Bölge alev alev…

Image
Varsın, Müslümanların “iffet” duygusuyla alay edenler dudak büksünler. Siyasî tarafgirlik hastalığıyla meflûç olanlar da tepkisizliklerine devam ededursunlar. İnsanlık adına veya Müslümanlık haysiyetiyle millete karşı bir dane kadar sevgi ve şefkat besleyenlerin bize vereceği ümit, şarktaki alevleri söndüreceğinden, yazımızın başlığı sakın sizi üzmesin. Biliyorsunuz ki, bir buğday tanesi kadar çam çekirdeğindeki ağacın asıl yeri, nokta kadar küçüktür.

Şarktaki maddî ateşlerden bahsetmiyoruz. Anne-babasının hayalhanesini tatlı hülyalarla doldurmuş gençlerin şehadetiyle ciğerleri tutuşturan yangınları yazmayacağız. Ta Abbasilerden zamanımıza kol kola ve diz dize Kur’ân’a gönül vererek yürümüş Türklerle Kürtlerin arasına Kemalistler ve neoliberallerin ortaklaşa attıkları fitneyle yükselen ateşi de geçtik. 1990’lı yıllarda bazen PKK’nın, bazen de “derin devletin” ateşe verdikleri Bingöl, Batman, Muş, Mardin ve Diyarbakır’daki köy yangınlarını da yazmayacağız bugün.

Bediüzzaman Hazretleri, işgale uğrayan Osmanlı’da, bu tür yangınların bir gün söneceğini, yaraların sarılabileceğini söylerken, “Hayatın yarası iltiyam bulur (iyileşir), lâkin izzet-i İslâmiye ve namus-u milletin yarası pek derindir” ifadesiyle, bahsetmeye çalıştığımız manevî yangının dehşetini haber veriyor. O günlerde imparatorluğun merkezinde yapılmak istenen ile yüzyıl sonra şarkta yapılanlar arasında fark olmadığını Tulûat isimli eserindeki bir soruya verdiği cevaptan anlayabiliriz. “Soru: Neden bu kadar İngilizden nefret ediyorsun? Cevap: Sebep bir değil, bindir. Bana en ziyade şedid görünen, manen ahlâkımıza vurduğu darbedir. Çekirdek olan secâya-yı seyyiyeyi (kötü ahlâkı) içimizde inkişaf ettirdi.” Ve eserinin devamında İngilizin Osmanlı içinde fuhşu, sefaheti ve ahlâksızlığı gençler arasında yaygınlaştırmaya çalıştığını belirtir.

Son otuz senedir, maddî yangınlar, öldürmeler ve envai çeşit zulümle başlayan felâkete, son on yıl içinde manevî boyutlarıyla yeni felâketlerin ilâve olduğunu bölgeyi idare edenler veya hükümet görmezlikten geledursun. Yine İngilizlerin himayesindeki neoliberallerin gençliği ve bilhassa kadınları sefahete alıştırması yolunda, Avrupa ve ABD’den buraya yaptığı yatırımlar, STK adı altında çalışan ifsad ve dinsizlik şebekelerinin faaliyetleri üzerine; modernite, Kürtlere yardım, hürriyet ve çağdaşlık şalı örtüledursun. “Osmanlı torunları!” rolüyle Osmanlı düşmanlarına ülkenin kara, deniz ve hava sınırlarını sonuna kadar açarak, hem Türkiye’nin Kürtlerine ve hem de komşu ülkelerdeki diğer dindaşlarımıza İngiliz ve ABD himayesindeki dinsiz ve ahlâksızların servis yapmalarına tepkisiz kalmak, ne insanlığımız ve ne de Müslümanlığımızla bağdaşmıyor.
En az yirmi beş defa hava sahamızı ve tesislerimizi kullanarak masum Müslümanları Guantanamo’ya kaçıran ABD uçaklarına verdiğimiz servis hizmetinden daha dehşetli olanı, Doğu ve Güneydoğu’daki insanlarımızın arasında körükleklenmeye çalışılan dinsizlik ve ahlâksızlık yangınıdır.
Şark yangınının boyutlarını yetkililer bizden daha iyi biliyorlar. Aileden sorumlu devlet bakanımızın bir soru önergesine verdiği cevapta, yangının nasıl başladığına, kimlerle ve nerelerde devam ettiğine dair önemli bilgiler arşivlere çoktan geçti. Kevgire dönmüş yurdun dört bir yanında vakıf, STK veya akademik çalışma perdeleri altında yapılan ihanetlere “boş gözlerle” seyirci kalan yetkililerin Mardin, Batman, Diyarbakır ve Van’da boşanma nisbetlerinin yüzde beşyüzlere çıkmasından şikâyete hakları elbette olamaz. Neoliberallerin bölgede infilâk eden “manevî ifsad” bombalarının PKK düzeneklerinden daha tahripkâr olmadığını söyleyemeyiz.

