Mekke-i Mükerreme’den – 3 “Bütün Müslümanlara karşı sabit bir münasebet peyda ediyoruz”

MEKKE – Umre ibadeti için bizi Cidde havaalanına götürecek olan THY uçağı, İstanbul Yeşilköy havaalanından kalkıp gökyüzünde rotasına girdikten sonra, hoparlörden, yolculuk için okunması Sünnet-i Seniyye olan “Sübhanellezi sahhara lenâ…” diye başlayan âyet okununca, hem şaşırdık, hem de sevindik. Zirâ yedi sene önce Hac ibadeti için de THY uçağı ile gitmiştik, ama o zaman böyle bir şey olmamıştı ve o zaman Suudi Arabistan Havayolları ile seyahat eden hacılarımız, uçaklarında bu âyetin okunduğunu söyleyince, biz de heveslenmiştik. Şimdi THY de, aynı çizgiye gelmişti. Sebep olanlardan Allah razı olsun. Elbette Müslüman bir memlekette, Müslümanları mukaddes beldeye götüren uçakta yapılması lâzım gelen de buydu. Yeri gelmişken, yetkililere bir de hatırlatmada bulunalım. Hac ve umre için sefer yapan uçaklardaki hosteslerin kıyafeti, tesettürlü olsa daha iyi olur. İnsanlar toplu halde uçağa binmiş, içeride başka yolcu da yok, bu şekilde uygun olmayan kıyafet, Müslümanları rencide ediyor.

Neyse, Mekke-i Mükerreme’ye geldikten sonra, önceki hac ibadeti için geldiğimizde gördüklerimizle, şimdiki arasında da bir mukayese yaparak, aldığımız bazı notları sizlere aktaralım:

* Evvelâ, bu mübarek beldelere gelme işi, tamamen Cenâb-ı Hakk’ın bir lütfudur. Tabiî, insan da, buralara gelmek için hem Cenâb-ı Hakk’a duâ edecek, hem de oraya sevk edilmenin işaretini alınca, o vaziyete razı olacak. Yoksa “Şöyle olaydı, böyle olaydı” diye yorumda bulunursa, o anda içinden geçirdiği ve söylediği, duâ makamına geçer. Bir misâl vereyim: Bir arkadaşımız, bundan birkaç sene önce hacca gitmek için, annesi, babası ve hanımıyla birlikte müracaat ediyor ve o sene gitmeleri kesinleşiyor. Anne, bir anda “Keşke önce umreye gitseydim de, sonra hacca” deyiveriyor. Demek o anda söylediği o söz duâ makamına geçmiş ki, bütün hazırlıklarını tamamlayıp, 4-5 saat kara yolculuğundan sonra havaalanına geldiklerinde, tam en son pasaport kontrolünden geçerken, polis anneyi geçirmiyor. Meğer, Suudlar, vize damgasını annenin pasaportu yerine yanlışlıkla babanın pasaportuna yapmışlar. Yani annede hiç vize damgası yok. Babada ise çift damga olunca, anne kapıdan, üzülerek, ağlayarak memleketine geri dönüyor ve daha sonra umre ve ondan sonraki sene de hacca gidiyor. İlginç değil mi?

* Kâbe’de şu anda, yer genişletmesi adı altında bir inşaat çalışması var. Orada çalışan vinçleri saydım, otuz civarında vinç var ve aralıksız çalışıyorlar. İnşaallah, hac mevsimine yetişir, yoksa çok sıkıntı olur. Makam-ı İbrahim’in karşı tarafına denk gelen ve avlunun genişletilme projesi olan inşaat alanında, maalesef Osmanlı revakları yıkılmış, güya tek tek numaralandırılarak, bir başka yerde değerlendirilecekmiş. Hatta Türkiye de onları istemiş. İşte o revakların yıkılmayan kısmı daha yerlerinde dururken, yıkılanların yerine resmedilmiş şekilde panolar koymuşlar.

Bu durumlardan dolayı, üst katlarda tavaf yapılamadığından, bütün tavaflar altta, Kâbe’nin avlusunda yapılıyor. Hatta üst katta hasta ve yaşlılar için (hastahanelerde kullanılan, bildiğimiz) tekerlekli sandalyelerle yapılan tavaflar da aşağıda yapılınca, tavaf yapmak epey zor bir iş olmuş. Bir de hacca gidemeyenler, özellikle de Türklerden kur’ada çıkmayanlar, bu mübarek beldelerin hasretini, bir nevî umreye gelmek şeklinde gidermeye çalışıyorlar. Yani gördüğümüz kadarıyla çok Türk var. Ve genel olarak da, hac mevsimi gibi kalabalık bir Müslüman vardı. Tabiî imkânları olan için hac ömürde bir defa farz, umre ise sünnettir. Ama umre, hac değildir. Dinî bilgisi zayıf olan bazıları zaman zaman sormuyor değil: ”Yahu aynı yere gidiyoruz, ne fark eder ki?” diye. Biz de onlara, “Kardeşim, Cuma namazı kıldığınız camide, başka vakit namazlarını da kılıyorsunuz, onlar Cuma namazı olur mu veya Cuma namazı yerine geçer mi?” deyince ikna oluyorlar tabiî.

