Bilhassa bu günlerde, şu ölçülere muhtaç değil miyiz?

İnsanız, zaaflarımız var. Kişi ve hadiseleri hissî, nefsî, indî, tarafgir olarak değerlendirebiliriz.
Özellikle duyguların galeyanda; maddî çıkarların, hubb-u cahın (makam, mevki, şan, şöhret arzusunun) ve dünyevî beklentilerin zirvede olduğu bu siyasî atmosferde şu şaşmaz ve şaşırtmaz ölçülere hepimiz muhtaç değil miyiz?
Risâle-i Nur’da ortaya konan Kur’ânî ve Nebevî ölçüleri esas alırsak daha isabetli olmaz mıyız?

* Bu dünyaya imtihana geldik. Rabbimiz annemiz, babamız, çocuğumuz, kardeşimiz, akrabamız, komşularımız… vs. mü’min kardeşlerimizle bizi imtihan ediyor. Tesanüdümüz, yekdiğerimize karşı muâmelemiz, değerlendirmelerimiz vs. ile…

* Bir Müslüman’ın bütün halleri/sıfatları Müslüman olmadığı gibi, kâfirin de bütün halleri kâfir olmak lâzım gelmez. Bir insanın bir sıfatı câni ve kâfir de olsa, o sıfat sahibi câni olmaz.1

* Cenâb-ı Hak, haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a’mâl-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenâtı seyyiâta galibiyeti-mağlûbiyeti noktasında hükmeyler. Hem seyyiâtın esbabı çok ve vücutları kolay olduğundan, bazan birtek hasene ile çok seyyiâtını örter. Demek, bu dünyada o adâlet-i İlâhiye noktasında muâmele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemiyeten [sayı olarak] veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki, kıymettar birtek hasene ile, çok seyyiâtına nazar-ı afla bakmak lâzımdır. Halbuki, insan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şeytanın telkiniyle, bir zâtın yüz hasenâtını birtek seyyie yüzünden unutur, mü’min kardeşine adâvet eder, günahlara girer. Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa bir dağı setreder, göstermez. Öyle de, insan, garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenâtı örter, unutur, mü’min kardeşine adâvet eder, insanların hayat-ı içtimâiyesinde bir fesat âleti olur.2

* Başkasının kusuru, insanın kusuruna senet ve özür olamaz.3

* “Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez…” 4 âyeti, suçların şahsîliğini nazara veren cihanşümûl bir hukuk kaidesidir.

* Her bâtıl bir mesleğin herbir ciheti bâtıl olmak lâzım olmadığı gibi, herbir hak mesleğin dahi herbir ciheti hak olmak lâzım değildir. 5

* “Nefsini itham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiâze eder. İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstehak olur.” 6

Dipnotlar:

1- Sünûhât, s. 40.
2- Lem’alar, s. 241.
3- Divân-ı Harb-i Örfî, s. 65, Tarihçe-i Hayat, s. 54.
4- Kur’ân, Fâtır, 18.
5- Mektûbât, s. 354.
6- Lem’alar, s. 91.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*