Cengiz ve Hülâgû fitnesi

Risâle–i Nur’dan birkaç iktibas

Resûl–i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm, nakl–i sahih–i kat’î ile ferman etmiş: “Yaklaşmakta olan bir şerden vay Arapların haline!” deyip, Cengiz ve Hülâgû’nun dehşetli fitnelerini ve Arap Devlet–i Abbasiyesini mahvedeceklerini haber vermiş.

(Mektubat, s. 104)

Hülâgû ve Cengiz gibi zalimlerin gaddarâne sergüzeştleri…

(Mektubat, s. 409)

Resâili’n–Nur’un ikinci ismine tevafukla işaret eden umum o âyetler, dehşetli asır olan Hülâgû ve Cengiz asrına dahi îma ederler.

(Şuâlar, s. 621)

Perde altında yine o ehl–i dalâlet fırkaları, siyaset yoluyla Hülâgu–Cengiz fitnesini İslâmların başına getirdiler. Bu fitneden hem hadis, hem Hazret–i Ali Radıyallahu Anh sarîh bir sûrette aynı tarihiyle işaret ediyorlar. Sonra bu zamanımızın fitnesi en büyük bir fitne olduğundan, hem müteaddit hadisler, hem çok işârât–ı Kur’âniye aynı tarihiyle haber veriyorlar.

(Mektubat, s. 293)
Zalimlikte sınır tanımayan dede ile torun

Sadece İslâm tarihi değil, dünya tarihi ölçeğinde bakıldığında da zalimlikte emsâline, benzerine rastlanılmayan iki dehşetli imparatorun ön plâna çıktığı görülecektir. Bunlar, dede ile torun olan Cengiz Han ile Hülâgû Handır.

Hülâgû, Tului’nin (Toluy) oğlu, Cengiz’in torunudur. Cengiz’in babası ise, kim olduğu tam olarak bilinemiyor.

Hülâgû, dedesinden miras olarak devralmış olduğu zulümkârlığı en uç noktasına kadar götürmüş, hatta yer yer dedesini dahi geride bırakabilmiş bir kanlı zalimdir.

Bu iki zâlimin dehşetli fitnesinden hem âyet, hem hadis, hem de Hz. İmam–ı Ali îmâlı ve işarî bir şekilde haber veriyor. Bu haberler ise, Risâle–i Nur’un muhtelif bahislerinde zikrediliyor ve zamanımızın şeddatlarıyla da irtibatlandırılarak ehemmiyetle nazara veriliyor.

Cengiz’in orduları, önce Harzemşah, ardından Selçuklu İslâm devletini yıkarak dehşetli bir fitneye imza atarken, Hülâgû’nun kuvvetleri ise, hilâfeti de temsil eden Abbasî devletini benzeri görülmemiş bir kanlı mezâlimle yıkarak tarih sayfasından sildi.

CENGİZ HAN

1162–1227 yılları arasında yaşayan Cengiz Han, Moğol asıllı olup Moğolistan’da dünyaya geldi.

Daha genç yaşta iken, kabile içinde hakimiyet kurma sevdasına düştü. Bir süre göçebe hayatı yaşadı. Çok erken yaşlarda evlendi. Kabile çatışmaları esnasında hanımı Börte kaçırıldı. Dolayısıyla, Börte’nin ilk çocuğu olan Cuci’nin kimden olduğu tam olarak bilinemedi. Börte Hanımın Cuci dışında üç oğlu ve bir kızı daha oldu.

Cengiz Han, zaman içinde kabile mücadelesini kazanarak yükseldi ve 200 bin nüfuslu Moğolistan’ın hakimi oldu. Bu nüfusun 70 bini asker idi.

1206’da ise, Cengiz’in başında bulunduğu devlet büyüdü ve başka unsurları, başka toprakları da bünyesine katarak Moğol İmparatorluğuna dönüştü.

Bu tarihten sonra, Cengiz Hanın önüne hiç kimse geçemez oldu. Moğolistan’dan harekete geçen Cengiz’in orduları, önlerine gelen bütün toprakları istilâya başladı. Zamanla Çin, Rusya, Kafkasya, İran ve Anadolu dahil, Doğu, Orta ve Batı Asya’nın hemen tamamını içine alan büyük bir imparatorluk kuran Cengiz’in ordularını en fazla uğraştıran ve çoğu zaman mağlup eden şahsiyet ise, Harzemşahların lideri Celâleddin–i Mengüberdî oldu.

Ne var ki, Moğol fitnesi zaman içinde bu engeli de aştı ve Harzemşahlar ile Selçukluları kapıştırarak, Müslüman olan her iki kuvveti de kırıp hiçe indirdi.

Böylelikle, Harezm, Buhara, Semerkant, Maveraünnehir ve Horasan gibi fevkalâde temayüz etmiş bulunan büyük İslâm merkezleri işgal ve istilâya uğrayarak birer harabeye döndürüldü. Kitaplar yakıldı, yüzlerce kütüphane, mescit, medrese yıkıldı, yerlebir edildi. Katledilen Müslüman sayısı ise, bilinemeyecek, hesap edilemeyecek kadar çoktur.

Ne gariptir ki, Cengiz ve ordusu bunca tahribatı yaparken, yanına çekmiş olduğu Cafer Hoca gibi bazı din âlimlerinin nüfuzundan da istifade etti, daha doğrusu onları istediği gibi kullanarak maksadına âlet yaptı.

