Bir hizmet yolculuğu hikâyesi

Her şey Abdullah Ağabey’in Üstad’ın ona ders verdiği bir hatırasıyla başlamıştı.

Hizmet yolculuğunun devamında vardığı mekânda bir grup eğitimci dostla paylaştığı hatırayı şöyle naklediyordu Abdullah Yeğin Ağabey’den…

Bir gün Üstad bana emretti:

“Abdullah sen Urfa’ya git.”

Ben de “Olur Üstadım” diyerek Urfa’ya revan olmuştum.

Urfa’da tam iki yıl kaldım. Dershane yok, gelen giden de yok…

Vardım Üstad’a bir gün: “Üstadım iki yıl oldu ne gelen var ne giden” demiştim. Üstad’a bana tekrar:

“Sen Urfa’da kal ve bekle.”

Tam yedi yıl böylece kaldım Urfa’da. Sonunda dershane de olmuş, cemaat de, hizmet de…

Sabrın ve istikamet içinde olmanın hizmet meyvelerini yıllar sonra tatmıştı Abdullah Ağabey.

Paylaştığı bu manidar hatıranın mekânı, iradesinin dışında atandığı bir yerdi eğitim idarecisinin… Yalnızdı…

“Ne yapmalıyım? Neler yapabilirim?” diye kendi kendine sual edip duruyordu.

Kaldığı evin duvarlarına karşı okuduğu Kur’ân hakikatlerinin saadetiyle yalnızlığını paylaşırken hatırladığı hususlardan biriyle, terennüm ettiği hakikatleri “Allah rızası” adına başkalarıyla da paylaşma isteğiydi.

Aradan aylar geçmişti…

Başında bulunduğu kurumda bağlı okullarda görev yapan din dersi öğretmeniyle muhatap olmuştu. “Bakınız” demişti. Devamla “Bulunduğunuz bu mekânda Risale-i Nur denilen Kur’ân hakikatlerinin tanıtımı adına sizin evde bu akşam bir çay içelim istiyorum.”

O da kabul etmişti bu teklifi…

O gece kilitlendiği 21. Lem’a’yı baştan sona okumuştu.

Kur’ân hakikatlerini birlikte paylaşma adına gelen eğitimcilerden, bu vaziyetin devamını istemişti.

Şartlar ne olursa olsun, vazifesinin hizmet olduğu şuuru içinde hareketi esas almıştı.

Aradan geçen zaman içinde çevreden yapılan tenkitlere ehemmiyet vermeden “Hayırlı işlerin muzır manileri çok olur” esasına bağlılığı onu rahatlatmaya yetmişti.
Başlatılan “ev dersleri” ve ardından bulunduğu yerde bir Medrese-i Nuriyenin zarureti hasıl olmuştu.

Yakın çevreyle iletişime geçerek inandığı hizmet mahallerine meseleyi götürmüştü, bir Nur mekânının varlığının zaruretini…

Meselesinin takipçiliği içinde müsbet olan her çeşit aracı kullanmaya koyulmuştu.

Gittiği yakın çevrede bir Nur mekânının zaruretini anlatmaya koyulurken, bulunduğu yerin şart ve ahvalinin de böylesine bir hizmet mahalline ihtiyacı olduğunu her defasında vurgulamayı sürdürüyordu.

Bu çabayı sürdürürken yaşadığı sosyal hayat atmosferi içinde lisan-ı hal ve lisan-ı kal ile inandığı dâvâsının prensiplerine dikkat etmeyi ihmal etmeyen bir anlayışı da beraberinde sürdürüyordu.

Bu gayretlerin yanı sıra hayırlı işlerin tahakkuku adına en kısa bir tarik-i hakikat olan ihlâs içinde kalarak arzuladığı maksadına ulaşmak içinde duâ denilen manevî vazifeyi ihmal etmiyordu.

Bilhassa sabah namazlarının akabinde yaptığı duâlarını Cuma namazlarında ve mübarek gün ve gecelerde de sürdürüyordu.

Müsbet hareket içinde kalarak iman hizmetinin bulunduğu mekânda tahakkuku adına kalbî duâların yanı sıra fiilî duâlara teşebbüsü ihmal etmiyordu.

Bulunduğu mekânda haftada bir “umumî ders” mahiyetinde kararlaştırdığı imanî derslere iştirak etmek adına çevreden teşvik ve yardım talepleriyle, ders ve sohbetlere katılımı da sağlamak yoluyla nurun bulunduğu mekâna aksetmesi yönündeki çabalarını sürdürürken; Nur-u Kur’ân derslerinin imana hizmeti esas alan bir Nur mekânının tahakkuku yönündeki gayretlerini sürdürürken, aradan yedi yıl geçen bir zaman dilimi içinde kendini bulmuştu.

İman hizmeti adına birlikte paylaştığı hakikatlere gönül verenlerin gayretleri bir Nur medresesi açma yönünde tahakkuka başlamıştı. Sevinç ve mutluluk içindeydi.

Bu da bizim hikâyemiz

Şarkî Anadolu’nun yüce dağları, derin dereleri ve korkulu vadileri arasına saklı beldeler..

Kuş uçmaz kervan geçmez mekânlar..…

Bir hayat yolculuğumuzda uzun yıllar havasını soluyup, aşını ekmeğini yediğimiz Anadolu’nun saf yürekleri ile özdeşleşen hayatın enstantaneleri içinde sürüp giden ömür… İşte böylesine başlamıştı eğitim yolculuğumuzun hikâyesi…

Erzincan’ın Başçavuş Komu

Akşam namazı saatine az bir zaman kala Başçavuş Komu köylüleriyle duvar diplerinde muhatap olmuştum, ilk defa.

