Bişr İbnü´l Bera (?-628)

Bişr’in çocukluğu ve İslâmiyet’ten önceki hayatı hakkında pek bilgi yoktur. Hakkındaki mevcut bilgiler daha çok Müslüman olduktan sonraki döneme aittir.

Dolayısıyla ne zaman ve nerede doğduğu kesin olarak bilinmemektedir.

Bişr ibnü’l Bera, Hicretten evvel İslâmiyet ile müşerref oldu ve iman etti. Babası da iman ettiğinden ikisi birlikte İkinci Akabe Biatı’nda hazır bulundular.

Hicret izni ile birlikte gelen Mekkeli muhacirler ile Medineliler arasında kardeşlik bağı teşkil edilmiştir. Peygamber Efendimiz (asm) Mekke ve Medineliler arasında kardeşlik bağını teşkil ederken, Bişr ile Vakıd bin Abdullah arasında bu bağı teşekkül ettirdi.

Peygamber Efendimizin gelmesinden evvel, Yahudiler O’nun hakkı için, şirk içinde yaşayan Evs ve Hazrec kabilelerine karşı Allah’tan yardım diliyorlardı. Aynı zamanda Peygamberin Yahudiler arasından çıkacağı beklentisi içinde bulunuyorlardı. Peygamber Efendimiz (asm) Araplar arasından gönderilince de iman etmedikleri gibi, inkâr etme yoluna gittiler. Bu tavırlarına şahit olan Bişr ibnü’l Bera, Muaz bin Cebel ve Davud bin Seleme onlara, “Ey Yahudiler topluluğu! Allah’tan korkun ve Müslüman olun. Biz şirk üzere bulunduğumuz zamanlarda, siz Muhammed’in hakkı için Allah’tan yardım diliyordunuz. Onun geleceğini haber veriyor ve özelliklerinden söz ediyordunuz” diyerek, imana dâvet ettiler. Ancak, onlar bu dâvete icabet etmediler. Daha sonra Kur’ân-ı Kerim’in şu âyeti nazil oldu:

“Ellerindeki Tevrat’ı tasdik eden bir kitap bir kitap Allah katından gelince onu inkâr ettiler. Halbuki daha önce o kitapla müşriklere üstün gelmek için duâ ediyorlardı. Tanıdıkları ve bekledikleri o kitap kendilerine gelince bu defa onu inkâr ediverdiler. Allah’ın lâneti işte böyle kâfirler üzerinedir.” (Bakara, 89. Şaban Döğen; Kur’ân-ı Kerim’in Açıklamalı Türkçe Meali, Yeniasya Neşriyatı, İstanbul, 2005, s. 36)

Bişr, Müslümanlar ile Mekke müşrikleri arasında cereyan eden ilk büyük savaş olan Bedir Savaşı’na katıldı. Bedir kahramanlarının arasında yer alırken, çarpışmalarda okçu olarak bulundu ve ön saflarda savaştı. Daha sonraki Uhud Savaşı’nda da bulundu. Savaşın başlamasından kısa bir süre sonra müşriklerin ordusu bozulmaya başladı. Orduları yavaş yavaş çözülüp bozulma ve kaçmalar başladı. Bunu gören ve Peygamber Efendimiz tarafından Uhud Dağı eteklerine yerleştirilmiş bulunan okçular yerlerini terk etmeye başladılar. Oysa ki, yerlerinden ayrılmamaları için kesin emir verilmişti.

Uhud Savaşı giderek şiddetlenirken, Peygamber Efendimiz de birçok yerinden yara aldı. Hatta, müşrikler tarafından öldürüldüğü şayıası yayıldı. Bu durum Müslümanlar arasında büyük bir üzüntü ve şaşkınlığa yol açmaktaydı. Peygamber Efendimizin (asm) ölmediğini ve savaşmaya devam ettiğini gören sahabeler yanına gelerek savaşa devam etmeye ve Kâinatın Efendisini korumaya çalıştılar. Aralarında Bişr ibnü’l-Bera’nın da bulunduğu birçok sahabi, Peygamber Efendimizin etrafında bir halka oluşturarak vücutlarıyla onu korumaya çalıştılar ve büyük bir kahramanlık örneği sergilediler. Bunlardan bazıları; Bişr ibnü’l-Bera, Ali bin Ebu Talib, Sa’d bin Ebi Vakkas, Ebu Talha bin Sâb, İbni Mazun, Mikdat bin Amr, Zeyd bin Harise, Hatıb bin Ebi Beltea, Utbe bin Ebi Gazvan, Haraş bin Samme, Ebu Naile, Selkan bin Sülafe, Katade bin Numan…

