Bir öldün, bin dirildin

Malatya Yeni Camii’ndeyiz. Tarih, 23 Mart 2012. Cuma namazından sonra Niyaz-i Mısrî Vakfı tarafından düzenlenen mevlid programında Bediüzzaman, vefatının 52. yılında anılıyor… Ve Hutbe-i Şamiye eserinden pasajlar paylaşılıyor dinleyicilerle… Duygulu anlar ve Bediüzzaman ile dolu bir gün.

Ve aynı günün gecesinde Bediüzzaman’ı vefatının 52. yılında anma vesilesiyle saat 19.30’da Malatya Kongre ve Kültür Merkezi’nde, Niyazi-i Mısrî Kültür Vakfı tarafından hazırlanan programa katılım oldukça yoğun idi. Panelin yapıldığı ortama uzun süre giremiyoruz, hatta çoğu insan geri dönmek zorunda kalıyor. İlk etapta içeri giremediğimiz için üzülürken daha sonra Üstadımız için yapılan bir programa bu kadar yoğun ilgi gösterilmesi bizi hem duygulandırıyor, hem de şükre sevk ediyor… Üstelik hangi cemaatten olursa olsun bütün Risâle-i Nur okuyucuları orada tek bir vücut gibi. Zira hepsi asrın müellifinin dâvâsının varisçileri…

İlk önce konuşmacılardan Prof. Dr. Kâzım Yoldaş Bediüzzaman’ın meslek ve meşrebini anlattı. Üstadın cismen zindanlarda olduğunu, fakat kalbinin, ruhunun, aklının Allah’la ve O’nun isim ve sıfatlarıyla alâkadar olduğunu ve o duvarlar arasından insanlığa nasıl seslendiğini anlattı. Kâzım Yoldaş en son olarak ise Üstadın üç dileğinden bahsetti… Bunlar: Ezanın Arapça’ya çevrilmesi, Ayasofya’nın ibadete açılması ve Risâle-i Nur’un devlet eliyle neşredilmesi. İlki gerçekleşti ve bizler diğer iki dileğinin geçekleşmesi duâsına âmin dedik hep beraber…

İkinci konuşmacı olan Dr. Vehbi Karakaş ise ilk olarak Üstad’ın Peygamberî çizgisinden bahsetti. Zira Üstad da, Peygamberimiz (asm) gibi ne zulümler görmüştü ve kendisine zulmedenleri affetmişti. Peygamberimizi (asm) dâvâsından vazgeçirmek için Kureyşliler birçok teklifte bulunmuş, ama Peygamberimiz (asm) ‘Bir elime ayı, bir elime güneşi verseniz yine bu dâvâdan vazgeçmem’ demişti. Bediüzzaman da peygamberî ahlâkıyla, dâvâsından vazgeçmesi için kendisine yapılan tekliflere ve tehditlere beş para ehemmiyet vermemişti… Koyu bir istibdat döneminde insanlığa hayat veren eserlerini yayınlamıştı.

Daha sonra ise Üstadın tebliğ metotlarının ne kadar da etkili olduğunu özetledi… “Nefs-i emmâreme bir sille-i tedip” diyerek en evvel kendi nefsine sesleniyor Üstad… İşte bu yaklaşımı onu topluma sevdirmiş, eserlerinin okunmasında büyük bir rol oynamıştır… Asla kendine bir gavs veya kutup süsü vermemiştir. En aciz, en müflis olarak kendisini bilmiştir. Üçüncü konuşmacı olarak yazar Metin Karabaşoğlu ise Kur’ân’ın yansımalarını ele aldı. Üstadın Kur’ân’ı anlayan ve yaşayan biri olduğunu ve bu dâvâ uğrunda nasıl bir çalışma içerisine girdiğini ifade etti. Bediüzzaman, gençliğin Kur’ân’dan kopartılmak istendiğini anlıyor ve bütün hayatını Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez bir güneş olduğunu ispat etmek için feda ediyordu. Bizlere Kur’ân’ı anlamanın ve yaşamanın yolunu gösteriyordu…

Program son olarak ise Kur‘ân tilâvetiyle sona erdi. Program çıkışında ise Bediüzzaman’ın hayatını anlatan bir sergide saffı-ı evvel ağabeylerin hayatları ele alınmıştı…

Malatya Kongre ve Kültür Merkezinden ayrılırken Üstadı düşünüyoruz hep beraber. Barla denen küçük bir yerden başlayan ve şu an dünyanın her tarafına yayılan bir dâvânın içerisinde olmak ne büyük bir nimet… “Ölümüm hayatımdan ziyade dine hizmet edecektir” demişti Asrın Bedisi… Ve gerçekten de öyle oldu… Ayrıca “Nasıl ki bir tane tohum toprak altına girip ölmesiyle bir sümbül hayatını netice verir; bir taneye bedel yüz tane vazife başına geçer. Öyle de, mevtim, hayatımdan fazla o hizmete vasıta olur ümidini besliyorum” demişti. Ve bir bahar mevsiminde gidiyordu sonsuzluk ülkesine… Ve bugün o anılıyor Türkiye’nin her yerinde… Vefatının 52. yılında bütün dünyada o okunuyor…

Ey Üstadım, bir öldün, bin, yüz bin, belki de milyon dirildin!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*