Cercis Aleyhisselam

Öldükçe dirildikçe neden duymadı bir his?
Ol namlı nebi, şanlı şehid Hazret-i Cercis.

Hasan Feyzi

Cenab-ı Hakka hizmet konusunda, meşakkatlere katlanmada her zaman peygamberler daha önde olmuşlardır. Her türlü günahtan münezzeh, Allah’ın en sevgili kulları olup, “İsmet” sıfatını taşıyan peygamberlerin muhtelif işkence ve saldırılara maruz kalıp sabır göstermeleri, gazabı değil de her zaman rahmeti dilemeleri çok büyük hikmetleri ihtiva etmektedir. İnsanlara rahmet olarak gönderilen peygamberler, saldırı ve işkencelere maruz kaldıklarında sırf masumlar zarar görmesin diye sabretmişler ve kendilerine tabi olabilecek temiz ruhlular için duacı olmuşlardır. Masumiyetlerine binaen kaderi İlahi ulvi makamlara layık olduklarını adeta tescil etmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri, müsbet hareketi anlatırken ve müsbet hareket etmekle mükellefiz dedikten sonra, Cercis (as)’ı örnek göstermesi çok dikkat çekicidir. Cercis Aleyhisselam’ın maruz kaldığı işkenceler, insanoğlunun takatının üstünde olmasına rağmen Cenab-ı Hakkın inayetiyle mahfuz kalmışken, bu kadar işkencenin yapılmasına kader-i İlahinin müsaade etmesi, bir taraftan hizmetin kutsiyetini diğer taraftan da teklif vazifesinin mükemmel bir şekilde ifa edildiğini göstermektedir. Cercis Aleyhisselam, bütün menfiliklere rağmen telaş etmemiş, perde arkasındaki neticeleri, rahmet ve inayetin tecellisini, kader ve kısmetin adaletle hükmettiğini, kulların şefkatle terbiye edildiğini bilerek ve düşünerek hareket etmiştir.

Cercis Aleyhisselam’ın Şam civarlarında ve Filistin’de yaşadığı ve Hz. İsa’dan sonra geldiği için, O’nun dininin hükümlerini devam ettirdiği rivayet edilmiştir. Vazifesini ifa ederken birçok kişi ona tabi olmuştur. Hıristiyanlar tarafından St. Georges ismiyle anılan Hz. Cercis’in Filistin’in Remle kasabasında doğduğu ifade edilmektedir. Gerek Taberi tarihinde, gerekse kilise kaynaklarında, İsa Aleyhisselam’dan sonra geldiği kaydedilmektedir.

Cercis Aleyhisselam’ın yaşadığı bölge, putperestlerin elinde olup Dadıyan adında zalim bir hükümdarları vardı. Cercis Aleyhisselam, şehirleri dolaşarak ticaretle meşgul oluyor ve kazancının bütününü fakirlere dağıtıyordu. İdarecileri ikaz ederek halka zulmetmelerini önlemeye çalışırdı. Yine bir defasında, kralı hidayete davet ederek, zulümden vazgeçirmek maksadıyla Musul’a gider. Yanına da değerli hediyeler alır. Kral, büyük bir ateş yakıp halkı etrafına toplamış, kendilerinin yaptığı eflun adlı puta tapmalarını istiyordu. Kral bu isteğini yerine getirmeyenleri ateşe atıyordu. İşte bu sırada Cercis Aleyhisselam gelir. Bu feci durumu görünce, önce bütün malını müminlere dağıttı ve daha sonra da krala giderek; hiddet ve kızgınlığı bırakmasını, zulmü terk etmesini, kendisinin emin bir nasihatçi olduğunu, kendisine inanmasını söyler. Hem kendisinin, hem de zulmettiği insanların Allah’ın kulu olduklarını, yoktan var etmenin sadece Allah’a mahsus olduğunu, kendisi dahil tüm insanların Allah’ın aciz kulları olduklarını, secde ve ibadetin sadece Allah’a yapılabileceğini, rızkı verenin Allah olduğunu tebliğ eder. İnsanları puta tapmaya zorlamaktan vazgeçmesini, onu kırmasını, Allah’a iman etmesini ister.

Hazreti Cercis’ın daveti kabul edilmediği gibi, puta tapması istenir, reddedince de uzun sürecek olan işkencelere maruz kalır. Kral, Cercis Aleyhisselam’ı bir ağaca bağlatarak mübarek vücudunu demir taraklarla taratır. Demir taraklarla tarandıkça etleri lime lime olur. Etleri iplik iplik döküldüğü halde ölmeyen Hz. Cercis’in üzerine keskin sirke ve tuz döktürür. Büyük bir demiri önce ateşte iyice kızartıp başının üzerine koyarlar. Cenab-ı Hak, Onu tekrar eski haline getirir. Bu durum karşısında kral ve adamları ne yapacaklarını şaşırırlar ve yeni çareler ararlar.

Büyük bir kazan kurdurup altında ateş yaktıktan sonra, Cercis Aleyhisselam’ı içine atıp kapağını kapatırlar. Kazanın kapağı uzun bir süre kapalı tutulduktan sonra, ölmüş olduğuna hükmedilerek kapağı açtıklarında hayrete düşerler. Çünkü, yine Ona bir şey olmamıştır. Krallığını kaybetmekten korkmaya başlayan hükümdar, Cercis Aleyhisselam’ın zindana hapsedilmesini emreder.

Zindana hapsedilen Cercis Aleyhisselam, zindanda da rahat bırakılmaz. Başkalarıyla görüşüp onları hidayete davet etmesin diye el ve ayakları çivilendiği gibi, büyük bir mermer taşı da üzerine yaslarlar. Ancak, Cenab-ı Hak bir melek göndererek kurtarır ve kendisine yapılan işkencelere sabrederek vazifesine devam etmesini emreder. Kafirler tarafından dört kez şehid edileceği, her seferinde tekrar diriltilerek yüksek mertebelere nail olacağı kendisine vahyedilir. Bu durum kendisini ziyadesiyle sevindirir.

