Cennetâsâ baharlarda yaşıyoruz

Bediüzzaman’ı gören son şahitlerden Hasan Okur, “Eskiden o sıkı zamanlarda hizmet vardı. Kardeşim şimdi Cennetâsâ baharlarda, Cennet gibi avizelerin altında… Ama şimdi rehavet var. Yani darü’l-rahatta, meylü’r-rahat ile yaşıyoruz” dedi.

Demokrat Eğitimciler Derneği’nin Cumartesi Seminerleri devam ediyor. Bediüzzaman Said Nursî’nin talebelerinden Hasan Okur, Demokrat Eğitimciler Derneğinin Yeni Asya Vakfı merkezinde verdiği seminerde konuştu. Okur, yaklaşık 2 saat süren seminerde Bediüzzaman ve Risale-i Nurla ilgili pekçok hususa değindi. Seminere kalabalık bir dinleyici topluluğu iştirak etti.

İşte o seminerden notlar:

Meylürrahat

Nur Talebelerinin hizmette eskisi kadar sıkıntı çekmediklerini, âdeta Cennetâsâ bir bahar yaşadıklarını söyleyen Hasan Okur, meylü’r-rahat tehlikesine dikkat çekerek şunları söyledi: Akşamla yatsı arasında bütün kasabaları gezerdik. CHP’li ve Demokrat kahvehaneler hâlâ ayrıdır. 1960 ihtilâlinden sonra biz ayırd etmezdik. Gider doğrudan doğruya Risale-i Nur’u anlatırdık. Ondan bahsederdik. Memleketimde cürm-ü meşhud da olduk. Belediyenin meydanında, kahvehanenin önünde konuşuyorduk. Doldu taştı meydan. Miting yapar gibi… Biz bir gece [nezarette] kaldık. Biz muhakeme oluyoruz. Adliyenin önünde kardeşlerimiz gelmiş, bir pikap dolusu Risale-i Nur’u sermiş, okuyorlar. Bakın, bu 1960 ihtilâlinden sonraki günlerde oluyor. Eskiden o sıkı zamanlarda hizmet vardı. Kardeşim şimdi Cennetâsâ baharlarda, Cennet gibi avizelerin altında… Güç-kuvvet yetmez… Gezdiğim bazı yerlerde cami büyüklüğündeki dershaneler görüyorum. Ama şimdi rehavet var. Yani darü’l-rahatta, meylü’r-rahat ile yaşıyoruz. Yiyelim, içelim, yatalım… Bir iki defa da derse gidersek, bir şey yaptık… Bir kişi bir kişi daha getirirse, idealimiz bu olursa işte [Risale-i Nur] Türkiye’yi, dünyayı sarar gider. Cehd dediğimiz şevk dediğimiz husus bu. Ne yapabiliriz? Elimiz kalem mi tutuyor? Kalemimizi Risale-i Nur’a tahsis edeceğiz. Bürokratsak masamızı, zenginsek kasamızı, hatipsek konuşmalarımızı… Herşeyimizi hizmete hasredebilirsek vazifemizi yapmış oluruz.

Üstad ve ehl-i ilim

Ehl-i ilmin genellikle Bediüzzaman’a karşı ya mesafeli durduğunu ya da rakibane vaziyet aldığını belirten Okur,

Onunla tanışıp münazarada bulunanların ise ilmî üstünlüğünü kabul ettiklerini ulemadan Mehmed Vehbi Efendi ve Hasan Fehmi Başol’un yaşadığı bir hadise ile şöyle izah etti: “Şark vilayetlerindeki ulemayı mağlûp ettikten sonra İstanbul’a geliyor. Oradaki hadise malûm… Orada akademik ulemadan Mehmed Vehbi Efendi ve Hasan Fehmi Başol var. Diyorlar ki ‘Ya bu kim? Burada akademik ulema olarak biz varız. Her suale cevap veriliyormuş, biz burda neyiz gidelim biz de sual soralım.’ Bunları Üstadın yeğeni Molla Abdurrahman karşılıyor. Tabi bunlar büyük zatlar ve hazırlanmışlar. Hasan Fehmi Başol ‘Bizim bir sualimiz var’ diyor. Üstad ‘Buyrun’ diyor. Başol, elindeki notlardan okumaya başlıyor. Üstad, ‘Kardeşim ilm-i kelâm mabeyninde sual öyle sorulmaz’ diyor. Onların suallerini olduğu gibi ezberliyor. Yeniden tanzim ediyor ve onlara ‘böyle sorulur’ diyerek cevaplandırıyor. Hasan Fehmi Başol ‘İşte Bediüzzaman bu!..  diyor.”

