“Nur denizi”ne gark olan iki genç: Bir hicranın hikâyesi

2004’lü yıllar… Haziran ayının son günleri… Tatlı bir telâşın hazırlığı var… Okuma programına hazırlık…

Farklı bir mekânda yapılan okumaların daha tesirli olduğunu bilen ağabeyler, gençleri Karadeniz Ereğli’sine gönderecekler. Temaslar kuruldu ve hazırlıklar tamamlandı.

Mehmet Âkif gitmeye kararlı…Ancak arkadaşları onu caydırmanın yollarını aramaktalar… Fakat nafile… Mehmet Âkif gidecektir.

Anne ve babası ile ve kız kardeşi ile bu son görüşmeleridir. Tatlı bir hüzündür bu… Vedalaşılır… Ve kucaklaşılır…

Gayp âleminin habercileri bunu bilmektedir. Son veda, son uğurlama….

Mehmet Âkif üniversite imtihanlarına girmiş, neticeyi ümit ile bekliyor. Bazı arkadaşları da öyle…

Bursa semaları onları uğurladı o gün. Kader bu… Takdir bu… İyi ki başa gelecek şeyleri bilmiyoruz. Ya bilsek? O zaman ne olurdu? Bu da bizim için bir rahmet… Yani “başa gelecek şeylerin setredilmesi”.

Çok uzun olmayan bir yolculuktan sonra okuma programının yapılacağı mekâna ulaşır kafile… Yolculuk neşe içinde ve huzurlu geçmiştir.

Eşyalar ve erzaklar indirilir… O gece öyle geçer. Müdebbirler bir günün programını yaparlar.

Tempo başlamış, hususî okumalar ve müzakereli dersler yapılmaktadır. Emre Otman, İsmail Yılmaz, Cüneyt, Saim, Mustafa, Emre ve daha niceleri ile beraber geçen günler…

Serbest saatte Karadeniz’e inilir. Kısa bir hazırlıktan sonra yavaş yavaş denize girer Emre ve Mehmet Âkif…

İşte her şey o zaman olmuştu… Kara deniz, kara deniz… Bilinmeyen bir el bu iki fidanı bağrına basmıştı… O andan sonra Mehmet Âkif’ten ve Emre’den ses gelmiyordu… Sahildeki arkadaşları telâş içinde idiler.

“Mehmet Âkiiiiiif”
“Emreeeeee”

Ses yoktur. Arkadaşlarının içine bir ateş düşmüştür… Hemen Ereğli’deki ağabeylere haber verilir. Herkes bir anda oradadır. Yetkililere haber verilir. Dalgıçlar denizi taramaya başlarlar… Fakat nafile… İşin en acı tarafı bundan sonra başlar.

Bursa’ya bu haber nasıl ulaşacak? Bu haberi kimin dili tutulmadan söyleyecek? Nasıl anlatılacak?

Ve haber ulaşır, babası Musa Kocalan’a… “Kayboldu” denilir. Anne Akın Hanım, Musa ve Emre’nin annesi Gönül Hanım, babası Orhan Sevinç Bey hemen Ereğli’ye hareket ederler.

Ereğli yolları büyük bir hicrana dönüşmüştür. Haykırışlar ve hıçkırıklar… Nihayet Ereğli’ye ulaşır anne ve babalar… Ve gerçek tablo o zaman anlaşılır. Mehmet Âkif ve Emre’yi Karadeniz içine almıştır.

Aramalar devam etmektedir. Bursa gençleri anne ve babayı teselli ederken, kendileri de hıçkırıklarını gizleyemezler. Herkes üzgün, herkes kederlidir. Acı haberi Ereğli halkı duymuş, Türkiye haberlerinde yerini almıştır…

Çarşamba günü Emre’nin cesedine ulaşılır, Cumartesi günü Mehmet Âkif’in… Gençliğinin baharında iki Nur Talebesi ebedî âleme uğurlanır.

Bursa Yeni Asya okuyucuları ve çevredeki Nur Talebeleri… Büyük bir hüzün hâkim olmuştur… Anneler perişan, babalar mahzun… Cenazeler Bursa’ya getirilir. O haftanın pazarında yapılacak olan “mezunlar pikniği” iptal edilir.

Büyük bir hicranın serüveni başlar… Akrabalar, kardeşler, bacılar, dedeler ve nineler… Bütün bir cemaat… Minareden selâlar verilir… Ama takdir budur, sebepler bahane…

Mehmet Âkif’in evde takip ettiği Mektubat eserinin şirazesi, Yirminci Mektub’un ”Yuhyî ve yumit” kelimesinde kalmıştır. Tesadüf yok…

Büyük bir kalabalık ile cenazeler defnedilir. Büyük bir kor düşmüştür sinelere… Tesellimiz de kuvvetlidir: “Mevt idam değil, tesadüf değil, bir terhistir.”

Suçlamalar ve feryatlar yoktur… Akın Hanım, Gönül Hanımı tesellîde oldukça zorlanır. Kolay bir şey değildir.

Mehmet Âkif kendi el yazısı ile yazdığı duâda şöyle niyazda bulunur:

“Ey hayatı veren, dilediği gibi tasarruf eden ve hayatı alan! Bana merhamet et, arkadaşlarıma merhamet et, ehl-i iman ve Kur’ân’a merhamet et!

“Ve benim hayatımdaki mesut ve huzurlu anları alıp; daha mesut ve huzurlu hâliyle, dostlarımın ve sevdiğimin ve anne ve babamın ve ehl-i iman ve Kur’ân’ın hayatlarına ve ruhlarına dahil et!

Bu duâmı ve duâlarımızı kabul buyur, âmin!”

Bu acı hicranın serancamı böyle idi. Dâvâ ve hizmet aşkı ile yanan bir kalbin Cenâb-ı Hak katında ne kadar değerli olduğu açıktı.

Mekânları Cennet olsun. Ebedî âlemin gülleri ve güneşleri oldular. Biz O’ndan gelene razıyız, yeter ki O bizden razı olsun…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*