Cemaatler homojen midir?

Homojenlik; aynı veya birbirine yakın değerleri/keyfiyetleri ihtiva eden bir bütünlüğü vasfetmek için kullanılmaktadır. Bu bütünlük (veya diğer bir deyişle “grup”), aynı/yakın değerlere sahip olup, etrafından kesif olarak farklılaşır ve bu sayede kolayca tanımlanırlar.

Aslında bu vasıflandırma kimyasal terkipler için kullanılmakta; şekerin suda erimesi gibi… Aksi, yani imtizaçsızlığa heterojen denilmekte.

İslâm literatürüyle bir parça izah etmek gerekirse buna tefani ya da meczolmak denilebilir.

İmtizac eden ruhlar bir ve beraber olduğu gibi kalpler, kendine mukabil bir kalp ister. Bu da fıtratın gereğidir.

Hz. Bediüzzaman bu mevzuyu; “Ehl-i tasavvufun mabeyninde “fena fi’ş-şeyh, fena fi’r-resul” ıstılahatı var. Ben sofi değilim. Fakat onların bu düsturu, bizim meslekte “fena fi’l-ihvan” suretinde güzel bir düsturdur. Kardeşler arasında buna “tefani” denilir. Yani, birbirinde fâni olmaktır” diye tarif eder.

Ancak bu ideal, bir cemaatte kâmil mânâda kısmen bulunsa da, her tabakaya sirayet etmede ahirzaman şartları ve enaniyeti bu insicama pek müsaade etmemekte.

CEMAAT VE KATMANLAR

Esasen cemaat dediğimiz yapılanmalarda üç katman göze çarpmaktadır. Risale-i Nur’da bu mevzu, dost, kardeş ve talebe olarak izah edilir.

Dost taraftır, kardeş kendi malı gibi bilir, talebe ise hizmeti hayatının birinci gayesi yapar. Bu üç kademenin de kendi aralarında dereceleri, mertebeleri vardır. Dosttan kardeşe, kardeşten talebeye geçişler olabiliyor.

“Risale-i Nur bir daire değil, mütedâhil daireler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahibler ve haslar ve naşirler ve talebeler ve tarafdarlar gibi tabakatı var.”

Buradan da anlaşıldığı üzere yüzde yüz bir bütünlük görülmediği gibi, bir davanın taraftarları arasında maddi bir insicam, hiyerarşik bir sistemin izine rastlanılmamaktadır. Bazı tarikatlar ve cemaatlerde lidere karşı bir itaat müşahede edilse de, sadece müsbet mânâda bir bağlılık söz konusudur. Zira kendi şeyhine ve liderine bir kudsiyet atfettiğinden o adese ile emirber bir nefer gibi görünebilir.

(Kuruluş gayesi terör ve anarşi olan yapılar bahsimizden hariçtir.)

Bir cemaate dahil olmak çocuk yaşlarda başladığı gibi, üniversite hayatında geldiği mahalden referanslarla da (muhafazakâr bir yerde kalma mülahasazıyla) intisap edilebilir. Burda aslolan tahsil hayatıyla beraber dinini diyanetini öğrenmek ve yaşamaktır. Keza esnaf, memur veya işçi gibi toplumun çeşitli kesimleri de bir cemaate intisap etmesi mekteplerde ve ailede dinî eğitimini yeterince alamadığındandır. Herkes fıtratına göre kendine yakın bulduğu bir cemaate bir sebeple girse de, zaman içinde kaynaşma ve imtizac etme seyrine göre dost, kardeş veya talebe olma hasiyetlerini kazanır. Bütün bu merhalelerde gaye Kur’ân’ın feyzi ise; aklıyla tartıp, kalbiyle tasdik ve vicdanıyla da tatbik ederek o feyizleri ruhlarıyla istemiş olurlar. İşleri ise; ihlâs, metanet ve sadakattir. Ekser insanlar bu hakikatlerle cemaatlere intisap etmiş ve ediyorlar.

CEMAATE SIZMAK

Elbetteki az bir kısım insanların, kötü niyetlerle ya da vazifeli olarak bir gruba sızdıkları müşahede edilmiş ve el’an da her cemaatte vardır ve olacaklardır. Zira asr-ı saadette nice münafıkların olduğu düşünülürse, günümüzün şeytanet içine girmiş siyasetinde ve zındıka komitesinin planlarına bakıldığında hiç te şaşırtıcı gelmemelidir.

Hz. Bediüzzaman’ın bu mevzuda sızmalarla alakalı şikâyetleri vâriddir; “Bu dostlarım içinde çok münafıklar var. Münafık kâfirden eşeddir.”

Sadede gelecek olursak; bu asrın gaddar bir anlayışı ki, bir topluluk veya bir cemaatte menfi bir durum görüldüğünde umununa teşmil ve topyekûn imhâ etme adaletsizliğir. Bu ise Kur’ân’ın emrine muhalefet etmektir.(tekrar dönülecek)

“Onlar, bunlar” diye tasnif ettiğimiz gruplar belli başlı anlayışlar için tarif gayeli vasıflandırılabilir. Mesela Nakşiler için hafî zikir, Kadirîler ise cehrî zikri tercih ettiği ifade edilir. Ya da filan cemaat sadece fıkıh, diğeri sadece Kur’ân eğitiminde ileri gitmişler ve hakeza..

Ancak haddimizi aşan ifadeler kullanmak, kendi mesleğinin muhabbetiyle başkasını butlan etmek hatta din dışına atmak ehl-i hizmetin işi olamaz.

Diyelim ki bir kısım siyasalcılar rakip gördüğü bir anlayıştan, insaf düsturlarını rafa kaldırarak topyekûn intikam alıyor olabilirler. Peki, biz siyasetin değişken, cemaatlerin de bakî olduğunu bilmemize rağmen, bu fitne arenasının bir parçası olabilecek kin ve nefret tohumlarını yeşerten düşmanca tavır ve ifadeleri satın almaya mecbur muyuz?

O dedi, bu dedi, dedilerle hüküm verebiliyorsak; mahkeme-i kübrada, “boynuzsuz keçinin boynuzludan hakkını alması” gibi, milyonların yakamıza yapışmasına da hazır olalım.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*