuduğu ezanı duyan Hazreti Ömer (ra), aynı rüyayı on beş gün önce kendisinin de gördüğü halde utandığından dolayı söyleyemediğini bildirdi. Böylece ezanı ilk okuyan Bilal (ra) aynı zamanda müezzinlerin piri unvanını da almış oldu. Bu olay Hicretin 1. yılında gerçekleşti ve böylece Ezan-ı Muhammedi İslam’ın bir şiarı oldu. Ayrıca Bilâl’in sabah ezanlarında okunan, “namaz uykudan hayırlıdır” ibaresini eklediği ve bunun Peygamber Efendimizin hoşuna gittiği rivayet edilmiştir.

Bilâl’in sesi gür ve güzeldi. Mekke’nin fethinden sonra Kabe damına çıkıp, ezan okudu. Peygamber Efendimize de ömür boyu müezzinlik yaptı. Irk ayrımı gözetmeyen İslam Peygamberi’nin bu mübarek sahabeye ezanı okutması, ten renginden dolayı bazı kimseleri insan olarak görmeyen müşrikler tarafından hoş karşılanmadı. Risâle-i Nur’da da zikredilen bir hadisede Kureyş müşriklerinin Bilâl’e yaptıkları hakaretten söz edilmektedir: Kabe damına çıkıp ezan okuyan Bilâl’i gören Kureyş reislerinden Ebu Süfyan, Attab ibn Esid ve Haris ibn Hişam kendi aralarında söylenmeye başladılar. Attab; “Pederim Esid bahtiyardı ki bugünü görmedi” derken, Haris de, “Muhammed bu siyah kargadan başka adam bulamadı mı ki, müezzin yapsın?” sözleriyle hakarette bulundu. Buna karşılık temkinli olan Ebu Süfyan, “Ben korkarım, bir şey demeyeceğim. Kimse olmasa da, şu Batha’nın taşları ona haber verecek; o bilecek” dedi. Nitekim kısa bir süre sonra kendileriyle karşılaşan Peygamber Efendimiz, konuştuklarını aynen aktarınca, Attab ve Haris orada Müslüman oldular. (Mektubat, s. 109-110)

Bilâl, kırk kadar hadis rivayet etti. Bu rivayetlerden birisinde Peygamber Efendimizin mucizesini anlatmaktadır: Peygamber Efendimizin, dört beş avuç unun ekmek yapılmasını ve bir deve yavrusunun kesilmesini kendisine emrettiğini bildirmektedir. “Ben taamı getirdim. Mübarek elini üstüne vurdu. Sonra taife taife Sahabeler geldiler, yediler, gittiler. O yemekten bâki kalan miktara yine bereketle dua etti. Bütün ezvâc-ı tâhirâta, herbirine birer kâse gönderildi. Emretti ki: “Hem yesinler, hem yanlarına gelenlere yedirsinler.” (Mektubat, s. 117). Bu mucize Hazreti Ali (ra) ile Hazreti Fatıma’nın (ra) evliliği sırasında vuku buldu.

Bilâl (ra), Peygamber Efendimizin katıldığı bütün savaşlara katıldı. Mekke’nin fethinden sonra şehre ve bilahare Kabe’ye Peygamber Efendimiz ile birlikte girdi. Resulullah’ın emri ile Kabe’nin damına çıkıp buradaki ilk ezanı da o okudu. Fetih ezanı da denilen bu ezandan sonra Kabe’nin içinde iki rekat namaz kıldı. Peygamber Efendimizin ahirete irtihaline kadar yanından hiç ayrılmayarak, zamanının büyük bir kısmını Onunla birlikte geçirdi. Hazreti Ebubekir’in halifeliği sırasında, cihad maksadıyla Medine dışına çıkmak istediyse de Medine’de kalmasında ısrar edildi ve Hazreti Ebubekir onu kalmaya ikna etti. Hazreti Ebubekir’in vefatına kadar yanında kaldı.

Bilâl (ra), Hazreti Ömer (ra) zamanında gerçekleşen birçok savaşa katıldı. 641 yılında Hakk’ın rahmetine kavuştu. Hayatta iken Yüce Peygamberin övgüsüne mazhar oldu. Peygamber Efendimiz, “Ey Bilâl! Ben, Cennette, önümde senin ayakkabılarının tıkırtısını işittim” buyurarak cennetlik olduğunu kendisine müjdeledi. (M. Asım Köksal, s. 121)

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*