Binbaşı Âsım Bey

Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatında Binbaşı Âsım Beyin ayrı bir yeri vardır. Asım Bey, Bediüzzaman Burdur’a sürgün edildiği zaman ve sonra Barla’da bulundukları günlerde ona samimî talebe olmuş, Nur Risâlelerini kendi el yazısıyla yazıp çoğaltmıştır. Aynı zamanda Üstadına birçok samimî ve yüce duyguların tercümanlığını yapan mektuplar ve şiirler göndermiştir.

Binbaşı Âsım Bey, 1877 yılında İzmit’te dünyaya geldi. O gün Osmanlı Devleti sınırları içinde bulunan Trablusgarp ve Şam’da askerî görevlerde bulundu. Cumhuriyet döneminde Muğla/Tefenni ve Manisa’da askerlik hizmetlerine devam etti. Ömrünün kırk yılı askerî görevlerde koşuşturmakla geçti.
Burdur’da görev yaptığı yıllarda Nigâr Hanımla evlendi. Bu evlilikten sonra kız çocukları olmuştur. 1952 yılında İstanbul’da vefat eden Nigâr Hanımın kabri Edirnekapı hava şehitliğinde bulunmaktadır.
Âsım Beyi Burdur’da ilk defa Bediüzzaman’la tanıştıran kişi Nasuhizade Şeyh Mehmed Balkır Efendidir. Daha sonra Bediüzzaman Burdur’dan Barla’ya sürgün edildiğinde, ona devamlı mektuplar yazdı. Binbaşı Asım Bey Risâle-i Nurları nasıl tanıdığını şöyle anlatır:
“Dört sene evvel Burdur’a geldiğimde, kardeşimiz Şeyh Mehmed Efendinin delâlet ve tavassutuyla muhabereye başlamış ve binnetice hikmet-resan ve nur-feşan ve müşkil-küşâ ve kâinatın muammâ-yı tılsımını açan anahtarları bu fakirin eline veren yine o risâlelerdir. İşte o bahâ takdir edilemeyen o anahtarlar, öyle mücevherat ve pırlanta elmaslar ki, ne diyeyim, iktidarsızlığımdan lisanım ve kalemim kalbimin tercümanı olamıyor, âciz kalıyor.
“Şeriat, hakikat ve marifet hazine ve definelerini küşât edecek ve eden, ancak ve ancak bu Nur Risâle-i şerifeleridir. Bu Nur Risâlelerinin her birisi birbirinden nurlu; hele İ’câz-ı Kur’ân nurun alâ nur! Nasıl tavsif edeyim? Bir gülistan-ı ferah-fezâda gayet nâdide ve hoş bu ezhâr-ı lâtife gûna-gûn bulunup da, hangisini koparmaya, koklamaya, tercih etmeye mütehayyir kalıp da, neticede hepsinden bir deste, bir demet yapmaya karar verdiği gibi; bu Risâle-i Şerifeler de yazanı, okuyanı, dinleyeni Nur bahçesine, Nur deryasına gark edip de mütefekkir, mütehayyir edip, hepsinden bir çiçek demeti yapmaz da ne yapar? İnsanı, fakat o insanı tahayyür ve tefekkür sahrâsında mest-i lâya’kıl bırakmaz da ne yapar? Bütün dünyevî beşeriyet ve hayvaniyet hâssalarından tecerrüt etmesine, Hâlıkına ubudiyet-i mütemadiyede bulunmasına, mezmum bilcümle ahlâkları def ve tard etmesine, ilh. gibi hissiyâtıyla mütehassis edip de nefs-i emmareyi öldürmez de ne yapar?
