Büyük Fransız İhtilâli

Risale–i Nur’dan

Ehl–i bid’a, dinsizliklerine ve ilhadlarına şöyle bir bahane buluyorlar; diyorlar ki: “Âlem–i insaniyetin müteselsil hâdisâtına sebep olan Fransız İhtilâl–i Kebîrinde, papazlara ve rüesa–yı ruhaniyeye ve onların mezheb–i hâssı olan Katolik mezhebine hücum edildi ve tahrip edildi. Sonra, çoklar tarafından tasvip edildi. Frenkler dahi ondan sonra daha ziyade terakki ettiler.”

Elcevap: ….

Mektubat, Sayfa 421

Bu Medrese–i Yusufiyenin nâzırına (Afyon Hapishanesi Müdürüne) yazdım: Ben Rusya’da esirken, en evvel Bolşevizmin (komünizm) fırtınası hapishanelerden başladığı gibi, Fransız İhtilâl–i Kebîri dahi en evvel hapishanelerden ve tarihlerde serseri namıyla yad edilen mahpuslardan çıkmasına binaen, biz Nur şakirtleri, hem Eskişehir, hem Denizli, hem burada mümkün oldukça mahpusların ıslahına çalıştık. Eskişehir ve Denizli’de tam faydası görüldü. Burada daha ziyade fayda olacak ki, bu nazik zaman ve zeminde Nurun dersleriyle geçen fırtınacık (Afyon hapsinde bir isyan çıktı, hiçbir Nur talebesi karışmadı) yüzden bire indi. Yoksa ihtilâftan ve böyle hadiselerden istifade eden ve fırsat bekleyen haricî muzır cereyanlar, o baruta ateş atıp bir yangın çıkacaktı.

Said Nursî , Şualar, Sayfa 431

Elif–bâ okumayan çocuğa felsefe–i tabîiye dersi verilmez. Ve erkeğe tiyatrocu kan libâsı yakışmaz. …Birisinin libası, ötekinin endamına gelmez. Demek Fransız Büyük İhtilâli, bize tamamen hareket düsturu olamaz. Yanlışlık, tatbik–i nazariyat ve muktezâ–yı hali düşünmemekten çıkar.

Divan–ı Harb–i Örfi, Sayfa 26
Kapitalizm, sömürgecilik, ırkçılık kuvvet buldu

Tarihî ve sosyal hadiselerin—tıbbın aksine olarak—sonucuna bakarak sebeb(ler)ini anlamaya çalışmak, daha doğru ve çok daha kolay bir yöntemdir.

Bu ölçüden hareketle, 1789’da patlak veren Büyük Fransız İhtilâlinin sonuçlarına baktığımızda ana hatlarıyla şunları görmekteyiz:

1) Dinî duyguların yerini millî hisler aldı. Dindarlık zayıfladı, ırkçılık cereyanı kuvvet buldu.

2) Papazlar ve ruhanî liderler gibi, kralların da baskıcı sultasına son verildi. Kraliyetin yerini cumhuriyetler almaya başladı. Krallığı kaldıramayan ülkeler ise, demokrasiye geçiş yapmak durumunda kaldı. (Krallık sistemi, İngiltere ve İspanya dahil olmak üzere, birçok Avrupa ülkesinde halen devam ediyor.)

3) Ölüm cezasına mahkûm edilenlerin tüfekle, kılıçla, baltayla veya değişik işkence tarzlarıyla (engizisyon) yapılan infazları, 1792’den itibaren resmî olarak “giyotinle idam” şekline çevrildi. (Devrik kral ve ailesi de aynı yöntemle idam edildi. Ayrıca, 1792–94 arasındaki iki yıl içinde 30 binden fazla insanın kafası giyotinle kesildi. Giyotinle idam uygulaması, kısmî Arupa’da yaklaşık iki yüz sene müddetle devam etti.)

4) Avrupa kıtasının dışında henüz fazlaca rağbet görmemiş olan “vahşi kapitalizm”, ihtilâlden sonra başka coğrafyalara da sıçradı ve hemen bütün dünyayı etkisi altına almaya başladı. (Sonrada da pekçok savaş, ihtilâl ve kargaşaya sebebiyet veren bu dehşetli hastalık, insanlığın yakasını hâlâ bırakmış değil.)

5) Irkçılık ve kapitalizm gibi, ne yazık ki sömürgecilik ruhu da Büyük Fransız İhtilâlinin bir ürünü olarak gelişerek yaygınlık kazandı. Daha evvel, sadece Avrupa toplumunun içinde etkili sosyal adâletsizlik ve haksız kazanç sistemi, şiddet ve zorbalıkla birleşerek dünyaya ve bilhassa Müslüman ülkelere yayılmaya başladı. Başta İngiltere, Fransa ve İtalya olmak üzere, Avrupa devletlerinin çoğu siyasî desise ve ordularının kuvvetiyle dünyaya yayılarak diş geçirebildikleri ülkelerin çoğunu koloni veya sömürge haline getirdiler. İkinci Dünya Savaşından sonra (1946) büyük çapta kırılan sömürgecilik (müstemlekât) sistemi, yer yer hayatiyetini bugün de devam ettiriyor.

Büyük Fransız İhtilâlinin tetiklediği veya sebebiyet vermiş olduğu daha başka neticeler de var. Ancak, asıl maksadın anlaşılması için bu kadarı yeter de artar bile.

