Cehaletin mazereti yoktur

altCâhil insan deyince genellikle, okuma yazma bilmeyen insan akla gelir.

Halbuki, okuma yazma bilmediği halde çok okumuşlardan daha çok bilgisi olan insanlar vardır. Yani cehâlet, tahsilden ziyade tahlil etme yeteneği ile ilgili bir durumdur.

Bir insan, baktığını görmüyor, dinlediğini duymuyor, duyduğunu da anlamıyorsa, ona câhilden öte, kara câhil demek gerekir. Böyleleri yüksek tahsilin en yüksek basamağında bile bulunsalar, yine de cehâlet bataklığından başlarını kurtaramazlar.

Cehalet öyle bir hastalıktır ki, insana bilmediğini de bildirmez. Yani cahil insan, cehaletinden habersizdir. Onun için ilmin en büyük faydası, insanın cehaletini keşfetmesini sağlamasıdır. Öğrendiği bilgi sayesinde bilmediği çok şeylerin olduğunu fark eden insan, onları da öğrenmek için gayret eder. Böylece cehaletten kurtulur.

Cehaletten kurtulmak için okumak gerekir. Okumak deyince ise, sadece okullar akla gelmez. Kâinat bir okul, yeryüzü bir dershane, gözümüzün gördüğü her varlık bir ibret levhası veya kudret kalemi ile yazılmış bir mektuptur. Bunları okumak için harflere ve seslere de ihtiyaç yoktur. Akıl gözü ile bakanlar, bu mektupları kalbin lisanı ile okuyabilirler. Hatta insan kendisi de Allah’ın bir mektubudur. Dolayısıyla insan, aynı zamanda kendini okuyan bir mektuptur.

Bilindiği gibi, Peygamber Efendimize (asm) gelen ilk âyet, “Oku” emridir. Allah Resûlü (asm), bu emir karşısında “Ben okuma bilmem” diyerek mazeret bildirmiş ise de, Cebrail Aleyhisselâm’ın ikinci defa tebliğ ettiği “Oku” emrini alınca, “Ne okuyayım?” diye soruyor. Kendisine, “Yaratan Rabbinin ismi ile oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku. Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, insana kalemle yazmayı öğretendir. O, insana bilmediğini öğretendir.” (Alak Sûresi: 1-5) diye emir veriliyor.

Kâinatın Efendisi de (asm) okuma yazma bilmiyordu, ama Allah’ın adıyla okumaya başladı. Hem de kâinatı bir kitap gibi önüne koydu, satır satır okudu. Sonra da bütün insanlığa, cinlere ve ruhanilere kâinat kitabını ders verdi. Kendisi ile çok kısa bir süre de olsa görüşen, sohbet eden, ders alan bir insan, hemen cehaletten kurtuluyor, aklı ve kalbi ilmin ve medeniyetin ışığı ile nurlanıyordu. Onun için cehalet asrı, kısa bir zamanda Saadet Asrı haline geldi. En vahşî ve cahil kavimler, Allah’ın adı ile okudukları için medenî milletlere üstad oldular.

İnsanı ilimde ileri götüren, ciltlerle kitap okumak değildir. Kâinat kitabından bir sayfayı mâna-yı harfî ile okumak, dünyanın bütün kütüphanelerindeki kitaplardan daha fazla bir ilim elde etmeyi sağlayabilir. Çünkü bir harfin işaret ettiği mânâyı bazen kitaplar izah edemez. Üstelik mâna-yı harfi ile okumak için mektep medreselere de ihtiyaç yoktur. Dağ başında bir çoban, bir kardelen çiçeğine bakar, o çiçeğin güzelliğinin başka bir güzelden geldiğini anlar, “Ne güzel yapılmış” derse, nebatat ilminden bir letâfet sayfasını okumuş olur. Botanik ilminin zirvesindeki bir insan da, aynı çiçeğe bakar, hücrelerinin mahiyetini, kök ve damarlarının maharetini keşfeder, ama “Ne güzel bir çiçek” der de bu güzelliğin arkasındaki San’atkârı görmezse, o da cehaletini sergilemiş olur.

Kâinat bir okul, insan da bu dünyada bir talebe olduğu için, Cenâb-ı Hakk’ın gönderdiği mektupları okumakla yükümlüdür. Aklı olan, kalbi ve vicdanı bulunan her insan bu Rabbanî mektupları okuyabilir. Bunun için kampüslere, anfilere ve dersliklere ihtiyaç yoktur. İman gözüyle bakan, kalp kulağı ile dinleyen, Allah’ın adı ile başlayan herkes her şeyi okuyabilir.

İnsan kendini okumakla başlarsa, okumayı daha çabuk söker.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*