BOP´un Mengenesindeki Medrese

Bazı insanlar, ifadeye çalıştığınız doğruları, dünyasındaki “doğru”la çeliştiğini gördüğünde, sizi “komplo teorisi üretmekle” suçlayabilir. Fakat siz, doğrularınızda sebat ve mevzuyu müşahhas örneklerle süslediğinizde, hayâl ve hata dolu fikirler ortadan kayboluyor.

Dünyayı ve bilhassa İslam alemini modern medeniyet ve demokrasi adına dizayna kalkışanların “şirin” beyanatlarından ziyade, icraatları ve üzerinde çalıştıkları plânların mahiyetleri bizi ilgilendiriyor.

Medrese denilince ister istemez aklımıza Camiül ezher gelecektir. Başta Afrika kıtası olmak üzere İslam alemini yüzyıllarca nurlandıran Ezher medresesinin özelliği, bayrağını hâlâ yükseklerde dalgalandırmasıdır. Bunda Osmanlının ilmî hürriyeti büyük rol oynamıştır. Müslüman halkların arasında “Kudsiyete” varan bu büyük tesiri Ezher, elbette esas aldığı Kur´ân´a ve O´nun ilk tefsiri olan sünnete borçluydu. İslam alemine musallat emperyalizm ve daha sonra deccaliyetin yakın zaman kadar “Ezher”i birçok Kuzey Afrika medresesi gibi misyonsuz edememelerinin arkasında, yine İslam aleminin belirgin maddî manevî desteği vardı. Kemalizm Osmanlının devamı Türkiye´de medreseleri resmen kapatınca, binlerce Türkiyeli genç, ilim tahsili için Ezher´e koşmuşlar.

İnkâr-ı Uluhiyet fikrini esas alan batılı cereyanlar, elbette İslam alemindeki icraatlarını içimizdeki münafıklarla yapacaklardı. Tek Parti döneminde Türkiye´de yaptıkları gibi… Kuzey Afrika´daki (Mağrib, Cezayir ve Tunus) meşhur medreselerin fonksiyonsuz hale getirmeleri gibi, Mısır, Şam, Bağdat, Hint ve Pakistan Medreselerinde de uzun ve derin çalışmaların çoktandır yapıldığını duyuyoruz. Hatta Mübarek´e yapılan baskı ile Camiülezher´in müfredatında “modernize” adı altında bazı değişikliklerin yapıldığını medyadan taakib ettik. Mahiyetini tam öğrenemediğimiz bu değişikliklerin mahiyetini tam öğrenmeden, meşhur islam düşmanı Sarkozy´nin Şeyh Tantavi ile birlikte Kahire´de objektiflere görünmeleri, Medrese karşıtlarının plânlarının genişliğini ve derinliğini gösterdi.

Ezher “medreselere” müdahalenin bir sembolüdür. Daha doğrusu “medreseden”, ilhad adına intikam almaya çalışan mülhidlerin insafsızca bir intikamı… Maalesef Türkiye´deki kemalizm bu ilhad hereketinin mütemadiyen bayraktarlığını yaptı. Müslüman Türkiye´ye karşı işlenen 12 Eylül cinayetini müteakiben “Ezher Mezunlarının” diplomalarının iptali, çeşitli hizmet kademelerindeki Ezherli memurların ihracı, cinayetin kimlerce ve hangi maksatlara yönelik yapıldığını elbette ortaya koyuyor. Hadise Ezher´le sınrılı değildi. Sözde Arap alemindeki Eğitim Müfredatından “Yahudî düşmanlığını teşvik” eden kısımlar çıkarılıyordu. Fakat alakası yoktu İcraatı yapan inkâr-ı ulûhiyet taraftarları; müslüman gençlerin itikadlarını, salahat ve islamî taraftarlıklarını bozacak ve ortadan kaldırcak çalışmaların peşindeydiler. Önce itikadlari sarsacaklardı ve sonra da “islamî amel” ile istihza edilecekti. Batı Felsefesine karşı, Kur´ân´dan kuvvetlice inşaa edilmiş bir itikadın Arap aleminde varlığı da zaten tartışılıyordu. Geleneksel eğitimin tazyikiyle daha ziyade “amelî” tarafı veriliyordu, islamî ilimlerin.

