Bir hata ile bin hatır kırıldı

Darbe Anayasası için yapılan referandumun (7 Kasım 1982) üzerinden neredeyse 30 senelik bir zaman geçti.

Buna rağmen, o günlerde görüp yaşadıklarımız daha dün gibi hafızamızda tazeliğini koruyor.
Bir de çok istediğimiz halde yaşayamadıklarımız var, o günlerin ağır şartları sebebiyle.
Gazetemizin 13. kuruluş yıldönümünü kutlayamadık, meselâ…
İçimizde ukde kaldı.

Bırakınız yıldönümü kutlamalarını, ağız tadıyla gazete çıkarmamıza dahi müsaade edilmedi.
Darbeciler, ilk fırsatta Yeni Asya’yı, ardından yeni çıkardığımız gazeteleri, hatta kardeş dergileri dahi türlü bahanelerle kapattılar.

Bizi ekmeksiz, susuz, havasız, hatta nefessiz bırakmak istediler.
Ellerinden gelen her türlü baskıyı kurdular; yapmadıkları haksızlık, zulümkârlık kalmadı.
Açıkçası, var olan imkânlarımızı tüketerek bizi bitirmek istediler.
Şükürler olsun Rabbimize ki, otuz yıl sonra kendileri tükenme noktasına geldiler.
Şimdilerde, darbecilerin yüzüne bakana, onlara rahmet okuyana rastlamak hiç de kolay değil.

Peki, ya 30 sene önceki durum?
Aman yâ Rabbî, neydi o kâbuslu günler…
Neydi o ceberrut cuntacıların bir telefonla “Yarın gazeteyi çıkarmayacaksınız!” yollu tehditli talimatları…
Ve, âh!.. Neydi o “Kraldan fazla kralcı” dostların bize doğru fırlattıkları zehirli oklar…

Aradan 30 sene geçtiği halde, canımızı acıtan, yüreğimizi kanatan, hatta iç kanamalara sebebiyet veren o zehirli okların açtığı yaralara hâlâ merhem sürülmüş değil.

O kanatıcı okları fütursuzca savuran dostlar, gelip de hiç olmazsa helâllik dahi dilemiş değil.
İşte, böylesine hüzün ve hasret dolu bir otuz yılı daha geride bırakmış olduk.
* * *
Evet, bugün itibariyle 43. yıla giriyoruz. Hepimize hayırlı uğurlu olsun. Tavizsiz istikrar çizgisinde daha nice yıllara diyoruz…
Gazetemizin bugünkü nüshasıyla (21 Şubat 2012) birlikte verilen “12 Eylül’den Bugüne Anayasa Mücadelemiz” isimli ilâveyi de mutlaka okumanızı tavsiye ederiz.

Bu ilâvenin içinde 30 yıl önce (Ekim ’82) Köprü dergisiyle birlikte neşrettiğimiz “Anayasa Eki” diye bir ilâve daha bulacaksınız: Demokrasinin Neresindeyiz?

Birbirinin devamı ve takipçisi mahiyetinde olan Yeni Asya’yı, Yeni Nesil’i ve Tasvir gazetesini peşpeşe kapatmaktan menhus bir lezzet alan darbeciler, Köprü dergisinin bu ilâvesine dahi tahammül göstermediler.

Derhal yasaklayıp toplattırma cihetine gittiler. Bununla da yetinmediler; yanında bu broşürden bir tek nüshasını buldukları kimseleri derdest edip nezarete attılar.

Casuslar, hafiyeler postahanelerde pusu kurmuşlardı. Şüphelendikleri kimselerin mektup zarfını dahi açtırıp bakabiliyorlardı. Darbe Anayasasını tenkit mahiyetindeki en basit bir yazı da tutuklatma sebebi olabiliyordu.

Nitekim, bu metotla pekçok kimseyi cezalandırma cihetine gittiler. Biz de baskıcı uygulamanın şahitlerinden biriyiz.
Gazetemiz gibi dergilerimiz de kapatılıp toplattırılınca, İstanbul’dan taşradaki yakınlarımıza ancak mektup yoluyla ulaşabiliyorduk.
Şu an gibi hatırlıyorum. Anayasa hakkındaki ortak RED kararımızı, mektup kâğıdına—ima yoluyla da olsa—yazarak ifade ediyorduk.
O tarihteki referandumda Darbe Anayasasına EVET demenin rengi beyaz, RED oyu vermenin rengi ise maviydi.

