Biz ki, son şahitlerin şahitleriyiz!

Üstad Bediüzzaman’ın şahsını görmeyip de, Risale-i Nur’u okuyup tanıyarak Nur Talebesi vasfına malik olanlar; Üstad’ın hizmetkârlarını ve hatta sadece onun şahsını ziyaret etmiş olanları daima merak etmişler, onları ziyaret etmek ve hatıralarını dinlemek için gayret sarfetmişlerdir.

Üstad’ı gören, bir veya birden fazla ziyaretinde bulunup, nasihat ve tavsiyelerini alanlara en başta Yeni Asya, “Son Şahitler” dedi. Zamanla bu tabir ve ünvan tam yerini buldu ve benimsendi.

Ve artık son şahitlerimiz de ahirete göçtüler, göçüyorlar. Çok az sayıda hayatta olan varsa da, iyice yaşlandıkları için eskisi kadar gezemiyorlar, gezdirilemiyorlar.

Yani öyle görülüyor ve anlaşılıyor ki, bir zaman sonra gençlerimiz artık Son Şahitler’in şahitlerini de dikkatle takip edecekler, onları yaşayan kaynak olarak görecekler.

Altı yıl önce vefat eden Vanlı “Hacı Baba” ünvanlı bir son şahidimizin şahidi olarak ardından yazdığımız makalenin altına, Münih’ten Sezai Mumcu kardeşimizin yazdığı yorum da bizim kanaatimizi destekler mahiyetteydi.

Şöyle diyordu:

“Bu güzel kısa biyografi mahiyetindeki Son Şahitler’den Hacı Baba hakkındaki anıları, ruhlarına Fatihalar göndererek okurken aklıma geldi ki; siz Son Şahitleri, onların Üstad hakkında bizlere ilettikleri gibi Risale-i Nur dairesine ait hatıratlarını mutlaka gelecek nesillere iletmelisiniz. Laakal yazarlarımızın Son Şahitlerle olan hatıratları müşterek bir eser vesilesiyle gelecek nesillerle paylaşılmalıdır. Münferiden kitap haline getirilmesi bile çok değerli kazanım olacaktır.”

İşte sadece Van’da şaihitlik yaptığımız Son Şahitler’den ilk akla gelenler: Celal Alıcı, Raşit Övet, Selâhaddin Akyıl, Muzaffer Küçükyıldız, Abdullah Çayırlı, Fahreddin Sayı, Cahit Ünsal, Hamid Kuralkan, Rahmi Erdem, Kâmil Acar, Kinyas Kartal, Haydar Süphandağlı.. Ve hizmetkârlarından Molla Hamid, Molla Münevver, Emin Çayırlı, Ali Çavuş (Hacı Ali Aras)… Bu muhterem zevattan ikisi hariç hepsiyle görüşmelerimiz, bazılarıyla da hizmet ortamlarında uzun beraberliğimiz olmuştur.

Görüp yaşadıklarımıza ilâveten şahitlerden dinlediklerimizi ve bugüne kadar yazılanları da katarsak kitaba dönüşür de, şimdilik iki-üç makaleyle yetinmiş olalım.

Çocukluğum ve dâvâdan habersizliğim döneminde dâvâ adına yaşananları bile; çocukluktan gençliğe geçiş dönemiyle birlikte dâvâya dahil olduğumda duyarak ve okuyarak heyecanlanmıştım.

Ve artık bizzat şahitlik dönemiz başlamıştı.

CELAL ALICI

Bir Celal Alıcı Ağabeyimiz vardı ki, dâvânın sembol bir şahsiyetiydi. İki defa Üstad’ı ziyaret etme bahtiyarlığına eren son şahitlerdendi. Uzun boyu, güzel ve mütebessim siması, başındaki beresi, pehlivan yapısı ve tatlı lisanıyla dikkat çekerdi. Vefatında, Bekir Berk Ağabey gazetemizde “Van’dan bir yıldız kaydı” diye yazmıştı. Zira o da hayatıyla, yaşayışıyla; Nur’u, İttihad’ı ve Yeni Asya’yı neşretmişti.

Celal Alıcı Ağabey, henüz İttihad ve Yeni Asya yokken de, çok nadir olarak basında çıkan Üstad’la alâkalı müsbet bir haber veya yorumu teksir edip cemaate dağıtırmış. Aleyhte olanlara da cevaplar hazırlatıp, o cevabı neşredebilecek yüreğe sahip bir mevkuteyi ararmış. Hatta biz lise birinci sınıfta iken bize de bir vazife vermişti. Nihal Atsız’ın, Karl Marks ile Said Nursî’nin iktisadî görüşlerinde benzerlikler olduğunu iddia eden bir yazısına karşılık cevap niteliğinde bir çalışma yapmamızı, ben ve diğer bir arkadaşımdan istemişti. Biz de heyecanla geceli gündüzlü Risale sayfalarını çevirerek bir şeyler yazmıştık. Sonra anladık ki, ağabeyimizin maksadı sadece bizi araştırmaya teşvik etmekmiş..