BOP´un islam alemindeki imanı, ahlâkı ve nizamı tahrip anlamına da geldiğini bilmeyenler, demokrasi ve hürriyetle kendilerini teselli ededursunlar. Yüzbinlerce insanın kanı üzerine kurulacak demokrasiden hayır gelmeyeceği Ortadoğu örneğinde görülüyor. Müslüman kadının iffetine düşman zındıkanın BOP çerçevesinde, “kadın hakk ve hürriyetleri” görevini Mekke zirvesinde Türkiye´ye vermesi de manidar değil mi? Vatanı kadar iffeti ve iffetini simgeleyen çarfı uğruna savaşan bir milletin tesettürlü kadınlarını her türlü “kamusal hukuktan” mahrum eden Türkiye, islam alemindeki kadınlara hürriyet getirecek!… Allah bazılarını ancak bu şekilde maskaralaştırır.

İşte bu BOP, başta arap dünyası olmak üzere pis elini ta Java´ya yakaya kadar harîm-i islama uzatmış, İslamiyeti az çok öğretmeye çalışan medreselerin içi boşaltılmaya çalışılıyor. Bahanelere destek figüranlar, figüranların resimleri İslam aleminde o kadar mebzul ki… Cehalet ve zaruretin pençesine düşürülmüş bir coğrafyada bundan bol ne olabilir ki… Zındıkanın son hedeflerinden birisi de Pakistan ve Hindistan´daki islamî teşekküller veya medreseler… Londra´daki bombalama senaryosunu yazanlar, adres olarak aylar önce Pakistan´ı vermişlerdi. Hint kökenli müslümanların vatanlarıyla rabıtalarını koparmak, aralarına nifak atmak ve bu vesileyle vazifeleri olan Müşerref´le belli makus hedeflere yürümekti…

Müşerref´te Ankara mentalitesi de vardır. Belki de 28 Şubatı gerçekleştiren paşalarımızın sınıf arkadaşı… Hani 17 Ağustos depremiyle günahları bazı örtüşen emekli paşalarımızla. Zira müslümanları fişleyen, dinî tedrisata darbe vuran ve tesettürü yasaklayan paşalarımızla kafa yapıları benzeşiyor. Şükürler ki Pakistan´da depreme ilahî ikaz demek suç değil… Müşerref´in Pakistan halkına rağmen BOP´cularla işbirliğinin acı faturasını tüm Pakistan çekti ve çekiyor.

BOP´un mengenesine yakalanan medresinin de elbette hata ve günahı var. Tecditten bîhaberce fen ilimlerine kapılarını bir asıra yakındır kapatması, bugünkü zilletimize sebep olarak gösterilemez mi? Yani, medresenin kendini yenilemesi ve ıslahı lazımdı… Niçin yapmadı?

Medresenin kendisini ıslah etmesinin lüzumu belki de yedi asırdan fazladır, İslam aleminde konuşuluyor. Tarihi kayıtlara, padişah fermanlarına ve o zamanki DİVAN müzakerelerini dikkatlice okuyanlar, elbette hakk vereceklerdir.

Avrupa aydınlanmasıyla osmanlı mülküne saray kapısından giren “mektebin” gördüğü hususî alaka ve iltifata karşı; üvey evlat durumuna düşürülen medresinin hal-i pür melali son ikiyüzyılda maddî manevî çatışmaları da bereberinde getirmiş. Mekteblerin felsefeden doğan fenlerle hucûmu medreseyi müdafa edenleri zor durumda bırakmış. Bu tartışma ve sürtüşmenin Bediüzzaman Hz.lerinin “Medresetü´z Zehra” projesine kadar devam ettiğini görüyoruz. Son zamanlarda Van Üniversitesindeki yolsuzluklar münasebetiyle kemalistlerin karalamak istedikleri “Medreset´üz Zehra” projesine gazetemizde ve diğer bazı dinî gazete – mecmualarda yeterince cevap verildiğinden, burada değinmeyeceğiz. Medrese – Mekteb çatışmasını ortadan kaldıran meşhur projesinden sonra , bu hususta ilmî manada ciddî bir tartışma ile karşılaşmıyoruz. Bazı kemalistlerin “Avrupa Dinsizleri” adına Medreseye atmak istedikleri çamur, o´nun mazideki temiz hatıralarına çarparak tekrar kara yüzlerine sıçrıyor. Fakat ne hazindir ki; Osmanlı Devletinin vefatıyla birlikte “Mederese” resmî müessese olarak bizde vefat etmiş. Devletin ulaşamadığı ve Selanik´lilerin bir türlü uzlaşamadığı şarkta bir nebze daha hayatını ahali arasında devam etmişse de, o da umumî manayı taakib ediyor.

