Cemaatler ve aslî hizmetler

Cemaatler ve Toplum-Siyaset-Devlet çalışmamızın bir yerinde, şu tesbit ve değerlendirmelerimizi dile getirmiştik:

Bir cemaate mensup olan insanların, vatandaşlık hak ve görevi olarak belli bir siyasî tercih istikametinde oy kullanıp, partiler hakkında görüş sahibi olmaları; mesafeli bir duruş menzilinde kalarak olumlu icraatları teşvik edip desteklerken, yanlışları eleştirmeleri çok farklı birşey.

Bunun yadırganacak bir tarafı olmasa gerek.

Ama bir cemaatin siyaset alanında aktif bir oyuncu gibi rol üstlenmesi; güncel siyasetin polemik ve tartışmalarında çok fazla adının geçmesi; farklı iddia, suçlama ve savunmalara konu olması gibi durumlar için aynı şeyi söylemek imkânsız.

Sürekli olarak politik tartışmaların içinde ve odağında yer alan bir cemaat, o tartışmaların kaçınılmaz bir neticesi olan yıpranmadan kendisini koruyup âzade kalabilir mi? Kıyasıya bir iktidar mücadelesinin tarafı gibi davranan veya tavırları öyle algılanan bir cemaat, kendisiyle ilgili olarak gündeme gelen iddiaları sürekli tekzip etse dahi, bunların zihinlerde bıraktığı tortu ve izleri tamamen silip temizlemeyi başarabilir mi?

Son dönemlerde medya, bürokrasi, polis, asker ve yargı zeminlerinde cereyan eden “cemaat eksenli” yandaşlık-karşıtlık polemiklerinin sağlıklı bir şekilde aşılması için, “Cemaat parti olamaz, onun işi devlet yönetmek değildir” prensibinin özümsenip hayata geçirilmesi ve âcilen aslî hizmetlere dönülmesi gerekiyor. (s. 50-1)

Bu satırlar yazıldıktan sonraki süreçte cemaat konusu birbiriyle hiç ilgisi olmayan çok farklı alanlarda yine sık sık gündeme geldi. KPSS ve üniversite sınav sorularının çalındığı iddialarından şike operasyonuna ve özellikle Fenerbahçe’nin ele geçirilmek istendiği söylentilerine ve son olarak MİT krizindeki polemiklere kadar…

Ve bu bağlamda yapılan yorumların, bizim tesbitlerimizle giderek daha fazla örtüşüp onları teyid eden bir çerçeveye oturduğunu görüyoruz.

Evet, cemaatler bir an önce aslî hizmetlerine dönmeli ki, hem o hizmetler yeniden canlansın, hem de dünyevîleşme rüzgârının getirdiği manevî erozyon, aşınma ve tahribat tamir edilsin.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, “Yüzde 50 oy almamızda cemaatlerin önemli payı var” diyor (Radikal, 17.2.12). Doğru. Cemaatlerin yoğun desteği olmasaydı, AKP kolay kolay bu seviyeye çıkamazdı. Onun için MİT krizine—yine—özellikle bir cemaatin çok fazla müdahil olduğu ve hattâ hükümetle karşı karşıya geldiği görüntüsünün ortaya çıkması üzerine AKP’den peş peşe “Kimse cemaatlerle aramızı açamaz” gibisinden mesajlar sâdır oldu. Ama oy desteğinin ötesine geçilerek, iktidar paylaşımı—ve çatışması—etaplarına intikal edildiğini düşündüren gelişmeler, bu mesajlarda dile getirilen temennîleri boşa çıkarma riskinin işaretlerini taşıyor. Çünkü iktidar, ortak kabul etmez…

Şahin Alpay, “Şeyh-mürid ilişkisi biterken Kur’ân’a kendi başına yorumlar getiren dinî liderler çıktı. Bunların en önemlisi Said Nursî” dedikten sonra, “20. yüzyılın ikinci yarısında da Said Nursî’nin modernist İslâm anlayışına yeni bir yorum getiren Gülen’i görüyoruz” ifadesini kullanmış (Ezgi Başaran, Radikal, 20.2.12). “Zaman tarikat zamanı değil” diyen ve Şerif Mardin’in ifadesiyle, şahıs yerine kitabı ikame eden bir ekolün öncüsü olarak Said Nursî’nin önemi ortada. Ama o, çok tartışmalı “modernist” sıfatıyla nitelenemez. Zira bu söz “İslâmı çağa uydurma” sapmasını çağrıştırıyor. Oysa Bediüzzaman Kur’ân’a, özü koruyan, ruh-u aslîyi rencide etmeyen, temel esaslardan taviz vermeyen ve 13 asırlık birikime yaslanan bir yaklaşımla “çağdaş” bir yorum getirmiş. Alpay’ın Gülen’e atfettiği “Said Nursî’ye yeni yorum getirdi” görüşü de tartışmalı. Evet, Gülen’in Bediüzzaman’a dair yorumları var. Ama bunlar Risale-i Nur ölçülerinin süzgeçinden geçmeye muhtaç. Ve çizgi şahs-ı manevî ile sürüyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*