Evet, biz ki son şahitlerin şahitleriyiz. Son şahitlerle görüşmelerimizin ve hatıralarımızın hakkını zekât nispetinde de olsa çocuklarımıza ve gençlerimize aktarmaya devam edelim inşaallah, duâlarınızın bereketiyle..

Hemen ifade etmeyi faydalı gördüğüm bir husus var.

O da şudur: Kendilerine “son şahitler” dediğimiz Üstad’ı gören ağabeylerin anlattıkları büyük ölçüde kayıtlara geçmiş, ilgili kitaplarda veya gazetemiz sütunlarında yerlerini almıştır. Onlar Üstad’tan gördüklerini ve dinlediklerini anlatmışlar.

Biz ise, bu çalışmamızda; tanıdığımız, yakınında bulunduğumuz son şahitlerle alâkalı yazarken, onlardaki hal ve davranış tarzlarını da yeri geldikçe tasvir çerçevesinde bir çeşni tadında sunmaya çalışacağız.

Meselâ, 15 Eylül 2020 tarihinde vefat eden Selâhaddin Akyıl Ağabey, tanıştığımız son şahitler arasında belki de en fazla beraber olduğumuz bir ağabeyimizdi. İttihad Gazetesi’ni, Yeni Asya’yı ve Risale-i Nur’u tanımaya başladığım aynı sıralarda Van’da tanışmışız, sonrasında da sık sık görüşmüş ve hizmet zeminlerinde beraber olmuşuz.

Nurlar’ı ilk tanıdığımda (yaş 15 civarı) esnaf olan iki ağabeyim derslere gitmeme mani olurken, yine esnaf olan Selâhattin Ağabeyin büyük desteğine ve himayesine nail olmuşuz.

Bir defasında ben Nur dersanesinde iken hışımla dersaneye gelen ağabeyimi dershane kapısında karşılayan ve onu teskin edenler arasında Selâhattin Ağabey de vardı. (Ama çok geçmeden muhalif olan ağabeyim Nurlar’ı tanıyacak ve kahraman bir talebesi olacak.)

O sıralarda Ankara Merkez Vaizlerinden Rıza Çöllüoğlu Van’a gelmiş vaazlar veriyor. Bir vaazını dinleyen İsmail Ağabeyim, Selâhaddin Abinin dükkânına giderek, o zatın vaazını anlata anlata bitiremez. Ama neden sonra Selâhaddin Ağabeyin kendisini hiç dinlemediğini fark eder ve serzenişte bulunur.

Selâhaddin Ağabey ona: “Bak Hoca kardeş, senin bu hocalar Risale-i Nur’a kulak verip dinliyorlar mı?”

(Gerçi merhum Şaban Döğen yazarımızın, bir yazısında Rıza Çöllüoğlu’nun neden Risale-i Nurlar’ı daha erken okumadığına hayıflandığını ve geceli gündüzlü Risale okumaya başladığını yazmıştı. Rabbim her ikisine de rahmet eylesin.)

Selâhaddin Ağabeyin kendine has tepki, tedbir ve duruş misalleri vardı. Tebessümüyle, gülmesiyle, sessizliğiyle, konuşmasıyla, hatta bazen konuşmamasıyla, yahut anî müdahelesiyle, veya kalkıp gitmesiyle de ders verirdi. Bazen de medresedeki derslere gitmeye biraz ara vermesiyle bile ders verirdi. Dükkânına gidip, “ağabey bir süredir göremiyoruz, hayırdır” diye sorana, “sen orada mıydın?” diye sorar, o da ‘evet’ deyince, ardından “hangi Risaleden ne okundu?” diye sorar, o da “hatırlamıyorum” der. Selâhaddin Ağabey, “ama ben evde hangi Risaleden, neleri okuduğumu söyleyeyim” der ve anlatır.

Derste bir müdahelesinden de biz garip nasiplendik. Her nasılsa bize de bir ders okumak düşmüş. Hazırlık falan yok. Mektûbat’tan tarikatla alâkalı Telvihat-ı Tis’a’yı açıp okumaya başladık. Tarikatın faydalarını okuduktan sonra Fatiha çekince, hemen müdahele etti. “Kardeşim, madem ki faydalarını okudun, devamındaki vartalarını da okumazsan o dersten istifade nakıs kalır.”