O’nu tekrar karşılarınca görünce, yakalatıp ikiye ayrıştırılan bir ağacın arasına koyup sıkıca bağlandıkları gibi vücudundan et kopararak insan eti yiyen aslanların önüne atarlar. Cercis Aleyhisselam tekrar kral ve adamlarının karşısına çıkar. Bu adam Cercis’e (Aleyhisselam) ne kadar çok benziyor demeye başladılar. Düştükleri acziyetten kurtulamayan kralın adamları, bu adam çok iyi bir sihirbazdır, kendini bir ölü bir diri gösteriyor,dediler. Sihirbaz olduğu için de karşısına iyi bir sihirbaz çıkarmaya karar verirler. Zaten kendi ülkelerinde çok sayıda sihirbaz da mevcuttu.

Sihirbazların üstadını bularak kralın karşısına çıkarırlar. Sihirbaz bir kap içindeki suya çeşitli sihirler yapıp üstüne okuduktan sonra Cercis Aleyhisselam’a içirmelerini ister. Cercis Aleyhisselam getirilen suya hiç itiraz etmeden “Bismillahirrahmanirrahim” deyip içer. Durumu gören sihirbaz, bu ancak Allah’ın işi olabilir, yoksa kesinlikle ölürdü, deyip iman eder. Kral, hiddetlenerek sihirbaza “ne çabuk da aldandın” diyerek tepki gösterir. Sihirbaz ise, aldanmadığını, her şeye kudreti yeten alemlerin Rabbi olan Allah’a iman ettiğini söyler.

Sihirbazın iman ettiğini kimseye söylememesi ve halkın iman etmesini önlemek için dilini keserler. Ancak, olay halk arasında yayıldığı gibi bir çok kişi de iman eder. Zalim kral, bütün müminleri toplatıp hepsini şehid ettikten sonra Cercis Aleyhisselam’ı da şehid ettirir. Daha sonra bu kavim ateşle helak edilir.

Hizmet ve Meşakkat

Bediüzzaman Hazretleri, nurların özellikle neşredilmeye başlandığı sırada karşılaşılan güçlükler, maruz kalınan hücumlar ve saldırılar karşısında; “…biz, en acı vaziyet ve sıkıntılara karşı, kemâl-i sabır içinde şükür etmekle mükellefiz. Ve cildleri ve derileri soyulan Cercis Aleyhisselâm gibi, binler, milyonlar hakîkat mücâhidlerinin hakaik-ı îmâniyenin kudsî hizmetinin bir nümûnesine mazhar olan Nur Şâkirtlerinin çektikleri zahmetler, o eski zâtların zahmetlerine nisbeten binde bir olmaz…” dedikten sonra, büyük bir ihsan-ı İlahi olan “ücret ve kazanç cihetinde, inşaallah birdirler ve beraberdirler” müjdesini ilave etmektedir (Tarihçe-i Hayat, s. 509).

İman hizmeti noktasında, yapılan hücumları defetmek, gizli din düşmanlarının planlarını akim bırakmak gayesiyle tahammül eden Bediüzzaman Hazretleri; “…bütün desîseleriyle, ehemmiyetsiz şahsıma karşı sıkıntı, tecrid-i mutlak ve kimse ile temas etmemek ve damarıma dokundurmakla işkenceler verdirmeye çalışıyorlar. Ben de, o işkencelerin altında inâyetin iltifâtını görüp tahammül ederek şükrederim” demek suretiyle inayeti İlahinin tecellisini beklemiştir. “Müsbet Hareket” olarak isimlendirilen bu hizmet tarzında, iman hakikatlerinin inkişafı, masumlara zarar gelmemesi, bilmeyerek fenalıklara alet olanların hatalarının farkına varmaları ümidiyle şahıslara yapılan haksızlıklara sabredilmiştir. Ancak, dine, mukaddesata ve ibadullahın hukukuna tecavüzde gerekenin yapılmasından da asla kaçınılmamıştır.

Müsbet hareket tarzına örnek teşkil eden Cercis Aleyhisselam hadisesinde; “… otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikati için, bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi, sabır ve rıza ile karşıladım. Evet, meselâ seksen bir hatâsını mahkemede ispat ettiğim bir müdde-i umumînin yanlış iddiaları ile aleyhimizdeki kararına karşı, beddua dahi etmedim. Çünkü asıl mesele bu zamanın cihad-ı mânevîsidir. Mânevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dahilî âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım …” (Emirdağ Lahikası s. 455) etmenin ehemmiyeti üzerinde durmuştur. Menfi harekete yer olmayan bu hizmet tarzında, Allah’ın razı olacağı tarzda iman hizmeti esas alınmıştır.

Nur talebelerine vermiş olduğu son dersinde Bediüzzaman Hazretleri, menfi hareketin sebep olacağı zararları önlemek hususunda, “Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez” (En’am Suresi: 164) İlahi dusturuna dikkat çekmiştir. “Bir câni yüzünden onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mesul olamaz” işte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsâyişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak hâricî tecavüze karşı istimal edilebilir. Mezkûr âyetin düsturuyla vazifemiz, dahildeki âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Onun içindir ki, âlem-i İslâmda âsâyişi ihlâl edici dahilî muharebat ancak binde bir olmuştur. O da aradaki bir içtihad farkından ileri gelmiştir. Ve cihad-ı mâneviyenin en büyük şartı da vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, “Bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenab-ı Hakka âittir. Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*