“Derin devlet” denilen Kemalistlerin veya el altından onlarla birlikte çalışan PKK’lıların şehit ettiği insanların nalişleri şimdilik giderek azalsa da, bu yeni alevlere dûçar olan Kürtlerin feryat ve ağıtları giderek yükseleceğe benziyor. Bölge cehalet ve yokluk içinde yakalandı düşmanlarına, sonra da ırkçılık mikrobuyla dermansız bırakıldı. Bugün ise Amsterdam, New York ve Paris’in sefih hayatları “özgürlük, kadın hakları ve modernite” paketleri içinde şarka taşınıyor.
12 Eylül arefesinde Kars’ta bir ehl-i namusun kızını serseri yoldaşına peşkeş çekmek isteyen dünkü bolşeviklere “derin devlet” müsaade etse de, ahali ve kamuoyu ile karşı koyabiliyordu. Bugün şarkı gezenler veya gizliden gizliye derinleşen yarayı izleyenler, uygulanan politikalarla efkâr-ı ammenin de pasifize edildiğini söylüyorlar. “Kürt siyasetçisi” kimliğiyle medyada boy gösteren Marksistlerin, hem Kürt geleneklerini ve İslâm itikadını ve hem de “şarkın ruhunu” tahrip etmekte olduğunu, acaba o bölgeyi de bu vatanın bir parçası olarak benimsemiş yetkililer görmüyorlar mı?
Bu köşeyi takip edenler, 12 Eylül’ün büyük şehirlerin varoşlarına sürgün ettiği Kürtlerle ilgili yazılarımızı okumuşlardır. Antalya, Mersin, İzmir, İstanbul ve Adana gibi illerde yoksulluk ile örgüt arasında perişan edilenlerin hikâyesini yazdığımızda, Açık Toplum Enstitüsünün her türlü sefih, bozguncu ve ifsad komitelerini nereden bilirdik ki… Binlerce küçükbaş hayvana sahip ve kapısından en az elli insanın ekmek yediği ailelerin varoş çöplükleri de ekmek aramaya mahkûm edilmelerine ağlamıştık geçen zamanlarda. Hakkâri’den Van’a ve ta Digor’a, Habur’dan Nusaybin ve Kilis’e, Kürtleri dehşetli sarmallarla perişan edenleri göremeyenlerin bu dehşetli yangını söndürecek bir damla gözyaşı da olamaz. Fakat biz bu milletin ve bu vatanda yaşayan yirmi yedi kavmi İslâm milliyetinde kabullenmiş hamiyetperverin gözyaşlarına inanıyoruz.

 

Image

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Kürtce bilsem Hz. Üstad’in Mesrutiyeti anlatmak icin cadir cadir dolastigi gibi bütün merkezleri dolasir ebedî Islam düsmanlarinin
    kanser gibi icten kemiren muzir hücrelerine karsi mücadele ederdim.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*