Bir tavzih

Tavzihin açıklama mânâsına geldiğini elbette biliyoruz. Risâle-i Nur´un, tahribe uğramış Türkiye Türkçesini tamir edeceğini, gerek “dil mantığı” ve gerekse “kelime hazinesi” noktalarında Türkçemizi muasır medeniyet lisânı derecesine çıkaracağına olan inancımızı şu mukaddimede arz etmek istiyoruz.

Şu günlerde haricî cereyanlarca “sanal âlemlere” kaçırılmış nazarlarımız inşaallah yakında hakîkate döndüklerinde yine karşılarında evlerimizi süsleyen Risâle-i Nur´u bulacaklar. Kur´ân´ı Kerîm´den sonra en fazla neşir imkânı bulan bu eserler, Türkçemizdeki güzel inkılâbı gerçekleştirecekler. Mevlânâ Hz.’lerinin Mesnevî’siyle Osmanlı ve Fars edebiyatlarındaki tesirinin izdüşümünü Anadolu dil, kültür ve düşünce biçiminde Bediüzzaman´la yaşayacağımızdan “saman alevi” cereyanlara kapılıp hakîkatten ve merkezden uzak kalmamak gerekiyor.

Avrupa ve Amerika´daki “İsevî hareketin” mahiyetini tam anlayamayan bazı okuyucularımız haklı olarak itirazlarda bulunuyorlar. Paris´le birlikte tüm Batı Avrupa´ya yayılan “başörtüsü tartışması” münasebetiyle ortaya çıkan bazı şekil ve manzaraların hakikate tatbiki kolay olmuyor. Kiliseye mensup bir kaç din adamıyla, bir kaç Hıristiyan demokrat partili politikacının geleneksellik, yanlış rekabet ve rey kaygısı ile yaptıkları açıklamalar ve tutundukları tavırlar, meselenin genelindeki karektere tesir etmiyor. Belli yerlerde teşkilâtlanmamış, bütün mahfillerde bulunan ve Batı toplumunu dehşetli tahribatlardan haberdar ederek istikâmeti gösteren “Hakîki İsevî Ruhanilerle” resmî kiliseleri ve partileri burada karıştırmamak gerekiyor. Türkiye´mizdeki resmî din adamlarıyla, kemalizmle demokrasiyi özleşleştiren politikacılardan derde deva bir beyanat bekleyemeyeceğimiz gibi; fitnekâr ve cebbar ikinci Avrupa namına ekranlarda görünüp zihinleri müşevveş etmeye çalışan bir kısım kilise mensubu ile politkacıları da dinlememek gerekiyor. Beyanatlarının muhtevasına baktığınızda “11 Eylül´cü dinazorların sloganlarıyla” örtüştüğünü görecekseniz. Türkiye´de mazlum halkı hâlâ 31 Mart, Menemen, irtica ve Arap emperyalizmi sloganlarıyla korkutmaya çalışanlara ne diyecekseniz, Hıristiyanlarla Müslümanların arasında kurulmakta olan ittifakları bozmaya çalışanlara aynı şeyi söylebilirsiniz.

Türkiye´deki münafık din düşmanlığının karakterini tahlil etmeden, Avrupa´daki “ikinci Avrupalıların” mahiyetini bilmek ve oradaki hakîki İsevî ruhanileri tanımak pek mümkün olmaz. Halkımızın %98´nin Müslüman olduğunu söyleriz de, yetmiş seksen seneden beri Anadolu´daki İslâm şeairi düşmanlığını izah edemeyiz. Din ve vicdan hürriyetinde Avrupa´nın gerisinde kaldığımızın ve Müslümanlarımızın dinî vecîbelerini yaşamaları için Amerika, Kanada başta olmak üzere Batı Avrupa ülkelerine kaçışlarının sebepleri üzerinde durmayız. Devlet idaresine doksan seneden beri oturmuş Selanikliler hanedânı hakkında en dindar siyasetçimiz bile tek söz etmeden ülkeyi yönetmeye çalışır da, tüm ihtilâllerin faturasını askerlere çıkarırız. Türkiye´nin yakın geçmiş tarihi tahlil edilmeden, Müslüman olarak, Avrupa’yı ve Avrupa’nın ikiye bölünmüş şu halini anlamak mümkün değildir kanaatindeyiz.

Türkiye´de 1950´den bu yana çeşitli desiselerle millet iradesini isdibdatlarının devamı için paçalayanların kaç defa dindarları kullandıkları malumumuz. Hatta bugün hükümet olan vekillerimizin yüzde sekseni dünkü oyunların âletleriyle oynuyorlardı. Anadolu´daki şu tabloların mahiyetini öğrenemeden Hz. İsa´nın (a.s.) peşine düşmenin hiç bir manâsı olmaz düşüncesindeyiz. Türkiye´deki dindarların kapıldıkları tuzaklara benzer oyunların Avrupa´da da oynandığını kabullenmek çok zor olmasa gerek. Belli TV ve büyük gazetelerin bilgilerini doğru kabullenmek yine zamanı anlayamamaktan kaynaklanır. Dünya medyasının yüzde seksenini tekeline alarak, kıtaları desinformeye çalışanların hizmet ettikleri ikinci Avrupa´nın dehşetli tahribatını; Hıristiyanlık âlemi, Avrupa´daki insanî kuruluşlar ve buradaki ilim adamları bizden daha net gördükleri için; Roma adına Razinger, Amerika adına Bill Clinton, Avrupa adına Johannes Rau ve dünyanın insanî kuruluşları adına da Koffi Annan dünya halklarını teyakkuza çağırıyorlar.

Bizim için meselenin düğümü Anadolu´dadır. Anadolu´nun bağrından çıkarak Asya´ya “doğru İslâmiyeti”, Batı’ya “insaniyet-i kübrayı” anlatmaya devam eden Risâle-i Nur´a üstünkörü bakanlar, hatadan hatâya düşmekten kurtulamadılar ve kurtulamazlar. Zira bu dehşetli hadiselerin seyir biçimi ve onlardan insanlığın nasıl kurutulacağını bu eserlerde görüyoruz. Olayların hakiki yüzlerine ulaşmak kolay olsaydı insanlık belâdan belâya yuvarlanmazdı. Ekranlardaki konu mankenlerine itibar edenlere tavsiyemiz TV yerine doğru gazeteleri izlesinler. En güzeli “ahir zaman hadiselerinin seyir atlasını” temin edip pencerelerden bakmakla yetinsinler. O zaman dünyamıza ne ümitsizlik, ne teşviş ve ne de rehavet giremez. Bu ise bizi deccal ve süfyan komitelerinin tuzaklarından kurtarır.

Batıda; dünya barışı, insan hak ve hürriyetleri, çevre, dünya servetinin adaletli paylaşımı, aile, temel ahlâk ve teknolojinin insana faydalı kullanımı etrafında gergeflenen on binlerce sivil toplum kuruluşuyla münasebete geçip, “hakiki İsevîlere” yardım etmemiz, bizi şu Anadolu´daki münafık, müstebit ve şeair düşmanı cereyandan da kurtaracaktır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*