Camiler hemen açılmalı

Salgının henüz ilk günlerinde de bu hususu seslendirmiştik.
Tedbirler uygulanmalı, fakat mabetler kapanmamalı demiştik. Cemaat olunamıyorsa bile oralarda namaz kılınmalı, Kur’ân okunmalı ve bu global musîbeti üzerimizden kaldırması için Allah’a yalvarış sesleri yükselmeli, cami ve mescitlerimizde. Bu olmadı. Yalnızca ezan okundu, bazı camilerde… Ve kapılar tamamen kilitlendi ibadethanelerin… Araştırma enstitüleri çaresizce uğraşıp duruyorlar, hekimlerimizin kendileri salgına çare ararlarken şehit oluyorlar ve hâlâ bu hastalığın dermanından haber yok. Ama asıl dermanın sahibine, Şafi-i Hakikî’ye yalvaracak yerlere ve her şeyin dizgini elinde olan Allah’a niyazda bulunacağımız mekânların kapılarına kilit vurmakla, hükümet fevkalâde yanlış bir yola girdi. Yetkililerimizin Sağlık Bakanlığı aracılığıyla uyguladığı tedbirlere, cami ve çevrelerinde de riayet edilebilinirdi: Hijyenik kurallar, mesafeler, maskeler ve diğer tedbirler… Camilerde vazifeli hocalarımız ve diğer görevlilerimiz elbette sürece nezaret edecekler. Kendilerine yardımcı olabilecekleri bir-iki zabıta veya güvenlik görevlisi yardımıyla çok güzel bir şekilde, namaz vakitlerinde camilerimizin açık bırakılmasının, insanlığımız için bir şart olduğunu düşünüyoruz.

Hastalığı yaratan, bizi şu hastalıkla imtihan eden, her gün bize yepyeni ikazlarda bulunmasını sağlayan, hayatı ve ölümü veren Allah’ın kapısından başka hangi kapı var ki gidilsin… Diyanetimizin şu süreçte; sosyal tedbirlere riayet ederek dinimizin hastalıklara, hayata, ölüme ve tekrar dirilişe yönelik nasihatlarını mabet merkezli olarak insanlarımıza ders vermesi gerekiyordu. Allah’ın gazabını, felâketleri ve cezalandırmasını hakketmiş mazideki kavimlerin yoluna benzer bir yola girmiş bizlerin gaflet ve dalâletimizden uyanmamız için, virüsü bir fırsat kabul ederek bize seslenmeleri gereken hocalarımıza bu imkân verilmeliydi.

Hükümetin korkusu akıbetini değiştirir mi? Umreden gelenleri bahane ile dine hücum edenlerin çıkardıkları gürültüden, ancak dini siyasete alet edenler korkarlardı. Ne oldu? Hükümet korktukça, onun vehmini kullanıp camilere kilit vurdurdular. Camiler orada tek tük cemaatsiz kılınacak namazlar, okunacak duâ ve Kur’ân’lar bahane edilerek hükümete hücum edeceklerdi. Hükümet, bu tenkit ve hücumlardan çekinmemeli. Lokantalarda topluca yemek kaldırıldı, fakat ferdî olarak herkes yemeğini alabiliyor. Camilerde de ferdî, mesafeli ve tedbirli ibadet edilmeliydi. Bu kapılar lokanta kapıları kadar da mı önemli değildi, bizim için? Evet, yanlış yapıldı.

Ramazan-ı Şerif geldi ve hastalığın birkaç ay daha aramızda kalacağını söylüyorlar, hekimler. Belki de bu virüs gider, yarın bir başka virüs çıkagelir, Çin-i Maçin’den. Artık hesabımızı-kitabımızı buna göre yapacağız. Yeme-içmekten vazgeçemediğimiz gibi, Rabbimize ibadet yapmaktan ve üzerimize farz olan beş vakit namazdan da taviz veremeyiz. Zira; bizi yoktan yaratan, hayatımızı rızkımızla veren ve bir gün bizi tekrar huzuruna alacak Allah’ımızla mescitlerimizde konuşamayacak mıyız? Ona olan sevgi ve yakınlığımızı mabetlerimizde O’na arz edemeyecek miyiz?

Bazı Müslümanlar haklı olarak camilerimizin behemehal kapanmalarını, başımızdakilerin “Siyasal İslâmcı” duruşlarına bağlıyorlar. Olaylara yetkililerimiz, demokrasi ve temel insan hakları zaviyesinde baksalardı, tenkit endişesinden camileri kapatmazlardı. Hatta dine mesafeli olan bir parti başta olsaydı bile halktan çekineceğinden bunu yapamazdı, diyorlar. Söylediğimiz gibi, bütün bu yanlışlara sebep, demokrasinin bizde olmayışı…

Demokrasisi sağlam ülkelerde, halk salgında daha rahat ediyor. Salgının şiddeti de bizdekinden daha hafif. İşte Norveç’te bütün okullar açılıyor. İsveç, işin başından bu yana serbest bıraktı. Finlandiya salgını Avrupa’da en rahat geçiren ülke seçildi. Felâketlerde, salgınlarda, savaşlarda, ekonomik krizlerde ve halkları tehdit eden bütün hadiselerde demokrasinin en önemli unsur olduğu bir daha vurgulandı. Salgına yakalanmışların üzerine kapıları kilitleyip, iki ay sonra ölüleri toplamakta bir başka metottu. Fakat insanî değildi ve o idareye çok yakında bütün insanlığın ateş püsküreceğini söyleyebiliriz. Dünyanın en zengini olarak gösteriliyordu, fakat demokrasi yoktu.

Diyanetimiz hukümetin yanlış politikasından fırsatı değerlendiremedi. Halkımızı aydınlatabilecek güzel fırsatlar doğmuştu. İnsanî fıtratın dışına çıkmışları, hocalarımızın ikaz etmeleri için sayısızca imkânlar kaçırdık. Demokratik olmayan idaremiz, diyanetimizin ellerini kollarını bağlayınca da Amerika’nın ve Avrupa’nın İslâm’a yaptıkları vurgunun gerisinde kaldık. Reklâm panolarını ve ışıklı dev tabelalarını Efendimiz’in (asm) insanlığa tavsiye ve dersiyle süsleyen Avrupalılar, koronada da Türkiye hükümetini geçtiler. Ezanları, toplu duâ ve yakarışları ve metropollerin meydanlarından semaya yükselen Kur’ân seslerini diyanetimiz mutlaka grupça izlemiştir. İşte demokrasi yerine fertlere dayayan idarelerin hal-i pür melâli.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*