Peygamber Efendimiz, cimriliği en çok elem veren hastalıklardan biri olarak ifade buyurmuştur. Peygamber Efendimiz zamanında, Müslüman kabileler kendi içlerinden birini başlarına başkan tayin ederlerdi. Bunlardan birisi de Bişr’in mensubu bulunduğu Beni Seleme Kabilesi idi. Bu kabileye mensup bir heyet Peygamber Efendimize gelerek başkanlarının cimriliği ile tanınan Ced bin Kays olduğunu ve bu durumdan memnun olmadıklarını dile getirdiler. Peygamber Efendimiz de, cimriliğin büyük bir elem veren hastalık olduğunu kendilerine söyledikten sonra, başkanlarının da Ced bin Kays yerine, Bişr ibnü’l Bera olduğunu buyurdu ve böylece Bişr’i kabilesinin başına başkan tayin etti.

Bişr ibnü’l Bera Hendek Savaşı’nda da bulundu. Hudeybiye Anlaşmasında bulunduğu gibi, Hayber’in fethine de şahit oldu. Hayber’de musalahanın sağlanması ve Hayber’in fethinden sonra Peygamber Efendimiz (asm) bir süre Hayber’de kaldı. Bu arada Yahudiler de teslim olmuşlardı. Bir süre sonra, Bişr’in zehirlenerek şehit olmasına sebep olacak, bu arada Peygamber Efendimizin de mucizesinin vuku bulacağı bir hadise gerçekleşecektir.

Risâle-i Nurda da aktarılıp Bişr’in isminin zikredildiği zehirlenme olayına (Mektubat, 1994, s. 137-138) Zeynep adındaki bir Yahudi kadın sebep oldu. Hayber’de bulunan Peygamber Efendimiz ve ashabına ikram etmek üzere bir koyunu pişiren Sellam bin Mişkem’in karısı Zeynep, daha sonra ete çok güçlü bir zehir sürdü. Peygamber Efendimize haber göndererek ziyafet vermek istediğini bildirdi. Peygamber Efendimiz yanında Bişr ibnü’l Bera’nın da aralarında bulunduğu sahabeyle dâvete icabet etti. Etten bir lokma alıp ağzına götürdükten kısa bir süre sonra yutmadan çıkardı. Etin zehirletildiğini anladı. Sahabeye, hemen etten uzak durmalarını ve lokmalarını yutmamalarını emretti. Ancak, bu sırada Peygamber Efendimiz gibi, Bişr de ağzına bir lokma almış. Etin zehirli olduğunu bilmediğinden yutmuştu. Zehirin etkisiyle vefat etti. Bazı rivayetlerde, yine zehirin etkisiyle bir yıl sonra vefat ettiği belirtilmiştir.

Bişr ibnü’l Bera’nın vefatına sebep olan işi gerçekleştiren kadın bulunarak Peygamber Efendimizin huzuruna çıkarıldı. Peygamber Efendimiz bu işi niçin yaptığını sordu. O da öldürmek kastıyla yaptığını itiraf etti. Zeynep, Peygamber Efendimizi öldürmek istediğini bildirdi. Ayrıca, eğer gerçekten bir Peygamber ise etin zehirli olduğunu anlayacağını ve bunun mutlaka Allah tarafından kendisine bildirileceğini, şayet Peygamber olmayıp bir (haşa) yalancı ise öleceğini ve böylece kendilerinin de ondan kurtulmuş olacaklarını, sözlerine ekledi. Peygamber Efendimiz kadının öldürülmesine izin vermedi. Bir rivayete göre, Peygamber Efendimizin (asm) mucizesine şahit olan Zeynep Müslüman oldu. Diğer bir rivayete göre kısas niyetiyle Bişr’in akrabalarına teslim edildiği ve akabinde öldürüldüğü nakledilmiştir. (M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, 14. C., İstanbul, 1981, s. 200-204).

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*