Okur, ehl-i ilmin bu tavrına mukabil Risale-i Nur dairesine giren ümmî zatların büyük hizmetlerde bulunduklarını şu misalle izah etti: “Bekir Ağa, Şarktan sürgün edilmiş ümmî bir zat. Ama Üstad onun hakkında ‘Allamelerin vazifesini yapıyor’ diyor. Bakın; Hüsrev ve Hafız Ali Abilerin, ki bunlar temel erkânlardır, Risale-i Nur dairesine girmelerine vesile olan odur.”

Meslek ve meşrep farkı

Ehl-i iman ve Nur Talebeleri arasındaki meslek ve meşrep farklılıklarının normal olduğunu belirten Hasan Okur:

“Grupların çokluğundan dolayı insanların kafalarında karışıklık var. Ehl-i dünyanın birçok fraksiyonları var. Bunlar bataryalarını kurmuşlar İslâm’a atış yapıyorlar. Bizim ehl-i hakkın da bu kadar silsilesi var. Bunların hepsi hakka hizmet ederler. Risale-i Nur dairesinde de meşrep farklılıkları oldu ve olacak. Biz bataryaları kurup da birbirimize atış yapmıyoruz ki… Biz de karşı taraftaki imansızlıkla mücadele ediyoruz.” diyerek sözlerine şöyle devam etti:

“Papatya menekşe olamaz. Menekşe lâle olamaz. Lale sümbül olamaz. Sümbül gül olamaz. Ama bütün çiçekler kendi hassalarını, kendi güzel kokularını, güneşten aldıkları renkleri, kudret-i İlâhiyeden aldıkları vazifeleri, küre-i arzda ifa ederler. Bir çiçekle bahar olmaz. Bütün çiçeklerle bahar bahardır. Şimdi biz bahar anını yaşıyoruz. Öyleyse hepsini [bütün meslek ve meşrepleri] seveceğiz.” “Bizim iki şablonumuz var. Birisi ihlâs, diğeri uhuvvet. Herşeyde ifrat-tefrit olur, ama uhuvvetin ifratı olmaz. İnadına uhuvvet, inadına irtibat… Üstad bu noktada ‘Evvel ahir tavsiyemiz itidal-i dem, ittihadı muhafazadır. İmtizaçkârane ittihat bozulduğu zaman cemaatin tadı kaçar’ diyor. Herkes hizmetteki çizgisini muhafaza edecek. Ama Hakk’a hizmet eden ehl-i imanla da ittihat içinde olacak.”

Risale-i Nur dairesinin mahiyeti

Üstad “Risale-i Nur dairesi geniştir… İç içe geçmiş daireler gibidir” diyor. En iç dairedekiler erkânlardır. Bunlar görünüşte azdırlar, beş on kişi kadardırlar. Sonra sahipler ve naşirler gelir. Sonra haslar, sonra talebeler, sonra dostlar, sonra taraftarlar… Erkânlar binanın taşıyıcı kolonları gibidir. Binanın duvarları, bahçe duvarları, tezyinatı v.s. vardır. Bakınız en dış daire, ki en büyük dairedir, küre-i arzın tamamını ihata eder. Üstad, “Bu daireden herhangi bir mü’mini zındıkaya girmemek kaydıyla daire dışına atmayınız. Duâdan mahrum bırakmayınız.” der. Nur hizmetinin mahiyeti nedir? Nur hizmeti; bütün beşeriyetin hidayeti için çalışan, taraf-ı İlâhî tarafından istihdam edilen bir hizmet ekolüdür. Aynı zamanda onun da şartlarını öğreten bir okuldur.