Selâhattin Ağabey’in; Nur dâvâsında yirmiye yakın hapis, mahkeme veya nezaret görmüş bir kahraman olduğunu, yeri geldikçe onun anlatımlarından öğrenmekle beraber, bazılarına da bizzat onun yakınında şahitlik yapıyorduk. Zira biz Nurlar’ı tanımaya başladıktan sonra da nezaretler, hapisler ve mahkemeler henüz onun yakasından düşmemişti. Bir defasında başına bere koyduğu için sorguya çekilmiş, bir gün nezarette kalmış. Başka bir zaman dükkânına astığı levhalardan dolayı sorguya çekilmiş. Ama hiçbir zaman kendisinde ufak bir yılgınlık emaresi görülmediği gibi, bilâkis sadâkat ve azmi daha da pekişiyor, şevk ve gayreti daha da artıyordu.

Van’ın İskele Mahallesi’ndeki hapishanede 1973 senesinde ziyaretimiz esnasında birlikte çektirdiğimiz fotoğraf hâlâ albümümdedir. Onun gayretleriyle ayakta kalan (diyebileceğimiz) Yeni Asya bürosuna da nezaret ettiğim günlerde bu ziyaret gerçekleşmişti.

O fotoğraf albümde dururken, bizi de hayalen; güneşli bir günde hapishane bahçesinde neş’eli ve gülen yüzle bizi karşılayan Selâhaddin Ağabeyin ayak üstü sohbetine götürüyor. Ekmeğe-suya-havaya olan ihtiyaç kadar, oradaki mahkûmların Risale-i Nur’a muhtaç olduklarını anlatıyordu bize..

Van’da; Nurlar’ı tanımasa da, Nurcu Selâhaddin’i tanımayan yok gibiydi. Bir defasında yine bir ders yerine baskın esnasında alıp götürülüp nezarete atılmış.

Sabah karakoldan çıkarken onu tanıyan bekçi, “Bırak bu dâvâları abi, işine ticaretine bak” dediğinde, aralarında kısa bir diyalog başlıyor.

S. Ağabey: Sen geceni nerede geçirdin?

Bekçi: Rahat yatağımda.

S. Ağabey: Şu anda ben kârdayım.

Bekçi: Neden?

S. Ağabey: Çünkü rahat geçen bir geceden sonra zahmetli ve meşakkatli bir gündüz senin için başladı. Ben ise, meşakkatli bir geceden sonra aydınlık ve güzel bir güne döndüm. “Zeval-i lezzet elem olduğu gibi, zeval-i elem de lezzettir.”

Aslında Selâhaddin Akyıl Ağabeye şahitliğimizin serencamına kalemimiz henüz doymadan, şahidi olduğumuz Fırıncı Ağabey (Mehmet Nuri Güleç) 3 Ekim 2020 Cumartesi sabahı vefat edince; onun ailesine ve sevdiklerine bir taziyename mânasına da gelmesi ümidiyle ona yöneldik ve kalemimizi ona tahsis ettik.
Ancak Fırıncı Ağabey gibi, Nur dâvâsı sahilinde bile renkli ve hareketli bir hayat serüveni olan bir şahsiyet hakkında söz söylerken, kılı kırk yararcasına dikkatli bir üslûbu yakalamanın zorluğunu daha en başında hissettiğimi itiraf etmeliyim.

Bu histen azade kalarak, tam bir huzur ve ferahlık içinde, hür bir eda ile beyanda bulunmanın yolunu âcizane şöyle yakaladık:

İçtimaî ve siyasî açıdan misyon aynasında göze çarpan dalgalanma ve kırılmaları hiç nazara almadan yazmak..

(Eğer illa nazara alınacaksa, bunu gazetenin sorumlu ve yetkili kalem erbabına havale etmek. Ki gazetemizin Tahlil köşesinde bu özetlendi zaten.)

Zübeyir Ağabey’in bizzat nezaretinde neşriyat hizmetlerinde vazife alan “Üç Mehmetler”den biri olarak yazmak..

İttihad’ın kuruluş yılı olan 1968’den itibaren Risale-i Nurlar’ı medya lisanıyla tanıtımındaki gayretlerine şahitliğimizi yazmak..

İttihad ve Yeni Asya ile birlikte tanıdığım ve hizmetlerine bizzat şahit olduğum Fırıncı Ağabeyi yazmak..

Risale-i Nur’un diğer dillere çevrilmesinde ve dünyaya tanıtılmasında büyük gayretleri olduğuna şahitliğimizi yazmak..

İstanbul Çarşamba’daki evini 1953 senesinde Üstad’a tahsis eden ve Hazret-i Üstad’ın üç ay kadar kalması lütfuna mazhar olan bir ağabeyi yazmak..

Ve nihayet, 4 Ekim 2020 Pazar günü Eyüb Sultan Kabristanı’ndan Dar-ı Beka’ya duâlarla uğurlanırken, biz de üzüntülerimizi ve taziyetlerimizi Avusturya’dan iletirken; “Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına alet olmak ihtimali..” olan ve kardeşi kardeşten ayrı düşüren gaddar siyaseti de Kadir Mevlâ’mıza şikâyet etmek!..

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*