Bir bahar dalı

Bahardır. Bülbüllerin şakıdığı andır. Kokuların dört bir yanımızı sardığı bir zamandır. Bahardır şimdi.

“Bir doğrulayım şöyle” dersiniz yattığınız yerden, “Bir şeyler karalayıp bir şeyler yazayım.” dersiniz, nefis tembellik eder, kalem de ona eşlik eder. Bereketli vakitler gitti gider…

“Baharın kokusunu şöyle bir içime alayım, belki açılırım birazdan iki yudum alınca o mis kokulu çaydan.”

Sabahın en erken vakti yollara vurursunuz. Eski zaman insanları geçer, anılar geçer. Bomboş sokaklardan o kadar çok insan geçer ki, içinizden şaşarsınız. O kadar yakınsınızdır ki onlara, selâm vermek istersiniz. Selâmınızı da alırlar haa, sonra şaşırmayın. Hangi yaşta bıraktıysam onları, o yaşta kalmışlar sanki.

“İşte bunu yazabilirim” dersiniz. Hafızanızın bir köşesine önce orayı yazarsınız. Evet, bugün güzel şeyler yazmak istiyorum, güzel şeyler söylemek istiyorum. Ama yollara düşmeden, bir şehrin sokaklarını bu sabah da olsun, arşınlamadan çalmıyor kapınızı ilhamın dokunuşları.

Bazen bir çiçeğin, bazen bir bulutun, bazen bir kokunun peşine düşersiniz. Bir sis bulutu gibi her yanınızı örten, kaplayan uyuşukluğu atmak istersiniz.

Mezarlıklar en güzeli. Sessiz dostlar, kucak açmış bekliyor. Biz onların hatıralarına muhtacız, onlar da bizim Fatihalarımıza muhtaç. Biliyorum, duyuyorum ve hissediyorum. Ve geri dönüp ayrılırken oradan, “Güle güle, uğurlar olsun” diyor sevgili dostum. Artık kime aitse o ses, “Eyvallah” diyorum, “Yine görüşmek üzere…”

İçimizde ürettiğimiz güzellikler, dünyadan devşirdiğimiz güzelliklerle buluşunca bir başka bahçe oluyor dört bir yanımız. Öyle bir ressamın fırçasından çıkmış böyle bir manzara yok.

Zihnimin bir köşesinde belli ki Rabbim kokuları da nakşetmiş, hatıraları nakşettiği gibi. Her yılın, her günün, her mekânın, her şehrin, her dostun kokusu dahi kendine mahsus. Annemin balkonu ayrı kokar, mutfağı ayrı kokar. Misafir odası “Hey, bakmadan geçme, görmeden geçme” diyen o güzelim çiçekleriyle seslenir. Onun da kokusu bir başka.

Bir zamanlar dokuz kişinin yaşadığı bu küçücük evde, hatıralar gibi kokular da birbirine karışmış. Bir selâm verip bin selâm almak için yollara düşmenin vaktidir şimdi. Gidilecek o kadar yer, ziyaret edilecek o kadar dost var, ama kendi kendimizden kurtulup da çıkamıyoruz, düşemiyoruz yollara. Sanki yarın çıkacakmışız gibi…

Hafızamızın kuytu bir köşesinde bir hatıra, belki de bir şiir söylenir durur:
“Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım?”

O bahçelerde büyüyen oyunlarım, dört bir yanımı kuşatan sevgiler, şefkatler, o güzel insanlar, yollarda durmuş, birbirinin derdini dinleyen, konuşan insanlar… Bir ihtiyarın iniltisini kendi uzak evinden duyan insanlar… Düşen, ağlayan çocukların ellerinden tutan, dizlerini ovalayıp gözyaşlarını silen ve duâlar okuyan insanlar. Bizi bağrına basan anneler, babalar, dedeler, nineler…

Sokaklar bomboş. Sokaklar insan dolu. Göremediğimiz seslerle, anılarla, hatıralarla dolu. Kendi içinizde kaybolduğunuz sislerden çıktığınız zaman, yolları bu niyetle arşınladığınız zaman, hiçbir sokaktan kendi yalnızlığınızla başbaşa kalıp geçmezsiniz. Hayatınızın en güzel yanına, hatıraların cennetine taşırsınız o sahnelerdeki güzellikleri bir bir. Bir yerde sanki sizi bekleyen biri varmış gibi, ayaklarınız hızlanır sevdiğiniz yerlere, doğduğunuz evlere doğru adım atmaya başladığınız zaman. Kim tutabilir ki sizi kendi gölgenizden başka?
İnsan kendinde saklı. Hatıraları, içinde saklı.

Sokakların da hafızası var, evlerin de. Ne yaşadıysak, oralarda saklı. Onlar da şahit.