Bediüzzaman Hz.lerinin ferasetiyle gördüğü bu dehşetli felâkete karşı, “hayatımın en büyük ideali ve hayali” dediği müşahhas Medresetü´z Zehra´ya muvaffak olamamış ama, aynı manayı Anadolu olmak üzere dünyanın bir çok köşesine yayılan “Medrese-yi Nuriye”lerle tahakukunu görerek dar´ül bekaya kemal-i rahatla yürümüştür. Said Nursî Hz.lerinin Medrese ile Mektebi barıştırma projesinin üstünden yüz yıla yakın bir zaman geçince, “Nur Medreselerinin” rolü tekrar konuşulmaya başlanıyor. Dünyanın pek çok lisanına ve bilhassa Arapça ingilizce ile islam düynasında yayılmaya başlayan Risale-i Nurlar, mahallî medereselerin BOP´un mengenesinden kurtulmalarının usullerini neşretmeye başlıyor. Bediüzzaman Hz.lerinin hem mektuplarında ve hem de evradında ehemmiyetini vurguladığı “İslam Alemindeki Risale-i Nur´un neşri” bugünlerde bir başka önem kazanıyor. Batı felsefesinin düzenbazlıklarıyla Medreselere musallat olan BOP´çular, karşısında Risale-i Nur´dan ders alan İslam ülemasını görünce şaşkına dönüyorlar. Risale-i Nur, yüzyıllık tecrübesiyle felsefenin plân ve desiselerini tar ü mar ederken, nazarı tekrar Kur´an ve Sünnete çeviriyor. Alem-i İslamı ve bilhassa Arap alemini hâmisiz zanneden neo-can´ların “medreselerin dönüşümü” projelerinin akim kaldığını pek yakında daha net göreceğiz.

Medresenin malı olan Risale-i Nur bir taraftan meşhur dünya medreselerini müdafaa ederken, diğer taraftan harim-i islamdaki münafıklarla dehşetli mücadeleleri yaşıyor. Pratiğini bizzat Bediüzzaman´ın elinde yaşayan Anadolu Risale-i Nur Medreselerindeki sivil eğitim, bazıların yanlış anladıkları mânâda düşmanın nazar-ı dikkatini celbedecek surette hiç bir zaman kurumsallaşmamıştır. Usûlünü İmam-ı Ali´den alan bu eğitimdeki “sirren tenevveret” ve “sirren beyaneten” prensibi, azamî dikkat ve ihtiyat düsturları O´nu düşmanlarının saldırı ve nifaklarından Allah´ın inayetiyle muhafaza etmiş. 1980´lere kadar Türkiye´de soruşturmalara maruz kalan Risale- Nur eserlerinin ve medreselerinin ihtilalden sonra kesilmesi iki hususu hatıra getiriyordu. Birisi; Risâle-i Nur düşmanlarının efkâr-ı amme nezdinde düştükleri gülünç durumun giderilmesi için ihtilal hükümetinin Adalet bakanı kürsüde acziyetini ifade ediyordu, yani karşı durulmayan hareket bilmecbûriye serbest bırakılıyordı. Diğeri ise, düşmanları metod değiştirmişlerdi. Çeşitli yöntemlerle yanlarına çektikleri bazı Nur talebeleri vasıtasıyla medrese içinde bir değişikliğe gidilecekti. Risale-i Nur ve Nurcular, kamusal alanda görünmemek, M. Kemal´le sürtüşmemek ve gösterilen iktidarlara rey vermek şartıyla tam bir serbestiyet içinde çalışacaklardı. Hatta mahallerden çeşitli şekillerde destekleneceklerdi. Kısmen izolasyona yakın, Kur´ânî hakikatleri hayata taşımaktan uzak ve daha ziyade dar dairede “uhrevî” bir şekle bürünen bazı medreselere karşın, Bediüzzaman´dan tevarüs edilen pratik Medrese-i Nuriye tarzını devam ettirenler daha ziyade efkâr-ı ammenin dikkatini çektiler. Bu dikkati perdeleme işi fazla geciktirilmedi. Açıktan “Medreseyi ve Nurculuğu” inkâr ettikleri halde birileri taradından “fısıltı korosu” halinde ısrarla nurcu olarak ileri sürülenlerle yine bir ara “efkâr-ı amme” karartıldı. Fakat bu da çok uzun sürmedi. Risale-i Nur´dan ders almayan ve Nur Medreselerinde diz çökemeyen bu genç jenerasyon maalesef Risale-i Nur kimliğine sahip çıkamadı. Hakikat yeniden tuluu edince, Kur´ânî ve semavî olan “Medrese” tekrar gün yüzüne çıktı.