* Maalesef oralarda müşahede ettiğimiz üzücü bir durum var. Dinî malûmatları (hac, umre vs. konulardaki bilgileri) en zayıf Müslüman millet biziz belki de. Allah’ın en birinci ve büyük mescidi olan Mescid-i Haram’da, Kâbe’de dâhi, nasıl davranılacağını tam bil(e)miyoruz. Birçoğumuz da Kur’ân okumayı bilmediğinden, lüzumsuz şeylerle meşgul olup, çokça konuşabiliyoruz. Hâlbuki sıradan bir camide dahi konuşulmazken, orada bu işler bize çok garib geliyor. Tabiî, bu milleti böyle câhil bırakıp, bu hâle gelmesine sebep olana buğz etmemek mümkün değil.

* “Elmevtu hakkun / Ölüm haktır” gerçeğini imzalayan birçok kişinin cenaze namazını kılıyoruz. Beş vakit namazların hepsinde cenaze namazı kılınıyor. Hem de bir seferde 8-10 cenaze kaldırılarak. Tabiî bizden farklı kılınıyor. Bir defa bizde gündüz namazlarının dışında pek cenaze namazı kılınmaz. Sonra bizde her cenaze için ayrı ayrı kılınır ve erkek kadın olduğu belirtilir. Burada sadece çocuk cenazesi olursa belirtiliyor. Onun dışında söylenmiyor. Ve hepsi için tek namaz kılınıyor. Selâmı da sadece sağa vererek bitiriyorlar. Bunlar teferruattaki mezhep farklılığı tabiî.

* Hac için geldiğimizde, Kâbe’nin içinde resim çektirmiyorlardı. Ama şimdi teknoloji ilerleyip, cep telefonlarından resim çekilmeye başlanınca onlar da pes etmişler. Biz eskiden hanımın çantasına koyarak zor geçiriyorduk makineyi. Şimdi o bakımdan çok rahat. Tabiî bir de burada, Suud emniyet personelinin oraya ibadet için gelenlere davranma biçimi hiç hoş değil. Bazen sert ve kaba davranıyorlar. İnsanların çoğu lisanen de anlamayınca, hiç hoş olmuyor. Aslında burada yapılması gereken iş, birkaç lisan bilen elemanları oraya almak lâzım.

* Buraya fevç fevç, bölük bölük Müslümanlar geliyor. Adeta mahşer yerini andıran bu kalabalığa bakınca–haydi umre bütün seneye yayılıyor ona bir şey demiyoruz da–aslında hac hususunda bazıları birkaç defa gidiyor. Dolayısıyla dünyada hızla artan Müslüman sayısına paralel olarak, hacca gitmek isteyenler de çoğalıyor. Ondan dolayı hiç hacca gidemeyen diğer kardeşlerimizin hakkını gasbetmemek için daha dikkatli olunsa iyi olur kanaatindeyiz. Bir de, bazı yer ve yönlendirme levhalarında sadece Arapça ve İngilizce yazılar var. Hâlbuki buraya dünyanın çeşitli yerlerinden gelen diğer hacılar da var. Bizim dışımızdaki diğer milletlerin birçoğu bir ikinci dil olarak onları okuyabilirken, bizim milletimiz okuyamıyor ve en çok gelenlerin başında da Türkler olduğu için, o levhalara Türkçe de yazılsa çok iyi olur.

* Tabiî dünyanın her tarafından gelen çeşitli milletlerden hacılarla kaynaşıyoruz. Üstadın hacdaki maksad ve muradına uygun hareket etmeye çalışıyoruz. Çat pat konuşarak anlaştığımız diğer Müslüman milletler, bizim Türk olduğumuzu anlayınca çok seviniyor, asık suratlı olanların dâhi yüzü birden tebessüm ediyor. Burada yine Üstadımızın çok güzel olan şu tesbitlerine şâhid oluyoruz: “İnsan; İslâmiyet sayesinde, ibadet saikasıyla [ibadetin sevk etmesiyle, ‘zaten buraya bunun için geldik’] bütün Müslümanlara karşı sabit bir münasebet peyda eder ve kavî [kuvvetli] bir irtibat ve bağlılık elde eder. Bunlar ise, sarsılmaz bir uhuvvete [kardeşliğe], hakikî bir muhabbete sebep olur. Zaten heyet-i içtimaîyenin [sosyal hayatın] kemâline ve terâkkisine [mükemmel olmasına ve yükselmesine] ilk ve en birinci basamaklar, uhuvvet ile muhabbettir [kardeşlik ile sevgidir.]” (İşârâtü’l-İ’câz, İbâdet ve Tevhid Bahsi)

Başta tavaf olmak üzere, bütün ibadet ve taatimizde, bize duâlar ısmarlayan bütün kardeşlerimizi gözümüzün önüne getirerek, o ibadetlerimizi yapıyoruz. Her duâda, ama her duâda ve ibadette bunu yapıyoruz. Hatta herkese söylemedim de, mübarek bir kardeşimize teberrüken iki rek’ât tavaf namazı kılmasını söylemiştim. Yani bütün dost ve kardeşler orada bizim duâlarımıza dâhil olmuştur. Mekke-i Mükerreme’deki intibalarımızı şimdilik burada bitiriyoruz. İnşaallah Medine-i Münevvere’den de sizlerle intibalarımızı paylaşacağız.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*