Cemaatleşme, fıtrî bir ihtiyaçtır

GAZETEMİZ Genel Yayın Müdürü Kâzım Güleçyüz, İzmit Çamlık Eğitim-Kültür ve Çevre Vakıf Merkezi’nde “Cemaatler ve Bediüzzaman Modeli” konulu seminer verdi. Dinî cemaatlerin ilâhî bir tavzifle âdeta bir ordunun karacı, havacı, denizcileri gibi çeşitli vazifeler yaparak hakikatin her köşesini aydınlatma vazifesi gördüklerini anlatan Güleçyüz, Bediüzzaman’ın “cemaat” târifleriyle cemaatleşmeyi “insan hayatının zarûrî bir ihtiyacı ve sosyal hayatın temel taşı” olarak vasıflandırdığını aktardı.

Dinî cemaatlerin, “samimî, uhrevî kardeşlik” ekseninde olması gerektiğini ifâde eden Güleçyüz, Bediüzzaman’ın Nur Talebeleri için yaptığı, “iman-Kur’ân dersinde toplanmaları” nitelemesini naklederek, cemaatlerin  uhrevî uhuvvet birliğini esas alan mânevî boyutunu nazara verdi. Güleçyüz, iman birliğinin kalb ve içtimaî birliği netice vermesi gerektirdiğini, bunun için cemaatlerin asıl vazifesinin öncelikle “mânevî inşa” olması lâzım geldiğini ifâde etti.

Teknolojinin gelişmesiyle insanların bireyselleştiğini, başta internet ve televizyon olmak üzere teknolojik araçların, toplumun fertlerini birbirinden koparıp insanların sosyal bağlarını kestiğini belirten Güleçyüz, bu yalnızlaşma, toplumdan tecrid ve sosyalleşememenin beraberinde birçok psikolojik bunalım ve rahatsızlıklar getirdiğini söyledi. Buna karşı, dinî cemaatlerin mânevî tamir ve terbiye hizmetinin önemini kaydeden Güleçyüz, “cemaatin bireyi ezdiği” iddialarına, Bediüzzaman’ın, “insanın cemaat içinde de ferdiyeti olduğu” ve “cemaatin selâmeti için ferdin fedâ edilmeyeceği” hakikatleriyle cevap verdi. Güleçyüz, cemaat fertlerinin, ilim, amel, ihlâs ve sadâkat gibi değerlerdeki mânevî gelişmişlikleri ölçüsünde cemaatin irtifa kaydedeceğine işâret etti.

MÜSBET HAREKET

Konuşmasında cemaat-devlet ilişkisi üzerinde de duran Kâzım Güleçyüz, devletin uzun yıllar yasadışı yasaklarla, laikliği dinsizlik olarak telâkki edip “irtica tehlikesi” bahanesiyle topyekûn dindarların ve “yasadışı örgütler” uydurmasıyla cemaatlerin üzerine gittiğini, büyük baskılar uyguladığını hatırlattı. Bu tip baskıların Arap dünyasında çok vahim iç karışıklıklara, kanlı iç savaş ve çatışmalara sebebiyet verdiğini anlatan Güleçyüz, buna karşı Bediüzzaman’ın “müsbet hareket” prensibine dair şunları söyledi: “Bediüzzaman Hazretlerinin ‘müsbet hareket’ prensibi, burada çıkış yoludur. Asâyişi ihlâl etmeden baskılara karşı durabilmek, hak ve özgürlüklerin kazanılmasına çalışmak, hukukunu muhâfaza etmek; tâviz vermeden, teslim olmadan çok dengeli ve akılcı, netice alıcı bir yolu tâkip etmek. Bediüzzaman’ın Risâle-i Nur’da vaz ettiği Kur’ân esaslı bu müsbet hareket anlayışının geniş toplum kesimlerine mal olmasıyla, Türkiye’de devlet adına yapılan hoyratça zulümler, baskılar, hiçbir menfî harekete meydan verilmeden, kanlı bir çatışmaya dönüştürmeden kansız ve kavgasız bir şekilde aşılmıştır. Bu sâyede Türkiye, din eksenli çatışmalara sahne olmamıştır. Dünden bugüne İslâm dünyasındaki çatışma, kalkışma ve isyanlara bakıldığında bu fevkalâde ehemmiyetli bir noktadır.”

