Canlı cenazeler, yaşayan merhumlar

Bedene hayat veren damarlardaki kandır,
Ruhu hayatlandıran, kalbindeki imandır.
A.Y.

İnsanlar vardır, hayatları ömürleri kadardır. Ömür bitip ölüm geldiğinde, hayatları sona erer. Artık onların ne dünya ile, ne insanlarla bir bağı kalmamıştır. Yakın akrabaları dışında kimse onları hatırlamaz, yokluğunu fark etmez. Bir süre sonra da isimleri de hafızalardan silinir. Belki mezar taşları da olmasa, böyle birisinin bu dünyadan gelip geçtiği bile bilinmez. Bunlar hayatın sadece bu dünya ile sınırlı olduğunu düşünüp öyle inandıkarı için, öyle muamele görürler. Öldükten sonra bir hiç olacaklarına inandıklarından, hayatları da hiçlikten ibarettir. Bedenleri yaşar ama, ataletleriyle, hayata ve çevrelerine ilgisizlikleri ile, bir ölüden farksızdırlar. Arkalarında bir eseri/eserleri olmadığı gibi, önlerinde de bir hedefleri yoktur. Kim olduklarını, nereden gelip nereye gittiklerini, bu dünyada vazifelerini ne olduğunu düşünmezler. Ne her sabah güneşin doğuşu, ne her akşam ufuklardaki kızıllıklar, ne yağmur damlalarının ince bir intizamla bulutlardan tek tek inmesi, ne sivrisineğin sesi, ne gök gürlemesi onlara bir şey hatırlatmaz. Merakları ve meramları yoktur. Bunlara “canlı cenazeler” demek mümkündür.

Canlı cenazeler, Allah’ı ve ahireti düşünmediklerinden, ölüm korkusu onların yakalarını hiç bırakmaz. Her gün gözleri önünde kendi gibi insanların ölüp gittiğini, görürler, belki anne babalarını, eş, dost ve akrabalarını kendi elleri ile mezara koyup üzerlerine toprak atarlar. Onun için ölüm hakikatini inkâr etmeye mecalleri olmaz ama, ölümü düşünmemek, düşünse, başkasına vermek, “daha benden yaşlı insanlar var, sıra bana ne zaman gelecek kim bilir” diyerek başını gaflet kumlarına sokmak, onlar için tek kurtuluş çaresidir.

İnsanın, Allah’ı ve ahireti düşünmeden yaşaması, kendisi ve yakınları için belki de ölümlerin en acısı, acıların da en büyüğüdür. İnançsızlık yeisi, yeis ise, her türlü kemâlata mâni olan marazları netice verir. Böyle insanların geçmişi olmadığı gibi, gelecekleri de yoktur. İçinde bulundukları zaman ise, her an ellerinden kayıp gitmektedir. Böyle insanların hayattan zevk alması mümkün değildir. Başlarını soktukları gaflet kumları bile onlar için akrebin kıskacından farksızdır. Kısacası, kalbinde imanın ümidini taşımayanlar yaşayan ölülerdir, canlı cenazelerdir.

İnsan hayatın mahiyetini de, zevkini de imanla idrak eder, İslamiyetle güzelleştirir. Bediüzzaman Hazretleri, bu hakikati şu şekilde ifade ediyor: “Eğer imân hayata hayat olsa, o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar, imânın nuruyla ışıklanır ve vücud bulur; zaman-ı hâzır gibi, ruh ve kalbine imân noktasında ulvî ve mânevî ezvâkı ve envâr-ı vücudiyeyi veriyor.” Demek ki iman, insanı geçmiş zaman da, gelecek zaman da ve bulunduğu anda yaşatır, en ulvî zevk ve en parlak nurlu iklimlerde seyeran ettirir. İmandan ve İslamiyetten uzak bir hayat sürenleri, Üstâd Hazretleri şöyle tarif ediyor ve vasıflandırıyor: “İşte ey iki hayatın rûhu hükmünde olan İslamiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor.”

Öyle insanlar da vardır ki, bu dünyadan cismen göçüp gideli yüzlerce yıl olmuş fakat, ruhen aramızda yaşamakta ve himmetleriyle, tasarruflarıyla hayatiyetlerini devam ettirmektedirler. Onların bir kısmı şehid, bir kısmı Allah’ın veli kullarıdır. Bıraktıkları eserlerle, yaptıkları hizmetlerle, gösterdikleri fedakârlıklarla, ve manevi mirasları ile yaşamaya devam etmektedirler. Onları rahmetle anarız ama, “ölü” diyemeyiz. Onlar için de “Yaşayan merhumlar” ifadesi kullanabiliriz.

Yaşayan merhumların en meşhuru, onların serdarı, Peygamber Efendimizdir (asm). O zaten daha doğmadan bile dünyada himmeti ve şefaati ile hayattaydı. Hatta dünya ve kâinat Onun hayatından hayat buldu. Ona en yakın olanlar ve ölümlerinden sonra hayatını devam ettirenler ise, sahabeleri, tabîleri ve onları takip eden nur silsilesidir. İmam-ı Âzam, İmam-ı Rabbani, Abdulkadir Geylanî, Mevlana, Yunus Emre ve bunlar gibi insanlığın medar-ı iftiharı olanlara “ölü” demek mümkün mü?

Bu silsilenin en son ve en parlak halkalarından birisi de, Bediüzzaman Hazretleridir. Cismen aramızdan ayrılalı 54 yıl oldu ama, bugün isminden en çok bahsedilen, eserlerinden, eserlerinden en çok istifade edilen, insanların ebedi hayatlarını kurtarmak için en çok başvurulan bir kurtarıcıdır. Ülkenin dini ve siyasi gündemini bile hep canlı tutan bir isimdir. Tasarrufu, himmeti ve hizmeti bütün dünyayı sarmakta, şefkat ve merhamet eli bütün insanlığa uzanmaktadır. Muhalifleri bile onun isminden ve eserlerinden istifade etmekte, kendilerine pay çıkarmaktadırlar.

Eğer bugün dünya, bu kadar zulüm ve haksızlıklara rağmen dönmeye devam ediyor, yine yer yüzüne rahmet damlaları düşüyor, bir serseri yıldız dünyamıza çarpıp kıyametin kopmasına sebep olmuyorsa, o yaşayan merhumların himmetleri ve şefaatleri hürmetinedir. Onlar ne zaman şefkat ellerini bu dünyadan çekseler kıyamet kopacak, dünyanın da, insanlığın da hayatı sona erecektir. .

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*