“Çarpılırsın ha!”

İftira cephesinin Üstad Bediüzzaman’a yönelik salvo atışları tam gaz devam ediyor.
Demek ki, o­nlara belirli odaklardan “yeni mesaj”lar geliyor, o­nlar da vazife icabı istenenin aynısını yapmaya çalışıyorlar. İşte, müfterilerin son iftiralarından iki tanesi:

Birincisi: Güyâ, “Said Nursî’nin risâleleri hakkında İslâmî ölçüler dahilinde bir eleştiriye kalkışsanız, sizi hemen ‘Çarpılırsın ha!’ diyerek mânevî tehdit altına alırlar.”

İkincisi: Said Nursî, Bakara Sûresinin 4. âyetini tefsir ederken, “Ey ehl-i kitap! Kur’ân, size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor” yorumunda bulunmakla, güyâ İslâmın ruhuna ve temel kaynaklarına muhalefet etmiş oluyor.

* * *

Biz de “birinci iftiraya cevap”tan başlayarak devam edelim.

Nur Risâlelerini “İslâmî ölçüler” içinde kalarak eleştirmeye karşı “Çarpılırsın ha!” tehdidini kim yapıyor?

Külliyen yalandır, iftiradır.

Zira, Said Nursî’nin bu yönde ne bir iddiası var, ne de ifadesi.

Hatta, bunun tam tersi yönünde beyanları var. Meselâ, bir tanesi şöyledir: “Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. …Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.” (Münâzarât, s. 49.)

Ey insaf ehli! Said Nursî daha ne desin? o­nun bu sözleri varken, acaba talebelerinden kim çıkıp da İslâmî ölçülü eleştiriye karşı “Çarpılırsın ha!” tehdidinde bulunabilir?

O halde, neden yalana, iftiraya sapıyorlar, anlamak zor.

Böyle isnada, iftiraya, saptırmaya devam ederlerse, işte asıl o zaman çarpılırlar. Haberleri olsun.

* * *

İkinci iftiraya cevap vermeden evvel, Üstad Bediüzzaman’ın bahsi geçen âyet hakkındaki yorumunu paragraf bütünlüğü içinde okuyalım: “Kur’an-ı Kerim, o cümlede ehl-i kitabı imâna teşvik etmekle, o­nlara bir ünsiyet, bir suhûlet gösteriyor. Şöyle ki: Ey ehl-i kitap! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur; size ağır gelmesin. Zira, size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor. Ancak, itikadatınızı ikmâl ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz diye teklifte bulunuyor.” (İşarâtü’l–İ’câz, s. 52.)

Âyet-i kerimeyi bu şekilde yorumlayan Üstad Bediüzzaman’ın, buradaki “ehl-i kitap”tan kastının tarif edilmiş kitaplara değil, belki asliyeti bozulmamış Tevrat, Zebur, İncil gibi yine vahiyle gelen kitaplara inananları kast ettiğini, insaf, vicdan sahibi herkesin anlaması gerekiyor.

İnsafsız müfteriler ise, her zaman olduğu gibi yine konuyu saptırıyor ve meselâ tahrif olmuş “Hıristiyanlığın âmentüsü”nü nazara verme cihetine gidiyor. Demek ki, asıl maksatları üzüm yemek değildir.

Böyle giderse, işte asıl o zaman çarpılırlar. Tıpkı, diğer bazı çarpılanlar gibi…

Şayet, akıl ve insaf ölçüleri içinde meseleye bakmak ve yine aynı ölçülerle değerlendirme yapmak istiyorlarsa, aşağıda “hakiki ehl-i kitap”la ilgili soruların cevabını bir kez daha düşünmelerini tavsiye ederiz:

1) Ehl-i kitaptan olanlar, Allah’a inanıyorlar.

Acaba, Kur’ân o­nlara “Bu inancınızı bütün bütün değiştirin” der mi? o­nlara bu dinî itikadı terk etmelerini emreder mi?

2) Ehl-i kitaptan olanlar, Âhiret Gününe inanıyorlar.

Acaba, Kur’ân o­nlara “Bu itikadınızı ter kedin, yahut değiştirin” der mi?

3) Ehl-i kitaptan olanlar, aynı şekilde kitaba, meleklere, geçmiş peygamberlere de inanıyorlar.

Yine, hiç mümkün müdür ki, Kur’ân, o­nlara bu dinî itikadı terk etmelerini emretsin?

Bu meyanda daha başka sualler de sıralanabilir. Fîhi nazarun.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*