Ayrıca, sadece şu beş maddelik neticelere bakarak da, Fransız İhtilâli hakkında yeterince bir fikir ve kanaate sahip olmak mümkün.

Ancak, biz yine de bilinmesinde fayda mülâhaza ettiğimiz önemli bazı hususları burada özetlemeye çalışalım.

Fransa’da gerek ihltilâlden evvel ve gerekse ihtilâlin ilk yıllarında (bir kısmı yıllar yılı) varlığını hissettiren, ayrıca iktisadî, siyasî, sosyal ve kültürel hayatı yakından etkileyen grup ve kesimlerin başında şunları saymak mümkün:

* Kral, kral ailesi ve kraliyete mutlak mânada taraftar olanlar.

* Kilisenin ve özellikle Katolik mezhebinin toplum üzerindeki hakimiyetinin devamını isteyenler.

* Değişen her hal ve şart altında kendilerine mutlaka birtakım imtiyazlar verilmesini isteyen ve daha çok “soylular” diye bilinen kesim.

* Sosyal adâletin sağlanamaması sebebiyle, alabildiğine zenginleşen ve hasis menfaatini herşeyin üstünde gören burjuva kesimi.

* Halkın aydınlanmasında önemli etkisi bulunan Victor Hugo, Voltaire (Volter), Jean Jacques Rousseau (Jan Jak Ruso) ve giyotine doğru giderken bile hürriyet vurgusu yapan Madame Rolande gibi şair, düşünür, yazar ve edebiyatçıların görüşünü paylaşan kesim.

* Bir de isyan ruhuyla hareket eden ve zaten artık canından bezmiş duruma gelen kalabalıklar. Bu kesimin içinde sıradan vatandaşlar olduğu gibi, serseriler diye isimlendirilen ve önüne gelen herşeyi yakıp yıkmak için fırsat kollayan anarşist tabiatlı kimseler de yer alıyordu.

İşte, birbirinden farklı ve birbiriyle alabildiğine uyumsuz hale gelmiş kesim ve grupların taleplerini karşılayamaz hale gelen kraliyet sistemi, varlığını sürdürebilmek, hiç olmazsa ayakta kalabilmek için türlü yollara, hatta gizli entrikalara başvurdu; ancak, bunların hiçbiri fayda vermedi.

İhtilâlin büyük bir gürültü ile patlak verdiği günün tarihi ise, 14 Temmuz 1789.

Galeyana gelen ve Kral 16. Lui’ye karşı protesto gösterilerinde bulunan kalabalıklar, birden ekseriyetle “rejim mağdurları”nın içinde bulunduğu Bastille Hapishanesine doğru harekete geçti.

Hapishane yakılıp yıkılarak mahkûmlar dışarı salıverildi ve ondan sonra da hemen herşey kontrolden çıkmaya yüz tuttu.

İhtilâlciler ile Kral arasında önce bir anlaşma cihetine gidildiyse de, bu yama dikiş tutmadı. Kral’ın Fransa dışından da destek arayışına girdiği duyulunca, öfkeli kalabalıklar bu kez çılgına döndü ve Kraliyet Sarayını da basarak Kral ve ailesini hiçbir yere kaçamayacakları şekilde ablukaya aldı.

Bu arada Kraliçe Marie’nin de “Açız aç! Yiyecek ekmek bulamıyoruz!” şeklindeki bağırışlarına mukabil “Canım halk ekmek bulamıyorsa pasta yesin” dediği de, fısıltı halinde kulaktan kulağa yayılmaya başladı.

Bunun doğru olup olmadığı tahkik bile edilemeden, Kraliçe de tıpkı kocası 16. Lui gibi “vatan ve millet haini” olmakla damgalandı ve aynı gerekçe ile önce kocası, birkaç ay sonra da kendisi (16 Ekim 1793) giyotinle idam edildi.

Kral’ın ölümü ve kraliyet sisteminin sona ermesi de, Fransa’ya huzur ve barış getirmeye yetmedi. Kargaşa ve kanlı boğuşma, uzun yıllar (tâ 1815’e kadar) devam edip gitti.

Fransa (dolaylı olarak diğer Avrupa ülkeleri), kendi iç meselesini halletme sürecine girer girmez, bu kez gözünü dünyanın başka coğrafyalarına dikti. En yakın mesafedeki Afrika’dan başlayarak, ardından Hindistan’a ve hatta Uzak Doğu’nun en uzak diyârına kadar uzanarak, oralardaki halkın varını yoğunu sömürgecilik sistemiyle gasp ve garet ettiler.

Bunun yanı sıra, ırkçılık damarını da tahrik ederek, bu illeti Avrupa içinden Balkanlara, ardından Osmanlı ülkesinin hemen her tarafına yaydılar. Müslüman dünyasını dilim dilim bölüp yutarak, onları birer sömürge haline getirdiler.

Sömürgecilik, yirminci asrın ortalarına kadar devam etti. Bu sistemin yan etkileri ile ırkçılığın dehşetli etkileri halen de bitmiş değil.

İşte, Avrupa’nın hasis menfaatini temin eden Büyük Fransız İhtilâli’nin insanlığa ve bilhassa Müslümanlara reva gördüğü hayatın kısacık bir hikâyesi.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*