Cemaatler fertlerin suçunu yüklenmez

Cemaatler homojen olmadığı gibi, hayrî amellerde şahs-ı manevî cihetiyle şirketleşse de; suç unsurlarında bir başkasının fiilinden dolayı ne örfî, ne hukukî, ne de Kur’ânî olarak yüklenmeleri adaletle izah edilemez.

Evet, hayır ve hesanatta cem’ oldukları ve üstlendikleri vazifeler tamamen uhrevî olması hasebiyle hedefleri; bu zamanda bir şahsın tek başına ulaşamayacağı bir insan-ı kâmilin âzaları olabilmek ve işledikleri ürünün! ki, ebedî hayat içindeki ebedî saadeti netice veren bir fabrikanın çarkları hükmünde maksada müteveccih iken, vazife taksiminde as-üst ilişkileri içinde değil, belki “sahil-i selâmet olan Dârü’s-Selâm’a ümmet-i Muhammediyeyi (asm) çıkaran bir sefine-i Rabbaniyede çalışan hademeleri” olarak görmeleri, dini dava etmek şuurundandır.

Ancak bir cemaate intisap etmiş olsalar da, dünyevî işlerde veya siyasî içtihatlarındaki hatalar, onu tasvib edenlerindir. Bir nevi sandıktaki seçim gibidir. Her bir rey kişinin kendisini bağlar, velevki temayüz etmiş şahsiyetler bir tavsiyede bulunmuş olsalar bile..

Ancak “bunlar” dediğimiz zaman o camia içindeki bütün fertleri aynı kefeye koymak olur ki, mesuliyete mucib bir haldir. Bütünü görmemiz ise imkânsız olduğundan “bunlar” böyle yaptı demek için her ferdin kalbine bir ayine tutmak lazım gelir.

Kaldı ki insanlığı alakadar eden ve dinde de yeri olmayan cinayet, irtikap, rüşvet ve hırsızlık gibi şeni’ suçlar onu işleyenlerle sınırlıdır.

Gayesi dünyevî olup kuruluş gayesi terör olan gruplara dahil olmuş ve cürüm işlemiş olanlar bir tarafa, manevî değerlerler için bir cemaate sempati, bağlılık veya faaliyet içinde olanlarda varsa benzer suçlar, hesabı kendisinden sorulur, bir adım öteden değil.

ÖRFE, HUKUKA VE KUR’ÂN’A GÖRE

Örfî nas’da; insanlığını kaybetmemiş toplumlarda kendi milletinden ve ailesinden bile olsa suç işleyenleri hiç acımadan muhakeme ettikleri ve cezasını verdikleri tarihçe meşhuddur. (Bedevî kabilelelerdeki kan davası bahsimizden hariçtir.)

Hukuk içtihadlarında; Prof. Ahmet Battal’ın gazetemizde de çıkan yazısında; yargısal içtihatlara dayanak olması bakımından onuncu baskısı çıkan Prof. Dr. İzzet Özgenç’in kitabından naklettiği; “15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü öncesinde, herhangi somut bir suçun icrasına iştirak etmemiş olmak kaydıyla, sırf hayrî mülâhazalarla, çeşitli derneklere, vakıflara veya sosyal faaliyetlere maddî veya manevî yardımda bulunan, kurucu veya ortak olan ya da yönetici olarak görev alan kişilerin alelıtlak, sadece bu sebeple terör örgütü üyesi olarak ceza hukuku bakımından sorumlu tutulması hukuken mümkün değildir” ki bizim ifade etmeye çalıştığımız tezin, hukuki dayanakları olması bakımından gayet ehemmiyetlidir.

Kur’ân’î Nas’ta; “bir kişinin hatasından başkası mesul olmaz” mealindeki ayete göre, İzmir’de işlenen bir suçun vebalini Hakkari’deki bir çiftçi çekemez, çekmemeli. Velevki bir parti, bir cemaat veya STK’larda bir bağı olsun.

Hz. Ali’nin bu ayetin hakikatı için sahabelerle harbettiğini biliyoruz. Risale-i Nur ise bu mevzuda çok tahşidat yapmış, sadece Emirdağı Lahikası’nda 16 yerde bu ayete yer verilmiş ve şiddetle adalet-i mahzayı ders vermiştir.

Bütün bu dayanaklara göre, suçun şahsiliği prensibi hem örfi, hem hukuki hemde Kur’ânî olduğundan hareketle; cemaat ve terör kelimeleri yanyana getirelerek;

Nur Erener kızımız dahil, 70’ten fazla sağcı, solcu, islâmcı, liberal gazeteci, öğretmen, iş adamı, esnaf, 700 bebek, 17 bin başörtülünün aynı kefede tutularak hâlâ içerde tutulması anlaşılır gibi değil (Her seferinde delil bulunamadığından tutukluluğun devamına diye ertlenmesi ise ayrı bir garabet).

Esasen demokrasinin olmadığı, 31 Mart vak’asında, 1925’ten sonraki isyanlar akabinde, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat darbe ve süreçlerinde aynı argümanlar (şeriat, irtica, cemiyet ve devleti ele geçirme) atfedilmiş, devletçi/kemalist refleksin “dini benim istediğim şekilde yaşayacaksın” istibdat ve zulümlerinden bu millet çok çekmiştir. Ancak, bu dayatmanın aynı adresten çıktığını bildiği ve çok acı tecrübeler yaşadığı halde, Müslümanların bu nitelemeyi kullanmaları anlaşılır gibi değil.

Tarih şahittir ki, bir garazdan çıkan örgüt nitelemeleri, derbe ve OHAL’de yargı siyasetin vesayetine girdiğinden bir müddet kabul görmüşse de hür ve adil seçimler o imajı silmiştir.

Bu acı tecrübelerden yola çıkarak evvel emirde yapılması gereken; milletin değerlerine uygun bir anayasa yapmak ve belki bir iki seçimle bu birikmiş gazı alarak taşları yerine oturtmaktır. Yoksa memleketi karpuz gibi ortadan yarmak, bu millete yapılan en büyük kötülüktür.

Sözün sultanı bakın ne diyor:

“Selamet-i millet için bir fikrim var. İşte: Sulh-u umumî ve aff-ı umumî ve ref’-i imtiyaz lâzım. Tâ ki biri bir imtiyaz ile, başkasına haşerat nazarıyla bakmakla nifak çıkmasın.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*