Çağımızın Uhud’u ve Bediüzzaman’ın okçuları

Zulüm etmez, ancak, iman-küfür mücadelesi kıyamete kadar devam edecek. Her asır ve biz de, kimi zaman Bedir, kimi zaman Uhud, kimi zaman Hendek’i yaşarız.

Kimi zaman da bu sıcak günlerde uzun olan Mute için yola çıkmayız, bağ ve bahçelerimizde dinlenmeyi tercih ederiz.

Uhud Harbi’den çıkaracağımız çarpıcı dersler, ibretler var. Bilindiği gibi münafıkların reisi Abdullah b. Ubey b. Selül, şehirde kalıp müdafaa savaşı yapılmamasını bahane ederek 300 kişilik kuvvetini geri çeker. Zaten gayesi savaşmak değildi. Müslümanları güçsüz bırakmak istiyordu. Ordunun mevcudu 1000’den 700’e düşmüştü.

Buna rağmen Sahabe-i Kiramın morali, aşk ve şevki bozulmamıştı. Bilakis, “İşimiz, yükümüz daha da ağırlaştı, öyle ise daha bir gayret ve şevkle mücadele etmeliyiz!” diyerek Resulüllah’ın (asm) etrafında kenetlendiler.

Peygamberimiz (asm) İslâm ordusunu savaş düzenine ve özellikle ordunun sol tarafındaki dağın vadisini beklemek üzere, Ayneyn Tepesine Abdullah b. Cübeyr kumandasında 50 kişilik okçu birliği yerleştirmiş ve sıkı sıkıya tembih etmişti:

“Düşman yense de, yenilse de kesinlikle yerlerinizden ayrılmayınız. Hatta kuşlar başımızdaki etleri gagalasalar ve bizi sürükleseler  de, benden haber gelmedikçe sakın sakın ayrılmayınız” mealinde sıkı sıkıya tenbihte bulunmuştu. Okçular az idi, ama vazifeleri çok önemliydi…

Savaşın ilk hamlesinde müşrikler bozguna uğratılır. Dünyaya meyleden bazı mü’minler ganimet toplamaya başlar. Ordunun gerisinde vadiyi bekleyen okçulardan 42’si, Peygamberimizin (asm) kesin emrini unuttu, “Kardeşlerimiz galip geldi, biz niye bekleyelim” diyerek yerlerinden ayrılıp ganimet toplamaya koştular. Komutanları Abdullah bin Cübeyr’i de dinlemediler.

Bu durumu fark eden ve o sırada müşrikler safında bulunan Halid bin Velid, 200 kişilik süvari birliğiyle kalan 8 okçu ve kumandanlarını şehit ederek Müslüman ordusunu arkadan çevirdi.

Halbuki savaş henüz neticelenmemişti. Düşman süratli bir şekilde takip edilip dönemeyecekleri şekilde takip edilmesi gerekiyordu. Netice malum: Başta Hz. Hamza (ra) olmak üzere 70 güzide sahabi şehid edildi…

İşte biz de “nefsimizle büyük cihaddayız!” Hem de şiddetli bir imtihandayız. Azlığımıza, fakirliğimize, zayıflığımıza bakarak hizmette aşk, şevk, sebat ve metanetimizi kaybetmemeliyiz. Zira;

Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevi ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirtlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.2

İşimiz; çağın kumandanı, Sahibüzzaman’ı, Bediüzzaman’ın gösterdiği Kur’ânî ve Nebevî emirleri dinlemektir, yoksa sonuç almak değil. Ganimet toplamak hiç değil!

Evet, evet, neam, neam. Sivrisinek tantanasını kesse, balarısı demdemesini bozsa  sizin şevkiniz hiç bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz. Zira, kâinatı nağamatıyla raksa getiren hakaikin esrarını ihtizaza veren musika-i İlâhiye hiç durmuyor; mütemadiyen güm güm eder.”3

Dipnotlar: 1-Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lahikası, s. 41.; 2-Emirdağ Lahikası, s. 232.; 3-Münazarat, s. 45. 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*