Gözlerinizle fotoğraf çeke çeke geçtiğiniz, seve seve yürüyüp geçtiğiniz o sokaklar var ya, sizinle beraber yürüyorlar. Bir bahar dalı uzatıyorlar şimdi size. Ne götürüyorsanız, hangi duyguyla doluysanız, onunla karşılaşıyorsunuz o sokaklarda. Eski zamanlardan kalmış insanların hatıralarını saklıyor o sokaklar.

Bugün de senin hatıran yazılıyor. Dikkat et. Aklımız bir karış havada yaşadığımız, yürüdüğümüz ve geçtiğimiz o günler, o yollar kim bilir nerde? Yılların geçişine, mevsimlerin art arda geçişine ilgisiz kalabilir miyiz?

“Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım?”
Kalemi elinize alıp yazmak istemeseniz de, bir güç oturtuverir sizi yazının başına. Asla kendinizde olmayan, kendinizde bulunmayan dışarıdan bir güç…

Öyle diyor bir şair:

“Ne mi dünyadaki halimiz?
Tut ki, şebnem gibi oturdun say yeşillikte bir gececik.
Kalkıp gidiyormuşsun gibi sabahleyin.
Öyle say.”
Kendi hayatımızı yaşadığımıza inandığımız an, hayat bir başka güzel oluyor. Onun için de insanın kendini tanıması gerekiyor, hatıralarıyla yüzleşmesi gerekiyor.

“Bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.” (Lem’alar, 202)

Siz siz olun, yanınızda her yaştan hatıralar bulundurun. Bir gün gelir, lâzım olur…
Her sabah bir hatıradır aslında. Saksıdaki çiçek gibi gülümser durur yüzümüze. Yüzümüz ki, asırların derin çizgileri var üstünde. Geçer gideriz kayan bir yıldız gibi hayattan. Sokaktan geçtiğimiz gibi. Şimdi bahardır ya, aklımız bir karış havalardadır. Yalnızlığa alışmak gerekiyor.

Kendimizi yakın bilmek gerekiyor Allah’a. Kendimizi bilmek gerekiyor. Nefsini, kendini bilen bilebilir ancak Rabbini.

Aradığımız şeyi, dışımızda bir yerlerde sanırız çok defa, kaybettiği anahtarı yanlış yerde arayan adam gibi.

Başkalarının kusurları, onları eleştirmek, onlarla uğraşmak, ömür tüketmek, insanın kendisiyle dostluğunu kırıyor. Kendinden hoşlanmayan bir yanı, bir ucube gibi ortaya çıkıveriyor.

Bir yanda sevgi, bir yanda nefret… İkisi bir arada nasıl geçinsin?
Dünyanın en bahtiyar insanı, kendini tanıyan, bütün varlıklardan geçip, adım adım Allah’a doğru yürüyendir.

Hayat böyledir işte.
En uzun seyahat, dışımızdaki değil, içimizdekidir. Gözler yorulsa, gönüller ve hayaller asla yorulmaz bu seyahatte. Ve yolcu, sadece gittiği yeri bilen değil, geçtiği yerleri de görendir, yoldaki işaret levhalarını izleyendir.

Dikkat edin, karşınıza anılarınız çıkabilir. Sizi bekleyenler çıkabilir. Ve en son, bir gün muhakkak gelecek olan, “o melek” hiç beklemediğiniz bir anda çıkıp gelebilir. “Azrail’e hoş geldin diyebilmek de hünerdir.” Ne varsa sizde, yanınızda, öylece kalakalırsınız, gidiverirsiniz.

Dahası yok. Ne yaşadıysanız odur işte. Arkanızdan yüzlerce el sallayan olsa da, siz tek başınıza çıkarsınız bu yolculuğa.

Bir fırsattır her sabah. Son yolculuğa çıkmadan önce, evin kapısını açıp, tek tek sokakları arşınlayıp, sisler içerisinden çıkıp, hatıralarla beraber yürüyüp sizi bekleyen sevdiklerinizin kapısına bir bahar dalı takmak üzere…

Böyledir işte. Bir bahar dalı uzatalım dedik size. Bugünlük de bu kadar olsun sevgili dostlar. Bir uzak diyardan duâlarınızı bekleyerek, ama size kendimizi yakın hissederek…

Hz. Peygamber’e (asm) sonsuz salât ve selâm ile…
Hatıralarını biriktiren ve en güzel yerde saklayan, ömrünün bugününü son gün bilip tertemiz bir sayfa açmaya niyetlenen bütün dostlara selâm olsun.

Selâmın en güzeliyle, duânın en güzeliyle…
Bir bahar dalı uzatalım dedik size. Çiçek açmış, meyve vermeye hazır bir bahar dalı. Siz de oradan uzatın duâlarınızı bir bahar dalı gibi. Kuruyan yüreklerimize su gelsin, rahmet gelsin inşallah.

Haydi Bismillah…
Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Rasulallah…
Bir bahar dalı da Üstadımız uzatıyor bize. Baharınız mübarek olsun. Tefekkür dolsun…
“İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyacâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâl’i de görmeye müştaktır.”
(Sözler, 289)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*