“(…)
“Cümle mü’minîn-i muvahhidînin tarîk-i hidâyette hatve-endâz olmaları için, Cenâb-ı Vacibü’l-Vücud Hazretlerine kavlen duâ ve tazarrû etmekliğim ve fiilen de, henüz dörtte birini yazamadığım, bu Nur Risâle-i şerifelerinin fakirde mevcut olanlarını, itimad ettiğim, muhabbet ve aşkı olduğunu hissettiğim ihvâna, ezcümle (……) gibi zevât-ı muhtereme, Cuma günleri fakirhanede toplanıldığı vakit, bizzat okuyor ve ellerine birer Nur parçalarından verip akşama kadar ve bazı geceleri okunmakta devam ediliyor. Hepimiz Cenâb-ı Kadir-i Kayyûm’a ubudiyet ve niyazımızı îfa ediyoruz ve Zat-ı Üstadânelerine karşı da, bu borcumuz olan duâ-yı Üstadânelerini yâd ve tezkâr ediyoruz.” 1
Binbaşı Âsım Bey, o günün zor şartlarında risâleleri yazarak neşriyata katkıda bulunuyordu. Bediüzzaman’a yazdığı mektuplarda Nurlar hakkında görüşlerini beyan etmekten de çekinmiyordu. “Okumaya doyulmaz; okudukça hâsıl olan şevk ve lezzet hesaba gelmez” deyip “Karîham dar, kalemim âciz kalbime tercüman olamıyor. Şu kadar diyebilirim ki, benim gibi fakir ve müptedilere büyük ve pek büyük bir ders, bir mürşid ve mutmainneye erişmiş ve daha yukarı çıkmış sâfilere bir düstur ve ders-i ibrettir. Kıymet takdir edilmez bir şâheser-i tarikattır, bir nur-u hakikat-feşân, bir gülistandır. Daha doğrusu, sırf bir ilham-ı Rabbânîdir” diyordu. 2
Binbaşı Âsım Bey yalnız kendisi okumakla kalmıyor, aynı zamanda eve gelenlere ve müsait olanlara da okumayı ihmal etmiyordu. Risâlelerin yazılmasının biraz gecikmesinin sebebinin “atâlet, betâlet ve kesâletin”den değil; hastalığından olduğunu kibarca şöyle izah ediyordu:
“Şikâyet değil, müftehirane arz ediyorum. Bu sene Cenâb-ı Hakk’ın fakire lütuf ve ihsan ve keremi çok oldu. Lehul hamdu ve’l-minnetu, yüz binlerce müteşekkirim. Ramazan Bayramından beri, iki defadır hastalığım ki, el’an nekahet devrindeyim, Risâle-i Nur-u Şerifelerin istinsahına oldukça bir fasıla vermiş oldu. Çok şükür Elhamdülillâh, bu hastalıklar bir in’âm-ı İlâhîdir. Dua-yı Üstadâneleriyle sıhhatim yerine gelmektedir.” 3
Binbaşı Âsım Bey, Üstadın sonsuz iltifatlarından mest olduğunu söylüyor ve “Cenâb-ı Lemyezel Hazretlerinin lütf u kerem ü ihsanına hamd-ü şükr ü senâ ederek risale-i şerifelere sarıldığını” beyan ediyordu. Said Nursî’nin “iltifatları” ve “lütufnâmeleri” Asım Beyi çok etkilemiştir. Şu sözünü onun büyüklüğüne alâmet olarak kabul etmiştir:
“Hizmet-i Kur’âniyede kuvvetli arkadaşım ve tarîk-i Hakta ve ebed yolunda enîs yoldaşım!”
Binbaşı Âsım Beye göre “Risâle-i şerifeler hakikat fışkıran, nurlar saçan bir feyizdir.” “Ehl-i dalâlet ve bid’aların en ileri gidenleri ve mülhidlerin en şenîlerini bile imana getireceğine kanaati” vardır. Yeter ki ruhuna nüfuz edebilsin.
Barla Lâhikası’ndan anladığımıza göre, Nigâr Hanım şiddetli bir hastalığa yakalanmıştı. Hastalığın bir türlü devasını bulamayınca, şifa duâlarını almak üzere Nasuhizade Mehmed Balkır, Âsım Beyle Nigâr Hanımı alıp Bediüzzaman’ın yanına götürdü. Üstad onları kabul edip, Nigâr Hanıma duâ etmiş ve Nigâr Hanım daha sonra şifa bulmuştur. Bediüzzaman, anlaşılan Nigâr Hanımın hastalığı ile yakından ilgilenmiş olmalı ki, Âsım Bey bir mektubunda onun sağlık durumu hakkında şu bilgileri vermektedir:
“Hemşirenizin hastalığının had devresi geçmiş; evvelce arz etmiştim. Yüzde yirmisi mevcuttur. Henüz yataktan kalkmadı. Kuvvet ve iktidarı yok. Namaz kılabiliyorsa da vücudu titremekte ve ara sıra arızaya mâruz kalmaktadır. Lehü’l-hamdü ve’l-minne, çok şükür Cenâb-ı Hakk’ın lütûf ve keremine ve bugününe, mazinin sıkıntı ve elemi geçti. Hâl-i hazırına şükür ve istikbale tevekkülle meşguldür. Ve siz Üstadıma duâlar ediyor ve diyor ki: ‘Şu nur ve hakikat-i Kur’âniye Risâle-i Şerifeleri imdadıma yetişti.’ Hele Otuz Birinci Mektub’un İkinci Lem’asındaki sabır ve tahammül ve şükür bahsine o kadar bağlanmıştır ki, mezkûr Risâle-i Şerifeyi evvel ve âhir ve bilhassa hastalığı sırasında müteaddiden fakire okutmuş ve Cenâb-ı Hakk’a hamd ü senâ etmiş ve diğer Üçüncü Lem’a’yı ve sair risale-i şerifeleri okutup dinlemekte ve gözyaşları dökmektedir.” 4
Daha sonra Âsım Beyle Üstad arasındaki mektup ve Risâle postacılığını Abdullah Hocanın yaptığını görüyoruz.