Selâm vererek yanlarına yaklaştığım köylülerle ilk iletişimimiz “Ve aleyküm selâm öğretmen bey” diyaloglarıyla olmuş ve ben bundan mutluluk duymuştum. Selâma karşı köylülerin selâmla mukabelede bulunması yıllarca görev yapacağım bu köyde güzel işlerin olacağının işaretiydi sanki..

Sonra devam eden köy odalarında Nurlu buluşmalar sahneleniyordu; Başçavuş Komu seven camimiz.

Mektep ile medrese havasını soluyorduk köylülerle birlikte…

Çat’ın Mağarası

Erzurum’a bağlı Çat kazasının bir köyüydü mağara..

Bu garip ismi nereden ve nasıl aldığının hikâyesini bilmiyordum. Görev yapacağım bu köye tam iki günde ancak varabilmiştim atlarla..

Erzurum’un kar ile boranına bürünmüş dağlar ötesinde yer alan bu köyde fazla kalmamış ve biraz ötesindeki Gökçeşeyh’e tayinimizi yaptırmış birkaç yılımızı Gökçeşeyhlilerle paylaşmıştık.

Gece karanlıklarında kurt ve ayıların kaldığımız okul lojmanı etrafına gelip konakladıklarına şahit olduğumuz  Gökçeşeyh’deki günlerimizin, onun gecelerini etrafımıza topladığımız gençlerle köy odalarında Nurlu hakikatlerle değerlendirme içine girmiştik.

Vazifemizin sadece hizmete müteallik meseleleri anlayıp ve anlatma olduğu şuuru içinde kalarak etrafa yaymaya çalıştığımız, beslendiğimiz hakikatlerin paylaşımındaki şu dar-ı dünyadan da görmek mümkün olmuyor bazen…

Asıl önemli olan manevî kazançların dar-ı ahirette neşv u nema bulması hasreti içindeydik..

Yola düştük Mardin’e

Mardin, sıcak havası içinde sırtlandığımız eşyalarla Derik’e gidecek vasıta garajına yol alırken, Cenâb-ı Hak hiç ummadığımız bir şekilde dostumuz Mardinli Selim Beyi karşımıza çıkarmıştı..

Sıcak ilgi ve alâkasının akabinde ayrıldığımız Selim Beyden sonra Derik ilçesine bağlı Küfürlü Köyüne (İsmi sonradan Karataş olmuş) varmak üzere yola revan olmuştuk..

Köyde kalacağımız okul lojmanına yerleştiğimizde lojmanda ilk muhatap olduğumuz mahlûkat, kocaman bir akrep ile uzunca siyah bir yılan olmuştu.

“Her şeyin dizgini onun elinde” olduğuna inandığımız Yüce Rabbimizin merhamet ve kudretine dayanarak yaşadığımız günlerin o yörede mevcut bir çok problemin içinde tam üç yılımız geçmişti.

Yörede mevcut sıkıntılardan olan terör ve sosyal hayat içindeki sefalete dayalı problemlerin varlığı karşısında çok tecrübelerle birlikte ayrılarak Bursa’nın dağ ilçelerinden biri olan Orhaneli’ye bağlı Karesi Köyünde konaklamıştık görev icabı..

Ülkenin muhtelif yörelerinde dokuz yıllık öğretmenlik yıllarının akabinde doğuda sınır bir ilçe olan Van’ın Başkale ilçesine eğitim idarecisi olarak gönderilmiştik.

Burası Başkale

Sosyal hayatın aşirete dayalı bir seyir içindeki mevcudiyetinin yanı sıra terör denen belânın bu yörelerdeki varlığı görev yapmada öne çıkan zorluklarla iç içeydik.
Büyük bir ilçe, bir o kadar da problemleri mevcuttu..

Sekseni aşkın köyün bağlı olduğu ilçede görev yapmanın olumsuz şartlarıyla mücadele etmeyi de gerektiriyordu.

On yıla yakın bir zaman dilimi içinde görev yaptığımız bu ilçede oldukça zor günleri de birlikte yaşamıştık.

Mevcut problemlerin izalesi adına yapılacak çalışmaların doğru eksendeki eğitimle (din ve fen ilimlerinin birlikte) izhar edilecek projelerle birlikte yönetimlerin daha akılcı çözüm ve yaklaşımlar içinde olmasının yanı sıra yöre insanının da mevcut problemlerin aşılması yönünde çok işlerin düştüğü kanaati hasıl olmuştu bizlerde..

Ve, Van Merkez…
Garip bir tarihti Van’da ilk göreve başladığım tarih.. 28 Şubat 1996..
Tarih garip olur muydu?
Tarihi garipleştiren insanlardı elbette.
Bir zihniyet meselesiydi.. Olumlu ya da olumsuz zihniyetler…

Olumsuz zihniyetin varlık süreci kendini 28 Şubat süreci denen zaman dilimini yaşıyordum. Bir takım sebepler bahane edilerek görevden alınmıştık…
Yargı yoluna intikal eden görevden alınışımız birçok insan gibi bizi de mağdur etmişti.

Tam beş yıl sürmüştü… Bir mahkeme hakkımızda olumlu karar verirken, bir diğeri bozuyordu verilen kararları…

Yargı yolunun zorlukları içinde çarpıklıklarını yaşıyorduk…

Eğitim idareciliğinden öğretmenliğe döndürülüşümüz uzun sürmüştü.

Aradan yıllar geçmiş tekrar atanmıştık eğitim idareciliğine…

Doğup büyüdüğüm ve uzun yıllar görev yaptığımız mekânlardan uzak beldelere gidivermiştik.. Tarih, kültür ve tarımla özdeşleşen bir beldedeydik..

Adı Niceae, yenisiyle İznik..
Buradan da Bursa…
Bu da bizim hikâyemiz işte…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*