Birbirimizle imtihan olmak

İttihat ve ittifak ruhunu yaşayabilmek belki de bir Müslümanın en zor imtihanlarından biridir. Zira alacakları ücret taayyün etmediği için rekabet, faziletfüruşluk, inhisarcılık, şöhretperestlik düşünceleri bu ruhu bozabilmekte ve ittihat zeminini tahrip etmektedir.

Cenâb-ı Hak bizleri bir çok şeyle imtihan ettiği gibi, birbirimizle de imtihan etmektedir. Nitekim En’am Sûresi 53. âyette, “Biz onların bir kısmını diğerleri ile imtihan ettik” buyrulmaktadır. Bu yüzden bir camianın mensubu olarak veya diğer camialarla münasebetlerimizi imtihanın ayrı bir yönü olarak görmeli, zayıf damarları, menfi duyguları, düşünce ve tavırları birer imtihan unsuru olarak değerlendirmek şarttır.

Zira insan bu gibi hususlara imtihan gözüyle bakmaz ise, herkesin kendisiyle uğraştığı, kendisine ve cemaatine düşman olduğu, kimseye güvenilemeyeceği vs. gibi kirli düşünceler taşımaya başlar. Oysa bunların bir imtihan vesilesi olduğunu idrak etmek, bu tür düşünceleri yok edecek; hayır işlerin muzır manileri deyip, şevkini hiç kırmadan davasında kendi üzerine düşenleri yapmaya devam edecektir.

Evet, insan, kusursuz olmaz. Herkesi kusurlu gören bir göz acaba kendine döndüğünde kim bilir ne kadar kusurlu olduğunu fark edecek, bu farkın neticesinde de başkalarıyla değil, kendiyle uğraşmaya başlayacaktır. Kişinin kendini bilmesi, kendi kusurlarıyla meşguliyetini; kendi kusurlarıyla meşguliyeti Rabbini bilmesini, Rabbini bilmesi de haddini bilmesini netice verecektir.

Bizler ebedî saadete talibiz. Bu yüzden ucuz şeylerle, çakıl taşı hükmünde olan meselelerle meşgul olamayız. Çünkü, “dünyanın bin sene mesudane hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen cennet hayatına ve o cennet hayatının dahi bin senesi bir saat rü’yet-i cemaline mukabil gelmeyen bir Cemil-i Zü’l-Celâl’in daire-i Rahmetine ve mertebe-i huzuruna” talibiz. (20. Mektub)

İşte işlerin en kazançlısı, en zahmetli olanıdır kaidesince hedef bu kadar âlî olunca, himmet de o kadar yüksek olmak durumundadır. Bu hedefe giderken, bazen ayağımıza kendi kusurlarımız, bazen ehl-i dünyanın münafıkları, bazen nefsimiz, bazen de aynı dâvâdaki kardeşlerimizin sevmediğimiz tavrı, söz ve davranışları engel olarak takılabilir. Fakat hedef hatırına, davanın kudsiyeti hatırına baştan kabul etmek, imtihan vesilesi bilmek ve bu engelleri aşıp, tekrar hedefe doğru yürümek şarttır.

Bunun için de iman nazarıyla bakmak gerekir. İnsanların kusurlarından ziyade iyi yanlarını görebilmek hiç olmazsa taşımadığı olumsuzluklardan dolayı sevebilmek, takdir edebilmek en büyük bir erdem olacaktır.

İslâmiyet insanların kusurlarını araştırmamayı, sadece o taşıdığı kusur penceresinden bakmamayı yani diğer masum sıfatlarını mahkûm etmemeyi, gayr-i ihtiyarî olarak bir kusurunu gördüğü zaman da göz yummayı ve onları affetmeyi sadaka saymıştır. Âl-i İmran Sûresi 134. âyette, mü’minlerin vasıfları şöyle anlatılır: “O takva sahipleri ki, bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfkelerini yutar ve insanları affederler” buyrulmaktadır.

Evet, iyilerle, kendi kafa yapımıza uyanlarla geçinmek kolaydır. Maharet kötü gördüğümüz veya bize uymayan insanlarla iyi münasebetler içinde olmaktır.

Uhuvvet ve İhlâs risalelerinde, birbirimizle imtihanı kolaylaştıracak şu önemli ders, bir bakış açısı sunar: “Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip onların şerefleriyle şakirane iftihar etmek.”

Hâsılı, uhuvvet ve ittifak aklî, mantıkî ve iradîdir. Mü’minlerin tesanüt içerisinde yaşaması, aynı cemaatin mensuplarının kardeşlik duyguları içerisinde olması sadece aralarında hissî bir bağın olup olmaması ile alâkalı bir mevzu değildir. Uhuvvet ve tesanüt, duygu, düşünce, inanç ve itikat birliğini esas alarak mantıkî bir birlik meydana getirmektir.

Kardeşlik ve muhabbet esaslarının çıkış noktası bu olursa, aynı dâvânın mensuplarının birbirine düşmesi, rekabet etmesi, faziletfüruşlukta bulunması mümkün olmayacaktır.

Evet, uhuvvet için, ittifak ve tesanüt için kavlî duâ ile beraber, fiili duâ da yapmak şarttır. Zira buna mecburuz. Çünkü şahs-ı manevî haline gelmiş ehl-i dalâletin karşısına şahs-ı manevî oluşturarak çıkmak aklın gereğidir. Bu yüzden aynı davaya inanan insanların da bir şahs-ı manevînin azaları olduğunu hiç unutmaması; tesanüdü, uhuvveti, ittifakı esas alması, öncelikle Tevfik-i İlâhinin celbine vesile olacaktır.

Ayrıca, tefrikaya karşı uzlaşı, birlik ve beraberlik içinde yaşamaya gayret göstermek çok önemli bir sevap kaynağıdır. Birlik şuurunu yitirmiş, kardeşlik hislerini tahrip etmiş, birbirinin kusurunu araştırıp ifşa edip, birbirinin kurdu hâline gelmiş kimselerin hizmet adına başarılı olmaları, ortak hedeflere ulaşmaları mümkün olmayacaktır. Çünkü, “Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir.” Birliğini ve ittihadını bozanların hem şahsî, mânevî hayatlarında, hem de hizmete mütealik içtimâî alanda başarılı ve istikametli olması mümkün değildir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*