HÜLÂGU HAN

Cengiz Han hayatta İken, imparatorluğun topraklarını dört oğlu arasında paylaştırdı. Merkezî yönetim ise, vasiyeti üzerine Ögedey Hana devredildi.

Cengiz’in bir diğer oğlu olan Toluy Han (naib), uzun müddet “Savaş Bakanlığı” yaptı. Bu sayede, Moğol yönetimi Ögedey Handan sonra kendi çocuklarının eline geçti.

İşte, bu çocuklardan biri olan Hülâgû, 1255 yılında Ortadoğu taraflarına gönderildi. Hedef, bu coğrafyada henüz ele geçirilmemiş olan toprakları da İmparatorluğa katmaktı.

Hülâgû’nun hedefindeki İran, Irak, Suriye ve Şarkî Anadolu’da ağırlıklı olarak Müslüman nüfus yaşıyordu: Abbasiler, Harezmiler, Artukiler, Eyyübiler, Selçukiler, Memlukiler gibi…

Bu tarihlerde, hatta 1243’te Sivas’ta Moğollarla yapılan Köse Dağ Savaşından sonra Selçukluların kuvveti büyük çapta kırılmış olduğundan, Hülâgû’nun saldırılarına karşı Anadolu’da herhangi bir varlık gösterilemedi. Bundan cesaret alan Hülâgû, iki başlı hale gelen Selçuklu ülkesini kendi atadığı valilerle yönetmeye çalıştı.

Anadolu’yu hakimiyeti altına alan Hülâgû, tahripkâr ordusuyla bu kez Abbasî İslâm Hilâfeti merkezinin bulunduğu Bağdat’a yöneldi.

Putperest ve bir itikada sahip ve İslâma bütün zerratıyla düşman olan Hülâgû, Bağdat’ta bulunan Abbasî Halifesine bir elçi göndererek teslim olmasını ve halkı da direniş göstermeden teslim olmaya çağırmasını istedi.

Hülâgû, esasında hiç olmayacak ve kabul edilemeyecek bir teklifte bulundu. Ayrıca, kan dökmek için bahane arayan ve asla güvenilmeyen bir zalim olarak zaten tanınıyor, biliniyordu. Dolayısıyla, haksız yere yapmış olduğu teslimiyet çağrısını reddetmekten başka çare yoktu.

Nitekim, Halife Mustasım Billah da öyle yaptı; asla teslim olmayacaklarını ve Bağdat’ı sonuna kadar müdafaa edeceklerini söyledi.

Saldırmak için zaten bahane arayan Hülâgû, savaş ahlâkını da bir tarafa bırakarak, askerlerine Bağdat’ı yakıp yıkmayı, asker–sivil ayırt etmeksizin bütün ahaliyi öldürmelerini emretti.

Şehri çepeçevre kuşatan Hülâgû’nun ordusu, verilen emri aynen yerine getirdi. Gaddarlıkta sınır tanımayan ordu, bir yandan önlerine çıkan surları, sarayları, cami ve medreseleri yakıp yıkarlarken, bir yandan da canlı namına ne varsa vurup katletmeye başladı.

Bu şiddetli saldırılara daha fazla mukavemet edemeyen Abbasi kuvvetleri, kısa süre sonra mağlup düştü. Şehre giren Hülâgû’nun askerleri, şehri baştan başa yakıp yıkıp yağma ettiler. Yağma, bir haftadan fazla sürdü.

Son olarak Halife Mustasım’ı da yakalayan Hülâgû, onu keçeden yapılmış bir çuvalın içine koyarak, atların ayakları altına attırdı ve insanlık dışı bir muameleyle halifeyi katletti. Ayrıca, Abbasî hanedanından yakalayabildiği diğer bütün fertleri de, değişik işkence yöntemleriyle öldürdü. Hanedanın kurtulabilen fertleri ise, Bağdat’tan gizlice kaçarak Mısır’daki Memluk Devletine sığındı.

1217–1265 yılları arasında yaşayan Hülâgû, Bağdat’ı ele geçirdikten sonra İran’a gelerek istiklâlini ilân etti ve burada İlhanlı Devletini kurdu. Öldükten sonra yerine oğlu Abaka Han geçti. Abaka Han ise, oğlu Argun’a son Selçuklu Sultanlarından IV. Kılıçarslan’ın kızı Selçukî Hatunu zorla alıp Tebriz’deki saraya getirtti… Bir Müslüman kızının putperest bir aileye zorla gelin edilmesi, Anadolu’daki Beylikleri kızdırıp harekete geçirdi. Yer yer çatışmalar yaşandı. Ancak, netice değişmedi.

Selçukî Hatun ise, zorla gelin edildiği ailede çocuklara sessiz sadâsız bir şekilde İslâmiyeti öğretmeye, onlara imân ahlâk dersini öğretmeye çalıştı. Ve gün geldi, onun yetiştirmiş olduğu (büyük ihtimalle öz oğlu) Muhammed Gazan Hana saltanat sırası geldi. Gazan Han, tahta geçtikten sonra İlhanlı devletinin bir İslâm devleti olduğunu bütün dünyaya ilân etti. (1295)

Birçok hadisede görüldüğü gibi, burada da insanlar zulmetmiş, ancak kader adâlet etmiş ve yüreği yaralı bir Müslüman hanımın eliyle koca bir devletin İslâmlaşmasını netice vermişti.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*