Türkiye’de güyâ referandum yapılıyordu; ancak, MAVİ üzerindeki diktacı baskılar had safhaya çıkarılmış durumdaydı. Öyle ki, bir defasında içinde “mavi” geçen bir şiir yayınlandı diye gazetemize kapatma cezası verildi.

İşte, böylesine ağır şartların hüküm sürdüğü günlerde, şifahî olarak, ya da telefonla görüşemediğim dost ve yakınlarıma tek satırlık şöyle bir mektup yazdım: “Ben İstanbul’da “Mavi Kart” kullanıyorum.”

Mavi Kart, o tarihlerde şehir içi seyahatlerde kullanılan aylık abonman kartıydı.
Bu kartın ismini bir tedbir olarak düşünmüştük. Şayet, mektuplarımızdan biri casuslar tarafından açılır da mahkemeye sevk edilecek olursak, hani bu ifadeyle belki kendimizi bir derece savunabilirdik diye düşünmüştük.

Yine gayet iyi hatırlıyorum ki, yazdığım mektupların tamamını farklı günlerde ve farklı postanelerden gönderdik. Tâ ki, dikkat çekmesin.

Çok şükür, postalama işini kazasız belâsız tamamladık.
Ne var ki, bu hususta herkes bizim gibi şanslı değildi.
* * *
Baskı ve dayatmanın had safhada olduğu o günlerde, birçok arkadaşımızın canı yandı.
Onlardan biri de Dr. Mehmet Yüzbaşıoğlu’dur.
O yıllarda İstanbul’da tıp öğrencisiydi.
Bugünkü ilâvemizde gördüğünüz Köprü dergisinin “Anayasa Eki”ni bir zarfın içine koymuş, bir yakınına göndermek için Karaköy Postanesine gitmişti.

Elindeki zarfı açtıran polisler, onu “suç üstü” yakalamışlardı.
Gözaltına alınan ve iki–üç gün nezarette tutulan arkadaşımız, Allah’tan askeriyeye teslim edilmeden, anlayışlı bir komiser tarafından serbest bırakıldı.

Selimiye Kışlasına sevk edilenler ise, bu kadar şanslı değildi; oraya götürülüp tam üç ay müddetle—hiç mahkemeye çıkarılmadan—işkenceli nezarette tutulanlar oldu.

Ömür geçiyor; helâlleşmek ne zaman?

Darbeciler, cuntacılar, diktacılar neyse de, asıl o darbecilerin hatırına birbirini rencide eden, dost ve kardeş hatırını hoyratça kıran ihvanlar için ne demeliyiz, bugün?

Bir helâlleşmeye gitmenin zamanı gelmedi mi hâlâ?
Bugün itibariyle, darbecileri desteklemiş, darbe Anayasası için meddahlık yapmış, bu sebeple pekçok kimsenin kalbini kırmış olmanın, ne derece azim bir hata, ne kadar büyük bir yanlış olduğu izâhtan vârestedir.

Yani, o tarihte işlenen bir hata sebebiyle, binlerin hatırı kırıldı.
Hem de öyle böyle değil; kırılma çok şiddetli oldu. Ortalık, yer yer harabeye çevrildi. Kardeşler birbiriyle adeta kanlı–bıçaklı bir hale geldi.
Bu husus, zannediyorum ki 1982 referandumunda “evet” diyen yüzde 90’lık kitleden yüzde 89’unun da artık meçhûlü değildir.
Meçhûl değildir, mâlûmudur da, şu an itibariyle ne düşünüyorlar ve neler hissediyorlar acaba?

Cidden çok merak ediyoruz. Neden hâlâ esaslı bir tamirata gidilmiyor?
Neden, Rûz–i Mahşer’den evvel burada bir helâlleşme cihetine gidilmiyor?
Bunca hesap öbür tarafa bırakılırsa, yazık olmaz mı? Sonradan eyvâh denilmez mi?
Sözümüzü, bir meşhûr ilâhinin mânidar mısralarıyla bağlayarak bitirelim:

Günler geceler durmaz geçiyor
Sermayen olan ömrün bitiyor
Bülbüllere bak efgân ediyor
Ey gonca açıl, mevsim geçiyor

Devrâna girip seyrân edelim
Eyvah demeden Allah diyelim

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*