Burdur hatıraları

Burdur bir zamanlar ağaların beylerin hüküm sürdüğü bir şehir.

Halkı da; ya ağaların marabası ya da beyler ’in uşakları. Öte yandan çeşitli medeniyetlerin de beşikliğini yapmış bir belde. Geçmişte nüfus olarak kalabalık sayılabilecek kadar çok insan yaşarken, zamanla çok göç vermiş ve şimdilerde nerede ise Türkiye’nin en küçük şehirleri arasında.

Biz Burdur’u bu yönü ile ele almıyoruz. Sadece, Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî’nin Burdur’a sürgün edilişi ve dokuz ay kadar Burdur’da ikamet etmesinden bahsedeceğiz. 1982-83 yıllarında derlediğimiz bazı hatıraları paylaşmak istiyoruz. Bu hatıraları bizzat Üstadımızı gören canlı şahitlerden dinledik. Onların isimlerinden de bahsedip yad etmiş olacağız. Tabi ki onlar o zaman yaşlı idiler ve şimdi hepsi istirahat gâh-ı ebediyetlerine gittiler. Allah gani gani rahmet eylesin ve ruhları şad olsun.

Dinlediğimiz beyanlara göre, Üstadımız Burdur’a 1925 Mayıs ayı sonlarında gelip 1926 Mart ayında ayrılmıştır. Çünkü ilk gelişi kalabalık bir sürgün topluluğu içinde yağmur çamur ve soğuk bir zamanda, gidişi ise yoğun bir kar ve kış zamanında olduğu anlaşılıyor. Burdur’a Üstad Bediüzzamanla birlikte 400 kadar Vanlı eşraf da getirilir. Van’dan gelenlerin birçoğu zengindir fakat bir müddet sonra geçim sıkıntısına düşerler. Böylece bir kısmı değirmenlerde, bir kısmı da hamallık ve amelelikte çalışmaya başlarlar.

Anlatılanlara göre o yıllar zorlu yıllar olmuştur. Her gün karakola gidip imza atma zorunluluğu vardır. Fakat arazide çalışmak zorunda olanlar en az 10 km yol gitmek ve akşamüstü de aynı yolu geri gelmek zahmeti ile karşı karşıya kalmışlardır. Öbür türlü arazide yatıp daha çok iş yapabileceklerdi. Ama Üstad hazretleri karakola imza vermek için (kendi deyimiyle isbat-ı vücuda) hiç gitmemiştir. Halk Bediüzzaman’a çok hürmet etmiş ve bu yüzden zamanın Burdur valisi oraya gelen Mareşal Fevzi Çakmak’a Said Nursî’yi şikâyet etmiştir.

Üstadımız Van’da olduğu gibi Burdur’da kaldığı sürede her Cuma kuşluk vakti Çay boyunda büyükçe bir bahçeye, çimenliğe oturuyor(sonradan o alana Ticaret lisesi yapılmıştır), halk da gelip karşısına halka şeklinde oturuyor. Üstadımız Cuma vaktine kadar gelenlere vaaz ve nasihat ediyor ve ezan okununca da karşı taraftaki Eskiyeni camisinde Cuma namazını eda ediyor. Başka camide Cuma kıldığını duymadık. Çünkü alim ve fazıl olan, ‘ Hatıp Hoca lakaplı’ bir zat o camide imamlık yapmaktadır. Hatta 1950 den sonra da Üstadımız Bayram ağabey ve Tahirî ağabeyle Burdur’u ziyaret ettiklerinde yine aynı camide Cuma namazı kılmışlardır ( Bayram ağabeyden dinlemiştim).

1980 de Burdur’a gelince Üstada dayı diyen Vanlı Bir ihtiyar teyze vardı. Tahir ağabeyden dolayı damadı rahmetli kayın pederim o Hameyli teyzeye yardımcı oluyordu. Sonra o vazifeyi biz aldık ve ömrünün sonuna kadar sahip çıktık ve hatta mezarına da tevdi ettik. Allah rahmet eylesin. Üstadımıza ait olduğunu söylediği bir sarık vs. de bize tevarüs etmişti. Emanete sahip çıktık tabi ki. Sonra Üstadın bizde olan şahsi emanetlerini Isparta Bediüzzaman müzesine (Bayram ağabey zamanında) teslim ettik.