1934 ve 1935 senelerinde emniyet çok sıkı tedbirler alıyor, Bediüzzaman ve talebelerini yakından takip ediyordu. Bir gün Binbaşı Âsım Bey’in Burdur’daki evinde bir grup (Nasuhizade Mehmed Balkır, Sadık Ermiş Hoca, berber Mehmed Güler ve Âsım Bey) Nur Risâlelerini okurken, polisler baskına gelmişti. Âsım Bey, komisere, hanımının içeride abdest aldığını ifade ederek, biraz beklemelerini söyledi. Bu arada misafirlerin kitaplarla birlikte arka kapıdan sessizce çıkıp gitmelerini sağladı. Fakat buna rağmen, aramalarda polisler bazı kitapları yine de bulmuşlardı. Bu olaydan sonra Binbaşı Âsım Bey tutuklanıp Isparta’ya götürüldü.
Âsım Bey 1935 Nisan ayında Isparta’da sorgu hâkimliğinde ifade verirken, “Yâ Rab, canımı al!” diyerek vefat etti. İfadesini alan hâkim Hikmet Bey de olay karşısında şaşırıp kalmıştı. Binbaşı Âsım Beyin cenazesini yıkayacak erkek bulunamamış olmalı ki, eşi Nigâr Hanım yıkamış, korkudan ancak beş-altı kişinin katıldığı cenaze namazından sonra, Isparta’nın Alâeddin Mezarlığı’na defnedilmiştir. Bu küçük olay bile ülkede estirilen korkunun ne kadar büyük ve dehşetli olduğunu göstermektedir.
8 Mayıs 1935 tarihli Tan Gazetesi, haberi manşetinden “Bir mürteci ifade verirken öldü!” diye vermiştir. Gazete ilk sayfada Nur Talebelerinin tutuklanmalarının boyutunu “Bursa’da, Isparta’da yeni tevkifler yapıldı, 30 mevkuf var!” şeklinde verip Binbaşı Âsım Bey’in vefatını da “Bir binbaşı mütekaidi suçlu ifadesi alınırken birdenbire düştü öldü” şeklinde duyurmuştur.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle “istikamet şehidi” olan Binbaşı Âsım Bey, “Kırk yıldır ellerimi kara ve kirli işlere bulaştırmadım, Cenâb-ı Hakk’a çok şükür” diyerek namuslu ve istikametli hayatını böylece noktalamıştı.
