Bizi Eşyadan Esmaya Duygularımız Ulaştırır

Varlık düzeni esas olarak aklın işleyişini mi, yoksa kalbin işleyişini mi merkeze koyuyor? Bütün işleyişin nihai meyvesi duygular olduğuna göre aslında kalp merkezli bir varlık düzeninde yaşıyor olmalıyız. Akıl varlığın mantık kuralları çerçevesinde değerlendirilebilmesi için en önemli araçlardan biri olmalı. Ancak bu melekenin işleyiş alanı ve sahip olduğu veriler, ortaya koyduğu sonuçlar açısından büyük önem arz ediyor.

Mantık kuralları, aklın üzerinde ilerleyeceği yol açma anlamında önemli bir alt yapı oluşturuyor ve insanın maddi âlemle ilişkilerini belirleme açısından önemli bir yere oturuyor.

İnsanın mülk boyutu ile olan ilişkileri esas olarak matematik ve mantığın belirlediği bir alana oturtulabilir. Varlık âleminin işleyiş kuralları çerçevesinde doğru ilişkiler ancak, bu çerçeveye oturtulabilir. Zaten mülkün katılığı ve işleyen kuralların pek esnek olmaması çoğunlukla bu duruma zorlamaktadır. Matematik kurallarının işlediği akıl ve mantık alanında bu kurallara uymama, bir anlamda fıtrî şeriat kurallarına itaat etmeme anlamına geldiği için, çoğunlukla maddi çarkların işleyişi içinde ezilme sonucunu doğuracaktır. Aklın ve matematiğin alanında bilim kuralları işlemekte, çünkü bilimin ana yapısını bu alanın incelenmesi sonucu ortaya çıkan kurallar oluşturmaktadır. Maddi planın şekillendirilmesinde akıl ve bilim gerçekten çok önemli yol gösterici unsurlar ve esas alınması, dikkat edilmesi gereken belirleyicilerdir. Bu unsurlar maddi varlığın işleyişini okudukları için onlara uyulmaması yine varlığın işleyişi ile cezalandırılacaktır. Böyle bir itaatsizlik başarısızlık, geri kalmışlık, refah seviyesinin düşüklüğü, hayatın kalite düzeyinin azalması gibi sonuçları doğuracaktır.

Hayatımızın ve şu ana kadar yaşanmış insanlık tecrübesinin önümüze koyduğu çok önemli bir tecrübe de varlığın yalnızca maddeden ibaret olmadığı ve işleyişin tamamını aklın işleyiş kurallarına sığdırabilmenin ve matematiğin verileri ile izah edebilmenin mümkün olmadığıdır. Âlemlerin Yaratıcısı’nın özelliklerinde, yani sıfatlarında çoğunlukla matematiğe ya da doğru yorumlanmış bilime aykırı bir taraf olmamalıdır. Çünkü matematik ve bilim O’nun maddi âlemde işleyen ve âdet haline dönüştürdüğü uygulamaların bir sonucu olup kaynağını O’ndan almaktadır. Ancak bunlar O’nun özelliklerinin ve sıfatlarının sadece belirli bir açıdan görünüşünü, sadece maddî planda algılanan şeklini ifade etmektedir. Orada yansıyanlar O’nun özelliklerinin tamamı olamazlar ve O’nun sahip oldukları maddi âleme ve aklın alanına tamamen sığmayacak kadar geniş ve maddenin kuşatamayacağı şekilde sınırsızdırlar. İnsan ise O’nu anlamaya, O’nu hissetmeye, O’nu sezmeye namzet olarak yaratılmış bir varlıktır. O yüzden idrakini, sezgilerini ve algılarını maddî âlemle sınırlamamalı, sadece kendi aklının sığlığına indirgememelidir. Varlığın genelinde hissedilen küllî akıl ve eşya içinde gözlenip eşyanın ötesine geçen özellikler de fark edilebilmeli, numuneler ve gölgeler âlemi asıllar ve menbalar olarak algılanmamalıdır. Âlemimizde yaşananlar sadece gerçeğin ip uçlarıdırlar, kendisi değildirler. Gerçeği yalnızca maddi âlemde aramak ve yalnızca aklıyla aramak idrakin sığlığına ve hayallerin, sezgilerin, güçlü intikallerin âlemlerimizde oluşturduğu zenginlikten uzak kalmaya ve mânâların yalnızca algıların darlığında kalmasına yol açacaktır.

Âlemlerin Rabbi işleyişlerinde bizim aklımıza ve bilimin kurallarına uymak zorunda değildir. Böyle olduğunu da varlığın genel işleyişinde farklı vesilelerle ortaya koymaktadır. Varlığı kuşatan külli akıl her zaman ferdi akıllarla ve akılların ürünü olan bilim ile uyuşmayabilir. Burada problem özellikleri farazi ve tebei olan idraklerdedir. Asıl büyük problem ise külli aklın işleyişlerini kendi dar aklının işleyişlerine sığdırmaya ve o sığlık içinde izaha kalkışmaktır. Benliğin tezahürü olan böyle bir hal ferdin âleminde pek çok hakikatlerin gizlenmesine ve algıların darlığına hapsolmuş bir âlemde yaşamaya yol açacaktır. Akıl, kalp, vicdan, kader, cüz’i irade gibi kavramları, peygamberlerin (aleyhimüsselam) mucizelerini, Hz. Meryem’in bilinen kurallar dışında hamile kalışını, Hz. İsa’nın semaya çekilişini aklın ve bilimin ışığında anlayabilmek ya da izah edebilmek her fert için mümkün olmayabilir. Ancak akıl ile izah edilememeleri var olmadıkları, mümkün olmadıkları anlamına gelmez. Her şey insanın aklına ve algılarına ya da kabullerine uygun olmayabilir. İnsan belirleyici değil, gözlemci konumundadır. O halde önüne çıkan mânâları gözlemeli, doğruluğu açısından sorgulamalı, ancak hiç bir şeyin her an bir atomdan bütün kâinatı halk eden kudrete ağır gelmeyeceğini unutmamalıdır.

Varlık âlemi ile muhatabiyetimizde nasıllar ile ilgilenirken niçinler de anlam haritamızın merkezinde yer alırsa kâinat okunacak bir kitaba dönüşebilir. Bunun ardından muhatap olduğumuz kitabın bize yaşatması hedeflenen duygu zenginliğine ve Rabbimizin güzelliklerine varlık âleminde anlatılanlarla ulaşabiliriz. Bu da eşyanın gerisindeki esmanın duygular vasıtası ile en kuşatıcı şekilde algılanması ve Rabbimiz ile kâinat aracılığı ile iletişim kurmamız anlamına gelecektir. Bütün işleyişin en son hedefi de bu olsa gerektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*