İnşallah yazımızın devamında, Üstadımızın Burdur hayatına dair toplamış olduğumuz hatıraları yazmaya devam edeceğiz. Allah yar ve yardımcımız olsun.

Burdur Eşrafından, Barla Lâhikası’nda adı geçen Nasuhizade Şeyh Mehmet Balkır Ağabey’in oğlu Halil Balkır Amca, 1982 yılı sonu bize bazı hatıralar anlatmıştı.
Biz de aklımızda kaldığı kadar paylaşalım istedik. Üstadımız, Burdur’a geldiğinde Halil Amca 17 yaşındadır ve her şeyi çok güzel hatırlıyordu. Üstad, Burdur’a gelmeden önce Halil Amcanın babası bir rüya görür. Bağlı bulunduğu ve halifesi olduğu şeyhi, Hacı Rahmi Sultan (rh) Mehmet Balkır Ağabey’e, “Gelen zata sahip çık der.” Mehmet Ağabey uyanır ve çok merak eder. Acaba kim gelecek? Birkaç gün sonra Van’dan sürgün olanlar gelir.

Mehmet Ağabey birçok Burdur’lu gibi yol kenarına çıkar ve gelenleri dikkatlice inceler. Acaba hangi zata sahip çıkacağım diye içinden geçirir. Sürgün kafilesi yaklaştıkça en önde yürüyenlerden biri, tavır ve davranışları ile farklı görünür. Sanki bir kumandan edası ve vakarı sergiliyordur. Kafile şehre girerken meraklılar da yol kenarındadır. Mehmet Ağabey, “her hâlde şeyhimin dediği bu zat olmalı” diye içinden geçirir. Göz göze geldiklerinde, Üstad, Mehmet Ağabey’e tebessüm eder ve gözle selâmlaşırlar. Mehmet Ağabey de şeyh olduğundan, manevî irtibat tamamdır.

Üstad, 10–15 gün farklı yerlerde misafir edildikten sonra Mehmet Ağabey evine dâvet eder. Ama Üstad eve geldiğinde, mahallede bulunan Hacı Abdullah Camii’nin müştemilat odasını tercih eder. Yemek çamaşır ve abdest suyu gibi hizmetleri de Mehmet Balkır Ağabey ve hanesi görür. Üstadımız yaz boyunca hemen her gün kuşluk vakti seccadesini omuzuna atar Vanlıların çalıştığı ve çalıştırdığı değirmene gider. Değirmenci ve işçilerle selâmlaşır hal hatır sorar ve üst tarafta bir tepeye çıkar (“Seccade tepe” demişler öyle kalmış). İkindi vaktine kadar “Nurun ilk kapısı”nı o tepede yazar ve ikindi namazından sonra yine aynı yoldan değirmene uğrayarak camiye döner.

Değirmenci: “Üstad Molla Said her gün gelir bize selâm verip hal hatırımızı sorar ve işçilerle küçük sohbetler ederdi. Derdi ki; ‘Bak siz burada halkın ekmek gibi büyük ve çok ehemmiyetli bir ihtiyacına hizmet ediyorsunuz. Eğer farz namazınızı kılsanız, sizin buradaki her meşrû hareketiniz ve çalışmanız ibadet yerine geçer ve çok sevap kazanırsınız.” Ondan sonra işçiler farz namazlarını hiç geçirmemeye gayret ederlerdi. Sonra şu tepeye (meşhur seccade tepe) çıkar akşamüstüne kadar sürekli namaz kılar ve ileri geri gidip gelerek bir şeyler yazardı (Nurun ilk kapısı). Biz onu görünce sevinir, teselli ve şevk alırdık. Bunaldığımız zaman bize teselli verir ve duâ ederdi.

