Boşa geçen yıllarım

Geçmiş nice yıl var ki, sanırsın daha dün.
Bir hâtıradır: kâh acı, kâh tatlı bugün.
Gençlikde ne aptalca hatâlar yapdık;
Heyhât, ne dönmek, ne düzeltmek mümkün!

İnsanlar yaşlandıkça uzun yaşamak arzûsu ve dünyâ malına sâhib olma hırsı artarmış. “Mış”la ifâde ediyorum; bendeniz de hayli yaşlıyım. Fakat henüz, şu uzun yaşamak ve ihtiyaçtan fazla mal kazanmak duygularının te’sîrini hissetmedim. Belki belli bir eşiği vardır ve ben henüz o basamağa yetişmemişimdir. Yine yaşı kemâle erenlerde, geçmiş zamanlarda yapılan hatâlar, kusûrlar, günâhlar mevzûunda hüzünlü bir pişmanlık; “keşke”li, “ah”lı, “heyhât”lı nedâmet duygusu uyanır. İşte bu husûsu, “mış”ı olmadan söyleyenlerdenim. Çünki, bu hâli yaşıyorum. Demek, ihtiyârlığın bu mertebesine ayak basmış bulunuyorum.

Şerif Gündüz’ün yazısını okuyunca, “son günde yılın muhâsebesi”ni ben de yapayım dedim. Baktım ki, mâzî hep “keşke”, “ah”, “heyhât” dolu… Bâzı yanlışlıkları düzeltemesek de özür beyân etmek, af dilemek, tevbekâr olmak, yaptığımızın gerçekten hatâ olduğunu idrâk ve îtirâf etmek de bir çeşit mânevî istiğfâr yerine geçer. Kul hakkına giren günahları–-hak sâhibi hayatta ise–-helâlleşerek; ölmüşse rûhuna hayır-hasenât bağışlayarak hafifletmeye çalışmak en uygun davranış olsa gerektir. Cenâb-ı Hakk’ın hakkını edâ etmek mümkin değil tabiî; ama farz ve vâciblerin kazâsı bir pişmanlık alâmeti olacaktır.

Gerçi en iyisi, gençliği istikàmet üzere geçirip, böyle ihtiyârlık çağında hesap kapatacağım diye uğraşmamaktır. Lâkin, şeytanın işi ne! İnsan, nefsin kör arzûları, hevâsı ile şeytana çabuk kapılıyor. Şâirin dediği gibi: “Uyduk dil-i dilârâya. / Dil uydu hevâya.” Ömrün sersemliği, sarhoşluğu hükmündeki gençlik gidince, gelsin feryâd ü figanlar! Halk arasında “Son pişmanlık fayda etmez!” denmişse de hiç pişman olmamaktan iyidir, bu son pişmanlık… Yeter ki, nedâmet son nefese ertelenmesin.

Gençliğinde kusûr yapmamak, hatâlara düşmemek, günâha girmemek için kuvvetli bir îmâna sâhib olmak gerektiği şüphesizdir. Bunu elde etmenin pek çok yolu vardır; ama, çağımızda en kolay ve en kestirmesi Risâle-i Nûr Külliyâtındaki usûlü tâkîb ederek tahkîkî bir îmâna kavuşmaktır. Daha dünyâda iken günâhların mânevî ağırlığını hissetmek sûretiyle bataklığa saplanmadan silkinip kurtulmaktır. Her taraftan sel gibi akan uhrevî belâ ve musîbetlere karşı cemâatin şahs-ı mânevîsinin güç ve kuvvetiyle karşı koymaktır.

İnsanlar, kurtlardan korunmak için sürü hâlinde yaşamak zorunda olan koyunlar değildir. Ama bütün canlıların fıtratlarında, düşmandan korunmak için birlikte hareket etmek sâikası vardır. Akıllı ve şuurlu olan beşeriyet bunu, maddeten birlik ve dayanışma ile halletmişlerdir. Mânevî konularda da bu hüküm cârîdir. Böyle olduğu içindir ki, bütün semâvî dînlerde cemâatle ibâdet, birlikte duâ, elbirliği ile müşterek mâniaları def etmek gibi davranışlar bulunmaktadır.
“Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar?” cümlesinden hareketle, kendi nefsimizle birlikte başkalarının da selâmetini düşünmek zorunda olduğumuzu ve vazîfemizin târifinin “Ve sahil-i selâmet olan Dârü’s-selâma ümmet-i Muhammediyeyi (asm) çıkaran bir sefîne-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz.” şeklindeki hükümde müstetir olduğunu akıldan çıkarmamalıyız.

İhlâs, Uhuvvet, Hikmetü’l-İstiâze Risâleleri, müfritâne muhabbet ve irtibât tavsiyeleri, evlerin küçük bir medrese-i nûriye hükmüne getirilmesini teşvîk, bir–iki kişiden ibâret bile olsa cemâatle okuyup, anlamak husûsunun hâtırlatılması gibi mevzûlar, sonunda pişman olunacak hareketlerin önlenmesi bakımından ehemmiyetlidir.
Hayâtın hangi noktasında olursak olalım, bu hakîkatleri öğrendikten sonra, yaşar ve yaşatmaya çalışırsak, inşâallah son nefesten önce, hakları ödemek, tevbe ve istiğfâr etmek sûretiyle defterlerimizi temizlemek fırsatını elde edebiliriz. Cenâb-ı Hakk, cümlemize  hüsn-i hâtime nasîb eylesin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*