CEMAATLERE BASKI

Cemaatler baskılarla yok edilemeyince, bu defa onlarla el altından pazarlıklar yürütüldüğünü ve bunların bilhassa ihtilâl dönemlerinde yapıldığını belirten Güleçyüz şöyle devam etti: “Çeşitli imkânlar vaad edildi. Değişik câzip tekliflerde bulunuldu. Buna hizmetlerin geliştirilmesi, daha geniş imkânlara sahip olunması gibi gerekçeler uyduruldu. Ve bunlara aldanan bazı cemaat ve tarikatlar bilhassa ‘maddî imkân’ kancasıyla tuzağa düşürüldü, aslî hizmet ve maksatlarından uzaklaştırıldı.” Türkiye’de bu projenin hâlen çeşitli perdelerde dayatıldığını ve bununla cemaatlerin “dünyevîleştirme projesi”nin bir parçası haline getirilmek istendiğini belirten Güleçyüz, buna çarpıcı bir örnek verdi: “2001’de MGK’ya sunulan bir raporda ‘Tarikat ve mezheplerin önde gelenleriyle yapılan görüşmelerde bu grupların devletin yanında yer almasında ve devlet adına ortaya konulan çizgiye çekilmesinde ciddî mesâfeler alınmıştır’ denilmesi, bunun örneklerinden biri. En çok kullanılan taktikle Türkiye’de cemaatler, dinî gruplar Kemalizme ve rejime payanda edilmek isteniyor. Bu, cemaatleri yozlaştırmanın ve amacından uzaklaştırmanın etkili bir taktiği.”

DÜNYEVÎLEŞTİRME TUZAĞI

Cemaatlerin önündeki en önemli tehlikenin, “ticarîleşme”, “siyasîleşme” ve “STK’laşma” taktikleriyle dünyevîleştirilme tuzağına düşürülmeleri olduğunu ve bunların birbirini tetiklediğini misalleriyle açıklayan Güleçyüz, seminerinin bu bölümünde şu görüşleri dile getirdi: “Bazı cemaatler, evvela ‘Bize mal-mülk lâzım, maddeten gelişmemiz gerek’ sâikiyle ticârete el attılar. Cemaatlerin hizmetleri için maddî imkânlara sahip olmaları gerekli; lâkin bu gereklilik zaman içinde amacından saptı. Bankalara, büyük şirketlere, televizyonlara sahip oldular; holdingleştiler. Asıl tehlike de burada başladı. Çünkü hizmet için elde edilen maddî imkânlar, araç olmaktan çıkıp amaç oldu.” Dinî cemaatlerin, buna bağlı olarak ikinci safhada, bütün bu imkânları ve holdingleri korumak, elde edilen dünya nimetlerini muhâfaza etmek hesabına siyasileştiğini belirten Güleçyüz, şu değerlendirmede bulundu: “Bunun için devlette söz sahibi olmak, bu gerekçeyle aktif siyasette aktif oyuncu olarak rol almak gibi bir noktaya kayıldı. Devlette, bürokraside ve siyasette etkin hale gelinmesine paralel olarak uhrevî amaçlardan ve aslî hizmetlerden uzaklaşıldı. Böylece başta iyi niyetlerle çıkılan yolda, farkında bile olunmadan dünyevî hedeflere sapıldı.” Bugünkü gidişâtın bunu teyid eden örneklerle dolu olduğunu anlatan Güleçyüz, cemaatlerin temel değerlerlerini ve esaslarını korumaları gerektiğini, aksi halde dün komünizmin ve faşizmin tuzağına düşüldüğü gibi bugün de Kemalizmin ve kapitalizmin tuzaklarına düşüleceğini belirtti.

PARA VE İKTİDAR TEHLİKESİ

Konuşmasında “iman, hayat ve şeriat” süreçlerini de izâh eden Güleçyüz, hiçbir zaman bitmeyecek ve imânî aşınmaya karşı sürekli tahkimle devam edecek tahkikî iman hizmetine paralel olarak bugün imanın hayata yansıması olan hayat safhasının dindarlaşma tezahürlerinin güçlenip yaygınlaşmasıyla devam ettiğini, ama dindarlığın içini boşaltan dünyevîleşme hastalığının bu sürece zarar verdiğini vurguladı. Güleçyüz, “Cemaat mensupları, ihtiyaç duyulan alanlarda dernek ve vakıf gibi STK’lar ve bazı meslek kuruluşları kurabilir. Ancak, cemaatlerin dernekleştirilmesi, sivil toplum kuruluşu haline getirilmesi, olmaz. Bu durum dinî cemaatleri dejenere eder” tesbitinde bulundu. Dindarlar için tehlikeli sınav alanlarının para ve iktidar olduğunu, paranın insanı bozması gibi cemaatleri de aslî maksadından saptırabildiğini anlatan Güleçyüz, “Mücâhitlikten müşâhitliğe, sonra müteahhitliğe geçiş serencamı bu açıdan anlamlı. Mânevî cihad ve hizmet bir tarafa bırakılıyor. Dindarlığın içi boşaltılıyor. Bunu onarmak, tâmir etmek lâzım. Bu bir siyasî konu değil, cemaatlerin aslî kimliğine dönmesi meselesidir” diye konuştu. Bu noktada devletin de baskıcı zihniyet ve uygulamalardan vazgeçip din ve vicdan hürriyetinin temini, demokratik hukuk devletinin inşası gereğinin önemini nazara veren Güleçyüz, toplumun maddî zenginleşmeden önce mânevî zenginliğe ihtiyacı olduğuna ve milletin temelini teşkil eden cemaatlerin bunda öncülük etmesinin gereğine dikkat çekti.

Seminer, soru-cevaplarla devam ederken program sonunda Güleçyüz kitaplarını imzalayarak okuyucuları ile sohbet etti.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*