Üstadımız, o tepede yazdığı dersleri kaldığı odaya döndüğünde tashih eder ve ziyarete gelenlere ders verir. Her hafta Cuma günü de çay boyundaki meydanda açık havada halka vaaz ve nasihat eder. Nurun ilk kapısı’nı ders olarak işler. Böylece Burdur’da Nurun İlk Kapısı yazıldığı ve halka ders verildiğinden, Burdur Risale-i Nur’un Anadolu’ya giriş kapısı olmuştur. Bu yüzden Burdur İman hizmeti açısından bir fetih kapısıdır. Nur’un zulmete zafer kazandığı mücadelenin kapısıdır. “Isparta, taşıyla toprağıyla benim için mübarektir” diyen Üstadımızın affına sığınarak biz de; “Isparta’nın kapısı hükmündeki Burdur mübarektir” diye addediyoruz. Mübareğin kapısı da mübarek olur.

Şimdi ey ziyaretçiler; Isparta ve Barla’ya ziyarete giderken Nur’un ilk kapısına da uğrayın. Sizleri oralarda Üstadımızın hatıraları karşılayacaktır. Üstadımızın Burdur için söylediği çok müjdeli sözleri var. Tabiî biz o sözlere lâyık değiliz. Ama Tahir’i Ağabey ve Binbaşı Asım Ağabey gibi Nur Talebeleri için söylediği sözler olarak değerlendiriyoruz. Allah bizlere Nurları çok okumayı ve anlamayı lütfetsin, sadâkat ve sebatımızı gevşetmesin ve bizleri “ISPARTA KAHRAMANLARINA” arkadaş eylesin. Âmin.

Barla Lâhikasında ismi geçen ve Burdur’da Nur’a ilk intisap edenlerden muhterem ağabeyimiz, Nasuhizade Şeyh Mehmet Balkır Abinin oğlu Halil Ağabey’in bize anlattığı birkaç hatırayı nakledelim.

Üstadımız Burdur’a geldiğinde Halil Ağabey 17 yaşındadır ve Mehmet Ağabey oğlu Halil’i Üstadın hizmeti için görevlendirir. Rahmetli Halil Balkır Ağabey’i ziyaret ettiğimizde bize anlattığı hatıraları kaydetmiştik. Anlattığına göre, Burdur halkı Bediüzzaman’a çok fazla hürmet etmiş ve her Cuma sohbetlerine katılmıştır.

Birinci hatıra: Ben dut toplar Üstad’a götürürdüm, beraber yerken bana duttan ders yapardı. Bense böyle bir şeyi ilk defa görüyorum. Babam şeyh, ama böyle dut yerken bile imanî bir ders vereni görmemiştim. Babam da zaten Üstadı tanıdıktan sonra şeyhliği bırakıp talebeliğe girmişti.

İkinci hatıra: O zaman Burdur da saygın bir âlim olan Hatip Hoca vardı. Oğlu Ahmet Arapça tahsili yapmış ve ilahiyat okuyor. Babasından daha çok Bediüzzaman konuşulunca merak ediyor ve Üstadı ziyaret edip sual sormak istiyor. Dolayısıyla söylenenlerin doğruluğunu test etmek istiyor. Kendince en zor kabul ettiği Arapça bir kitabın en zor anlaşılan bir sayfasını koparıp cebine koyuyor ve Üstadı ziyarete gidiyor. Sohbetin bir yerinde Üstad Ahmet’e; “Çıkar bakalım cebindeki kâğıdı” der. Genç Ahmet çok şaşırır. Üstad ona kâğıdın ön yüzünü okumasını, ama nokta ve virgülleri de belirtmesini ister. Ahmet çaresiz ön yüzü noktası virgülü ile okur. Aynı şekilde arka yüzünü de okumasını ister. Arka yüzü de okuduktan sora Üstad; “Takip et bakalım ezber edebilmiş miyim” der ve ön arka yüzleri noktası virgülüne ezbere okur. Ahmet şaşkınlık ve hayret içinde Üstad’ı dinler, dersini alır.