Bu Risale-i Nur Medreselerinin Alem-i İslamdaki Medreselere kuvvet ve destek verdiğini çok iyi bilen zındıkanın “Nur Medresesini” tahrib ve tahrif çalışmaları elbette devam edecektir. Bazen ifratla ve bazen de tefritle hadiseyi karıştırmaya çalışacaklardır. Medereseyi “Batı felsefesinin” aşısıyla aşılamaya çalışanlar çıkacağı gibi, ifrata karşı çıkan tefritteki müfritlerin “zaman ve mekânı” inkâredercesine eski çağlara kaçışlarıyla da bu müesseseyi lekedar etmeye çalışanlar elbette çıkacaktır.

Bize düşen; usûlünü direk Kur´ân´dan alan, vahye istinad eden, Resulullah´a dayanan ve pratiği yapılmış, teorisi ise belgeler ve metinler halinde elimizde çoklukla bulunan nur medresesinin bu orjinal yapısını muhafaza etmektir. Gerçi O´nu Anadolu´nun sinesinden bugüne kadar kimsecikler söküp atamamışlar, ama; bidatlarla, yeni icadlarla, felsefenin gözboyamasıyla zihinler geçmişte teşviş olduğu gibi bugün de karışabilir.

BOP´u “medreselerin dönüşümü” noktasında incelemek gerekiyor. Dünya kapitalinin ekserisini ve Amerikan ordusunun yardımını muvakkaten de olsa emrine geçirenlerin Kuala Lumpur ve İndonezya başta olmak üzere, Körfez Ülkeleri , Kuzey Afrika ve Arabistan´da neyin peşinde koşuşturduklarını tesbit etmek, müslüman siyasetçi ve idarecilere düşüyor. Dışaraya sızdığı kadarıyla zındıka buralar da, yani Medreselerden dinin “İman boyutunu” söküp atma çabasında görünüyor. Medreseye dayatılan modern hayatın şimal cereyanın hayatı tahrib proğramından başka bir şey olmadığını elbette biliyorsunuz.

Mutlaka sizin de dikkatinizi çekiyordur. Zaman zaman Türkiye; dinî tedrisâtı, imamlarına eğitimi ve Kadın hürriyetleri noktasında batılı dinsizlerce İslam ülklerine örnek gösteriliyor. Dinin yerine türkçülüğün ikàme edildiği; ahlâksızlığın, inkârın ecdatla istihzanın ve mukaddesâtla alay etmenin ders müfredatı olarak okutulduğu tek partili idareli Türkiye´de, 1968–71´lerde ortaya çıkan zakkum meyvelerini belki de İslam dünyası bilmiyordur. Türk milletinin tam çeyrek asır “dinsiz bir eğitim müfredatı” ile çocuklarının eğitildiğini BOP´un tuzağıyla boğuşan ülkelere anlatmak gerekiyor.

Tarih, Bediüzzaman Hz.lerinin tek başına Kur´ân´dan yazdığı Risale-i Nur eserleriyle Avrupa dinsizliğine ve Anadoludaki münafıklara meydan okuduğunu isbat ediyor. Müslümanların zayıf, dinsiz felsefenin Avrupa´nın maddî gücünü kullandığı bir zamanda kazanılan bir zaferin bu zamanda devam etmeyeceğine inanmak; ya ahmaklıktan veya hainlikten gelir. Her sene Risâle-i Nur´dan yüzbinlerce kitabın hacc münasebetiyle hicaz´da hacılara dağıtılması, ileri gelen İslam Üniversitelerinin her sene Bediüzzaman ve Risale-i Nur´la ilgili yüzlerce ilmî çalışma ve sempozyum yaptırmaları, internet ağında binlerce siteden bu hakikatlerin o­nlarca lisanda dünyaya neşri; Medresenin konumca sağlam yerde durduğunu bize gösteriyor. Yeter ki hipnotizma ve Manyetizma alanlarından sakınıp; müteyakkız, sebatkâr, gayyur ve muhlisane Risale-i Nur´lara çalışalım. Gerisi gelecektir. Ve Allah´ın inayeti ile mengeneler çok kısa zamanda çöpe gidecektir…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*