Bu senenin son takvim yaprağına da elveda!

Bundan üç sene önceki (1.1.2010) yazımızın başlığı “Bakmayın siz takvimin kalınlığına” idi.

O gün, miladî senenin ilk günüydü ve 365 yapraklı takvimin de ilk yaprağı, daha kopartılmamıştı. Ve o yazıyı yazdıktan sonra içimizden “İnşaallah, bir de bu senenin son gününde, 31 Aralık’ta bir yazı daha yazar ve takvimin son yaprağının olduğu gündeki hissiyâtımızı dile getiririz” demiştik. Ama işte aradan geçen zaman içinde nasip olmamıştı. Bugün, yani 2012 senesinin son gününde bu yazıyı yazmak kısmetmiş. Şimdi, o yazıdaki bir kısım ifadelerimizi de hatırlayacak olursak:

“Her yeni yılın başlangıcında, aynı duyguya kapılırım. Günlük yapraklı (namaz vakitlerini görmek için kullandığımız) takvimi duvarıma asıp, ”Bismillah” diyerek ilk yaprağını açığa çıkartınca, değişik hislere kapılırım.

Daha dünkü takvim, geçen senenin son yaprağıydı. O da bundan bir sene önce, şimdiki takvim gibi kalındı. Duvardaki duruşuna göz attığımda; hiç bitmeyecek, eksilmeyecek, kopmayacak bir edayla bana bakıyordu.

Fakat heyhat! Her fani ve geçici şey gibi, o da geçecekti, bitecekti ve bitti. Peşinden de birçok şeyi götürerek, sürükleyerek… Bazılarımızın yakınlarını da, yaprakları arasında ahiret âleminin ilk menzili olan kabre taşıyarak… Bir düşünün şöyle, kimler dünyasını değiştirdi bu sene. Akrabalarımızdan gidenler olduğu gibi, nur dâvâsının mümeyyiz şahsiyetlerinden de, öbür âleme yolcu ettiğimiz birçok kimse oldu.

Dün duvardaki son yaprağı varken takvimin, bugün esamesi bile okunmuyordu. Onun yerini alan yeni takvime bakınca aynı şeyleri hatırladım. İçimden de ‘Ey takvim, kasılma öyle! Senin de akıbetin, o takvim gibi olacak. Kalınlığına güvenip taht kurduğun o duvardan, incele incele bitip giderek, sen de fani olacaksın!’

Evet, bir yılı bitirip, eskitip, yeni bir yıla girdiğimizde seviniyoruz. Hâlbuki bir düşünsek, hayatımızın takvim yaprağından biri daha koptu. Yaşlılık alâmetleri çoğalmaya başladı. Vücudumuzu kendine ev yapan, ölümün keşif kolları olan hastalıklar başladığı gibi; saçlarımıza da aklar düşmeye başlayarak, bize hatırlatmalarda bulunmaya başladı.

Sür’atle, menzilimize; kabre, haşre, sırata, ahirete gitmekteyiz. Allah, yolculuğu cennette bitenlerden eylesin hepimizi inşaallah!

Fani dünyanın, böyle geçici ve aldatıcı işlerine kapılmamak lâzım! Cenâb-ı Hak, bizleri, lezzeti gidip elemi kalan sahte zevklerle değil, elemi gidip lezzeti kalan bâkî ve hakikî zevklerle muhatap eylesin inşaallah!”

Evet, işte şu son yapraklı takvim bize şahiddir. Bu da geldi geçti. Elli küsûr senedir takvimlerin biri gidiyor, biri geliyor. Bu devran dönüyor. Ama bunun yanında tabiî biz de gidiyoruz!

1960 senesinde ilkokula başlamıştım. Okumayı da çok seviyordum. O zamanlar doğru dürüst dinî bir takvim yoktu. “Saatli maarif” takvimi diye, zannedersem masonların çıkardığı bir takvim vardı. Babam, namaz vakitleri için onu alırdı. Fakat birkaç sene sonra yanılmıyorsam dinî muhtevalı ilk takvim olan “Sönmez” çıkınca, babam daha başka takvim almadı. Tâ ki, bizim şu andaki “Yeni Asya” takvimin “Yeni takvim” adıyla ilk çıktığı seneye kadar. Ondan sonra da zaten evimize hep “Yeni Asya” takvimi alındı. Bir de üç senedir çıkan “Bediüzzaman Takvimi”ni buna ilâve ettik. Bediüzzaman Takvimi de tabiî, daha çok özellik taşıyor. Geçen sene Ankara’da, Nur cemaatlerinden birinin sohbet mekânlarına götürmüştüm ve severek sohbet yapılan salonun duvarına asmışlardı.

Evet, bir takvimin, senenin daha sonuna geldik. Ömürlerimizden bir yıl daha geçti gitti. Allah, bundan sonraki anlarımızı hayırlarla geçirmek nasip etsin inşaallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*