Üçüncü hatıra: Burdur Lisesinde edebiyat öğretmeni Mehmet Bey teneffüse çıktığında, öğretmen odasında masada açık bırakılmış bir dergi görür. Bakar ki; Hz. İsa (as) ile ilgili bir iftira yazısı ve çok kızar, etrafına bunu kimin yaptığını sorar. Zaten felsefe öğretmeni ile tarih öğretmeni edebiyatçıyı bir kızdıralım diye dergiyi masaya açık bırakmışlar. Bu iki öğretmen, “Boş yere niye kızıyorsun aksini ispat edersin olur biter” derler. Günlerden Cumadır ve edebiyatçı onlara; “Ben bunu ispat edemem, ama yarın sizi Bediüzzamana götüreyim o size ispat eder” der. Tamam dedikten sonra felsefeci; “Yarına kadar bir dümen döndürme şimdi gidelim” der. Ders çıkışı üç öğretmen Üstada giderler ve halka vaaz ve nasihat ettiği alanda sohbete dâhil olurlar. Sohbetin bir yerinde Üstad, etrafında tayyare gibi uçan bir sineğe dikkat çeker.

“Bu sineği harika bir şekilde tayyare gibi uçuran ve bu koca dünyayı içindekilerle beraber gezdiren, gökyüzünde durduran bir Allah var. Koca kâinatı içindeki her şeyle beraber muntazam idare eden, her şeyi bütün ihtiyaçları ile beraber yaratan bir Kadîr-i Külli var. Onun gücü her şeye yeter.” der ve cemaate sorar; “Böyle her şeye gücü yeten bir Allah isterse ve hikmeti iktiza ederse, Hz İsa (as) gibi bir cism-i dünyayı havaya kaldırıp gökyüzünde gezdiremez mi?” Cemaat hep birlikte “gezdirir” derler ve tarihçi ile felsefeci şok olurlar. Sohbet biter ve halk Cumaya giderken, Üstad tarihçiyi yanına çağırır ve kulağına; “Evladım boy abdestsiz gezme” der. O günden itibaren artık tarih öğretmeni de namaza başlamıştır.

Dördüncü hatıra: Bir bayramda tugay komutanı ile yaveri bir yüzbaşı Üstadı ziyaret ederler. Üstad o zaman her gelene bir şeyler anlatıp nasihatler ediyor. Ziyaret sonrası komutan ayrılırken yaveri Üstada bir paket uzatıyor. İçinde üç altın lira vardır ve komutan güya zekâtından bir parça vermek arzu etmiş. Üstad ise, “Ben muhtaç değilim siz onu muhtaçlara verin” diyor. Bu defa komutan devreye girerek; “Efendim bendeniz öyle arzu etmiştim alırsanız“ gibi bir tavır takınıyor. Bunu üzerine Üstadımız; “Tamam oturun” der. Paraları alır, tek tek üzerlerine birer gazete parçası koyup kurşun kalemin arkası ile karalar ve oturduğu minderin altına atar. Sonra açar üç altın daha belirir, onları da yüzbaşıya üç altınla beraber verir ve muhtaçlara dağıtmalarını söyler. Çaresiz alıp ayrılırlar.

Beşinci hatıra: Sadık isminde bir komşu et almış, hanımı yemek yapmış. O da bir tabak yemek koydurup Üstadın kapısına koşar ve ikram etmek ister. Üstad ise, “Kardeşim alamam hanımın razı değil” der. Çaresiz eve döner ve hanımına sorar, o da; “Kırk yılda bir et alıyor onun da yarısını ele veriyor diye içinden geçirdiğini” söylüyor.

Bunu gibi birçok hatıra var ve görüldüğü gibi Üstadımızın Burdur hayatı çok kerametvarî geçiyor. Halk çok hürmet ediyor. Hükümet ise buna dayanamayıp Isparta’ya sürgün ediyor. Halk bunu duyunca çok üzülüyor. Gideceği gün yerde yarım metreye yakın kar vardır. Burdurlular uğurlamak için gelirler ve camiden Paşa Köprüsüne kadar (yaklaşık 600 m) yolun iki tarafına sıra olurlar.

Üstadımız cami hücresinden çıkar. Kapının önünden itibaren iki elini sağa sola uzatır ve hoşça kalın deyip yürür. Sağ taraftakiler sağ elini ve sol taraftakiler de sol elini öperek yolcu ederler. Burdur’lular o zamanda Üstadı çok sevmişler, şimdi de çok seviyorlar.

Allah ehl-i imanın aklını kalbini Risale-i Nur hakikatlerine teveccüh ettirsin ve imanlarını kuvvetlendirsin. Birlik beraberlik şuuru versin inşallah. Âmin.

Sabahattin Boyacı

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*