Bir anlık; bin bir zarar

Bazen bir anda küçük bir şeye sinirleniveririz. Bu bazen güvenilecek gibi olan bir kişinin yaptığı bir hareket de olabilir.
Oysa ki atalarımız ne kadar güzel söylemiş; “Keskin sirke küpüne zarar verir.”

Derse giderken kullandığım otobüse engelli bir amca da bindi. Tekerlikli sandalye ile binerken bizim binmemizden daha uzun sürdü tabiî. İneceği durağa gelmeden ise sesli bir şekilde şoförü uyardı; otobüs kaldırıma iyice yanaştı. O amca inerken arkadan gören sivil bir araba kornaya uzun uzun basarak, o amcaya karşı büyük bir saygısızlık yaparken; arabası ile şoförün yanına gelerek hakaret etmeye başladı. Daha sonra ise büyük bir kavga ortaya çıktı. O an şunu düşündüm: “Sinirliyken insan çok çirkinleşiyor ve istemediği şekilde konuşuyor.”

O gün ben de çok sinirlenmiş ve sesli bir şekilde şikâyet etmiştim. Bu bana bir ayna gibi oldu. Eğer ben keskin bir sirke isem, küpüme de zarar oluyorum. Oysa ki zamanı geri çevirmeye imkân yoktu. O zaman sinirimin de benden başkasına bir faydası yoktu. O gün ben de çirkinleşmiştim. İyi bir insan sinirlerini tutabilen insandır. Allah, bütün duyguları içimize yerleştirmiş, onları kullanmak ise bizim elimizdedir. Öyle ki ben daha fazla kötü konuşabilirdim. Sinir, insanı haklı yerde bile haksızlığa sürüklemekte; daha fazla küçük düşürmekte; insanların gözündeki değerini de düşürmektedir.

Hizmet Rehberi’nde geçen bir bölümü hatırladım: “Bir zaman Eskişehir hapsinde titiz kardeşlerime söylediğim bir hikâyeyi tekrar ediyorum: Eski Harb-i Umumide Rusya’nın şimalinde doksan zabitimizle beraber bir uzun koğuşta esir olarak bulunuyorduk. O zatların bana karşı haddimden çok ziyade teveccühleri bulunmasından, nasihatle gürültülere meydan vermezdim. Fakat birden asabiyet ve sıkıntıdan gelen bir titizlik, şiddetli münakaşalara sebebiyet vermeye başladı. Ben de üç dört adama dedim: ‘Siz gürültü işitseniz, gidiniz, haksıza yardım ediniz.’ Onlar dahi öyle yaptılar, zararlı münakaşalar kalktı. Benden sordular: ‘Neden bu haksız tedbiri yaptın?’ Dedim: ‘Haklı adam, insaflı olur; bir dirhem hakkını, istirahat-ı umuminin yüz dirhem menfaatine feda eder. Haksız ise ekseriyetle enaniyetli olur, feda etmez, gürültü çoğalır.”

Bu kısım aklıma geldi ve içimdeki öfkenin haklı isem susmasını istedim.
O adam engelli olan amcaya yeterince saygı gösterse idi kavga çıkmayacak; kalpler kırılmayacaktı. Sanıyorum ki o amca çalışıyor ve o halinde evine ekmek götürüyor. O bu hâli ile hayata tutunmaya çalışıyorken, bizim de onlara destek olmamız gerekmez mi?

Otistik bir çocuğun annesi; “Toplu bir yere gittiğimizde bize dışlama ile bakılması beni çok acıtıyor.” demişti. Otistik bir çocuk tanıyorum. O kadar tatlıydı ki bir hafta geçirdiğimiz zaman içerisinde onun kalbinin sevgi ile dolu olduğunu ve çocuklar ile oynamayı çok sevdiğini görmüştüm.

O adama bütün yolcular kötü kelimeler ile karşılık vermişlerdi. Haklılardı da. Çünkü Allah bizleri her zaman eşit tutmakta ve ayrım yapmamaktadır. Sinirlenince insan ne kadar çirkinleşiyormuş. Duvara yapıştırdığım, Peygamber Efendimizin (asm) kişiliği ile ilgili yazıda “Kendisi için sinirlenmez ve öç almazdı.” yazıyor. Eğer onu gerçekten tanıyıp anlasak ve hayatımızda örnek alsak bugün bunca kötülük olmazdı. Onu tanımadığımız gibi tanımaya da çalışmıyoruz.

Dünya Suriye için gözyaşı dökerken herkes güneş gözlüğü takıyor, engelliler her gün dışlanırken bizler sırtlarımızı dönüyoruz. Bizim için önemli olan bu dünya aslında bir solukla bitip gidecek ve bir daha geri gelmeyecekken canımız o kadar kıymetli ki bize yapılan bir yanlışta sinirlenip bağırabiliyoruz…

Çok değiştik ve bu sadece imanımızın zayıflamasından ve bizim de gözlerimizi kapatıp; korkmamızdan. Üstadı hatırlıyorum böyle düşününce ve böyle birisini tanımamıza vesile olan Allah’a bin kere daha şükrediyorum.

Öfkemi artık yutmalı ve onun yerini sevgi ile doldurmalıyım. Zira bir genç Nur Talebesinin görevi de sevgi dolu olmak değil mi?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*