Biz böyle değildik

Eğlenmek için bahane arayan bir topluma mı dönüşüyoruz? Hani karakter zaafına sahip, yüzeysel ve uçarı tipler vardır. Konuştuğunuz her cümlede gülmek için bahane ararlar ya… Şu son yıllarda Türkiye’mizin, bilhassa şehir hayatının müşevveş ve pusulasız bıraktığı toplumların da, eğlence ile sefahet arası bir arayış meyline düştüklerini müşahede ediyoruz.

Bundan otuz sene önce Avrupa’ya ilk gittiğimizde, sefahete düşkün bir kısım Almanların en küçük bir vesileyi bile değerlendirmelerine “Pes doğrusu!” demiştik. Okulda, caddede, işyerinde küçücük gerekçelerle masalara bira fıçıları yerleştirenleri zamanla anlamaya çalıştık: İş hayatlarının dışında düşünmek istemeyen, manevî değerlerden kopmuş, fazileti öğrenememiş, sosyal hayatta insanlığa faydalı çalışmayı reddeden bu sefih insanların—kendilerine göre–en güzel meşguliyetleri biralarını içip sarhoş olmaktı… Doğum günleri… Karnavallar… Bahar bayramları… Noeller ve daha pek çok irili ufaklı sebeplerle Avrupalılar sarhoş olmak istiyordu. Hayatın gayesini bilemedikleri için realitelerin abus çehresinden kaçıyorlardı.

Biz böyle değildik. Bayramlarımız, geleneksel şenliklerimiz, dine ve ananeye dayalı cemiyetlerimizle toplanmalarımız, gülmelerimiz ve eğlenmelerimiz böyle değildi. Millî karakterimizden gelen ağırbaşlılığımız, nezih toplanma ve eğlenme tarzlarımız, bizi maskaralıktan koruyan insanî değerlerimizle, aktüel Batı toplumunun mantıksız ritüellerinden tamamen farklıydık… Ama bu farkın 12 Eylül ihtilâliyle birlikte kapanma sürecine girdiğini otuz küsur sene sonraki tahlillerle daha iyi anlıyoruz. Kanaatimizce ihtilâlcilerin başlattığı menfî süreci, mal ve cah hastalığına müptelâ olmuş “siyasal dindarlar” devam ettiriyorlar. Dünya hırsının düşünme melekesinden mahrum bıraktığı bu kitlenin kimliğinin git gide silikleşmesi, modern toplumda “orijinal değerlerine” sahip çıkmaması, bütün semavî dinlere düşman “yeni kapitalizm”in Paris, New York ve Londra’dan başlattığı her nev’î modalara isteyerek koşuşturması, günümüzde toplumumuzun ve bilhassa gençliğin pusulasını bozmuş, millî yapısıyla irtibatını koparmış ve dindarlıklarını da içi boşaltılmış bir iskelete dönüştürüyor.

Mücerretten müşahhasa geçelim isterseniz. Okuldan mı başlayalım, yoksa sokaktan mı? AKP iktidarıyla dünya ile biraz daha kucaklaşan bir kısım “yeni zenginlerimizin” çocuklarının İstanbul, Ankara, Bursa veya Kayseri gibi şehirlerdeki özel okullarda girdikleri yörüngeyi zavallı veliler “insanî, millî ve dinî” zannediyorlar. İngilizce kompleksiyle Londra ve New York’a kalplerini kaptırmış okulların eğlence, anma veya mezuniyet merasimlerinde, iki-üç göstermelik dinî veya millî unsurdan sonra ortaya dökülen programların yekûnu gayet kaba, çirkin, insanî değerleri inciten kopyalardan ibaret. Baştan sona İngilizce pop müzikler, Türkçede müstehcen ve laubali arabesk parçalar ve tabiri caizse estetiğimize adeta küfreden repertuarlar… Çocukların giysilerine baktığımızda yozlaşma bu defa gözlere vuruyor. İşin ilginci; Kurban ve Ramazan Bayramları dışındaki onlarca küçük bahane ile bu tabloları okullarımız “Türklük” adına sergiliyorlar.

Demokrasiyi ve hürriyeti dinden uzaklaşmak ve insanî değerlerden soyutlanmak olarak kabul edenlere karşı, siyasal dindarların “halk adına” ortaya koydukları bu kompleksli tavrın, bin seneden beri bu mübarek topraklar üzerinde insanlığı bayraklaştırmış ecdadımızın ruhlarını kabirlerinde fevkalâde rencîde ettiğini düşünüyoruz. İnsanlıkla, imanla veya millî değerleriyle alâkasını kesmişlere karışmıyoruz. Onlar kendi dünyalarında inançlarına göre eğlenir ve yaşar. Ama dindarlarımızın da modernite kompleksleriyle onlara uyması ne hazin.

Avrupa’nın ciddî ve ahlâkî kaygılara sahip insanlarının da tasvip etmediği hokkabazlıkların İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlere taşınmasını büyüyen gözlerimizle takip ediyoruz. Avrupa’daki medenî güzellikleri, şehir plân ve imarını, dükkân ve sokak düzenlerini es geçip bu sefaheti Türkiye’ye modernite kompleksiyle getiren belediye başkanlarına tepki vermek gerekmez mi? Yine aynı belediyelerin milletin kesesinden düzenledikleri “festival” divaneliklerine ne demeli… Beldenin insanına zarardan başka birşey vermeyen, sefahet, rezalet, israf ve gürültünün iç içe geçtiği programlar, yer yer Avrupa’daki örneklerini bile geçiyor.

Birileri, “Peki bize eğlenme yok mu?” diye itiraz edebilir. Her millet kendi değerleri çerçevesinde, kültürünün, hars ve estetiğinin üslûbuyla eğlenir, değil mi? Bizim ikazımız; eğlenelim derken, milleti Avrupa’ya mudhike yapan siyasetçilere. Vekil, başkan, bürokrat veya muhtar oldunuz. Ecdadımızın bin senelik İslâmî bayraktarlığı terk ederek, töre ve geleneklerimizden sıyrılarak ve Avrupa’nın sefih dinsiz kısmının kuyruğuna tutunarak eğlenmek size yakışmıyor, diyoruz. İnsanî değerler çerçevesinde, dinimizin müsaade ettiği dairede ve millî karakterimizi incitmeyecek tarzda elbette eğleneceğiz. Bediüzzaman’ın tabiriyle, bizimle söz konusu sefih ve dinsiz “medeniyet” arasındaki dere pek derindir. Komplekslerinizle onlarla aynı mahfilleri ve sofraları paylaşıp o dehşetli uçurumu kapatamazsınız. Ancak onlara yaşayışınızla, çocuklarınızla ve sevdiklerinizle iltihak edersiniz ki, bu da netice olarak maddî ve manevî felâketleri netice verir. Kendinize de, temsil etmeye çalıştığınız millete de yazık edersiniz…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*