Nur Talebelerinin görevi

Nur Talebelerinin görevi: Farzları yapmak, kebairi terk etmek, namazı tadili erkân ile kılmak, namazın ahirindeki tesbihatı yapmak ve Sünnet-i Seniyeye ittiba etmektir. Peygamberimiz (asm), “Ümmetimin fesada uğradığı bir zamanda sünnetime temessük eden yüz şehidin sevabını kazanabilir” buyuruyor. Nasıl bir asırda olduğumuz bu hadisin sırrından anlaşılmıyor mu? Tehlike ne kadar büyük olursa, mücadele ne kadar şiddetli ve dehşetli olursa sevap da o miktarda fazla olur.

Bediüzzaman ve Mehdîlik

Üstadımız hem Mehdî, hem hâdî, hem müçtehit, hem müceddit, hem gavs-ı azam, hem kutb-u azam, hem ferd-i feriddir. Mekke-i Mükerreme’deki kutb-u azamdan da bir itiraz gelse Nur Talebelerinin vazifesi, sarsılmadan o Üstadlarının elini öpmek, Nur’un hakikatlerini onlara anlatmak olmalı. Onun siyaneti altına girmeye mecbur değil.

Ahir zamanın icraatçısı… Şimdi herkes buna siyasî manada bakıyor. Hâlbuki Üstad “Kardeşim ahir zamanda gelecek zat iman, hayat, şeriat vazifelerinden en ehemmiyetlisini medar-ı bahs yapacak” diyor. Ve kendisi de yapmış bunu. “Ben  Mehdîyim” demesine gerek yok ki… “Afyon Savcısı 600 bin talebesi var. eğer  Mehdîliğini ilân etse derhal kabul edecekler” diyor. Ahmet Feyzi Abi de mahkemede “İşte Süfyan işte  Mehdî… diye diye âyet ve hadisle Maidetü’l-Kur’ân’dan ezbere söylüyor. Sonra iki senelik hapis cezası veriliyor. Sonra Üstad Ahmet Feyzi Abiye, “Kardeşim maideyi kurdun, bizi yemeden hapse koydun” diyor. Arkasından da ekliyor: “Ahmet Feyzi kardeşim, ben senden daha az cesur değilim. Ama sırtımızda yumurta küfesi var. Biz bunun hiçbirini zedelemeden nesl-i atiye intikal ettirmekle mükellefiz.” diyor. Başka bir yerde de, “Cercis (as) gibi, derisi yüzülenler gibi metanete mecburuz” diyor. “Baş vazifemiz iman-ı tahkikiden sonra asayişi muhafazadır” diyor.

Afyon Savcısına “Madem benim 600 bin talebem mi var, ben onların hepsine kefilim. Onlar asayişi bozacak suç işlemezler. Biz asayişin manevî bekçileriyiz” diyor. Siz kime kefil olabilirsiniz bu manada?

HASAN OKUR KİMDİR?

1933’de Nevşehir’in Nar kasabasında doğdu. Uzun yıllar orduda astsubay olarak çalıştıktan sonra, Diyanet İşleri Teftiş Kurulunda görev yaptı. Yirmi sekiz yıl sonra emekli oldu. Hasan Okur, Risale-i Nur’u ilk 1953 yılında Ankara’da duydu. 1955 yılının sonlarına doğru Gençlik Rehberi adlı eseri okudu ve Risale-i Nur’un mahiyetini anladı. 1957 yılında Eskişehir’de Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret etme bahtiyarlığına erişti. Onun, “Seni Risale-i Nur’a talebe olarak kabul ediyorum. Risale-i Nur’u nerede duyarsan orada dinle” hitabına mazhar oldu.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*