Birinci vazifemiz

Image
“Oku” idi insandan istenen ilk vazife. Hece hece kendini, satır satır yeryüzünü, sayfa sayfa âlemi okuyacaktı insan. Bunu da kendisini diğer canlılardan farklı ve üstün kılan akıl, düşünce, fikir nimeti ile başaracaktı.

Ne için ve nasıl okuyacağını, nereden gelip nereye gittiğini bilmeyen insana, merak ettiği tüm soruların yer aldığı bir de Kitap verilmişti. Yaş ve kuru ne varsa içinde bulunan Kur’ân’ı okuyacaktı insan. Kur’ân’ı okuyan, emir ve yasaklarına göre davranan, hem bu dünyada hem de ahirette huzur ve mutluluğa kavuşacaktı.

Gün geldi okumak da zor geldi insana. Bir çiçeğe “Çok güzel” dedi ama dediğiyle kaldı. Üzerindeki okunmak bekleyen isim ve sıfatları, gafletin kara perdesi gözünü kapattığından okuyamadı. Okumayı bilmeyene her bir tablo sönük ve kıymetsiz göründü. Ya tabiata, ya da sebeplere havale edildi.

Gün geldi Kur’ân’ın okunmasını istemeyen, okuyanlara da baskı ve zulmedenler oldu. Ve bir gün, asrın imamı, hakikatli, sadık bir rüyanın müjdeli tâbiri ile Kur’ân’ın etrafındaki surların yıkılacağını ve Kur’ân’ın kendi kendini açıklayacağını, müdafaa edeceğini bildirdi. Ve kısa zaman sonra bu hakikat, güneş gibi yeryüzüne yayıldı. Kur’ân güneşinin bu asrımıza bakan imanî âyetleri yazılıyor ve okunuyordu. Bu okuma-yazma seferberliğine hiçbir şey mani olamıyordu. Bu uğurda zindanlara atılsalar da, orada da daha gayretli bir şekilde okumaya devam ediyorlardı. Hapishaneler ıslahaneye ve birer ilim meclisine dönüşüyordu.

Hayatı ve eserleriyle hep okumayı ders veren Bediüzzaman Hazretlerini, en çok heyecanlandıran projelerinden biri de, fen ve din ilimlerinin bir arada okutulacağı bir medresenin inşâsı idi. Böylece fikirleri ve farklı kültürleri birbirine yaklaştıracak birlik ve beraberliğe bir yol açacaktı. Zira bütün cehalet, okuyamamaktan geliyordu.

Üstadımız her yerde ve her şartta okuyor ve okutuyordu. Kara zindanlar bir okuma mekânı olduğu gibi, yemyeşil dallarını sarkıtan ağaç gölgeleri de bir okuma mekânı oluyordu. Bu kimi zaman bir dağ eteği, kimi zaman bir ağaç kulübeciği oluyordu. Savaşta avcı hattında, vızır vızır kurşunların geçtiği bir anda dahi Kur’ân nurlarını yeryüzüne yaymak için okuyor ve yazıyordu. Hizmetin “imkânımız yok ya da yetersiz” gibi hiçbir engel ve mani taşımadığını, her şartın ve mekânın hizmete en uygun yer olduğunu hayatıyla ders veriyordu.

Merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabey, en mühim iki şeyin “1. Okumak, 2. Uhuvvet, ihlâs ve samimi hizmet” olduğundan bahsediyordu. Demek ki önce anlayarak, devamlı olarak okuyacağız, sonra da okumakla elde ettiğimiz ihlâs, uhuvvet ve samimiyetle hizmete koşacağız. Birinci vazifeyi yerine getirmeden diğerlerine geçmek olmuyor. Olsa da eksik olduğu için tam verim alınamıyor.

Ve gün geldi, Risâle-i Nur Külliyatı dünyada en çok okunan Kur’ân tefsiri ve en çok başvurulan ilmî bir kaynak olarak yerini aldı. Ne mutlu okuyan ve ihlâs, samimi gayret, sebat ile hizmete devam eden hamiyetperverlere…

Not: Gazetemizin 40. yılını kutlarken tüm okur ve yazarlarımıza da tebrik ve teşekkürlerimizi sunuyoruz. En çok okunan gazetenin Yeni Asya olduğunu söylersek abartmış olmayız. Tirajı yüksek olan gazeteler gibi beş dakika içinde önemli başlık ve resimlere bakılıp geçilen bir gazete olmadığı için; her sayfası, her köşesi satır satır dikkatle okunduğu için Yeni Asya en çok okunan gazetedir.

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*