Bediüzzaman sorgulama meselesini mahkemede şöyle değerlendirir:
“Binbaşı merhum Âsım Bey isticvap edildi; eğer doğru dese, Üstadına zarar gelir ve eğer yalan dese, kırk senelik namuskârâne ve müstakimane askerliğinin haysiyetine çok ağır gelir diye düşünüp, ‘Yâ Rab, canımı al!’ diyerek, on dakikada teslim-i ruh eyledi. İstikamet şehidi oldu. Ve dünyada hiçbir kanunun hata diyemeyeceği bir muavenet-i hayriyeye ve tasdike hata tevehhüm edenlerin çirkin hatalarına kurban oldu. Evet, Risâle-i Nur’dan tam ders alan, bir su içer gibi kolayca, terhis tezkeresi telâkkî ettiği ecel şerbetini içer. Eğer benden sonra dünyada kalan kardeşlerimin teellümlerini düşünmeseydim, ben de âlicenap kardeşim Asım Bey gibi ‘Yâ Rab! Canımı da al’ diyecektim.” 5
Terzi Mehmed Babacan ise Binbaşı Âsım Bey hakkında şunları anlatır: “Binbaşı Âsım Bey güzel tezhip de yapardı. Mevsim yazdı. Isparta Ulu Cami’de yedi sekiz kişi ancak cenaze namazını kılabildik. Cenaze namazını Re’fet Beyin kayınpederi Hacı Mülâzım Efendi kıldırmıştı.” 6
Binbaşı Âsım Bey Said Nursî’ye yazdığı bir mektupta “iki sebeb-i mücbir”den bahsetmektedir. Birincisi kendisi gibi Nur Talebelerine yapılan duâdır. Buna “âmin” diyor. Ancak ikinci fıkrada Üstadın “Ve ben öldüğümde sizi arkamda vâris bırakarak ferahla kedersiz kabrime girmek Rahmet-i İlâhiyeden ümit ederim.” sözlerine dikkat çekerek şöyle diyordu:
“Burası beni çok düşündürdü ve hiçbir dakika Üstadımın bu arzu, bu talep ve rahmet-i İlâhiyeden bu ümidi, zihnimden ve fikrimden ve kuvve-i hayalimden hiç çıkmıyor. Binaenaleyh, bu fıkraya bütün zerrât-ı mevcudiyetimle ‘âmin’ dedim ve Cenâb-ı Hakk’ın fazl ve keremini tazarru ve niyaz ettim.
“Bununla beraber—yâ Hazret, riyâ değil, tasannu değil, içimden doğuyor—gönül şöyle istiyor ve arzu ediyor: Bu fakir, Üstadımdan evvel kabre girsin ve siz, dâr-ı bekanın ilk kapısına gelinceye kadar, dâr-ı dünyada bulununuz ki, bu fakir ve muhtaç olan talebenize arkasından göndereceğiniz duâ ve hediyenizle mütena’im, şâd ve mesrur olsun. Ve sizin teşrifinizde—ki Erhamü’r-Râhimîn olan Rabbü’l-Âlemînden duâ ve niyâzım budur—ruhum sizi istikbal etmek şerefiyle müşerref olabilmek gibi, gönül arzu ve hayatı hâsıl oluyor. Ve çok düşündürüyor. Ve bu arzu ve niyazımdan daha büyüğü ve şedîdi şudur ki: Üstadımın dâr-ı dünyada daha pek çok zamanlar kalması, dolayısıyla vazife-i kudsiyenizin devamı ve hakikat ve hidayet nurları olan Risâle-i Nur ve Mektubâtü’n-Nur’ların teksiri ve intişariyle, hâb-ı gaflette olanların, dalâlette kalanların, ehl-i bid’a ve mülhidlerin tarik-i hak ve hidayete girmeleri için siz Üstadımın çok zaman daha yaşamaklığınızı ve başımızdan eksik olmamanızı ve sizin gaybûbetinizle bizlerin yetim ve öksüz kalmamaklığımızı gönül arzu ediyor.” 7
Bediüzzaman, Âsım Beyin bu mektubuna bir haşiye düşerek mahkemede vefatına işaret olduğunu kabul ediyor ve “Rahmetullahi aleyhi rahmeten vâsiaten” diyerek rahmetle anıyordu.
Bediüzzaman, Merhum Âsım Bey gibi bazı zatların “bir yadigâr olarak, güzel yazılarıyla yardım” ettiklerine dikkat çeker. 8
Binbaşı Âsım Bey aynı zamanda şairdir. Sözler hakkındaki bir şiiri şöyledir:
“Kasem ederim, doğrudur sözü özüyle beraber,
Bu hakikati kabul ve tasdik etmeyen bedmâyeler,
Kalır dalâlet ve vâdi-i hüsranda nice seneler.
Bunları irşad edip kurtarmaktır hüner,
Hidayet erişse eğer, o vakit boyun eğer.
Cümlenin ıslâhını niyaz edip Hâlıka yalvaralım,
Hep envâr-ı Kur’âniye olan Sözleri okuyup anlatalım,
Bu yolda bizler de feyz alıp dilşad olalım,
Fenâyı bekaya tebdilde rıza-yı Bârîye kavuşalım.
Sad-hezar tahsine lâyık bîbahâ fıkra-i Galib,
Bu hakikatleri söylemekle olur şüphesiz galib.” 9

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*