Çiçekler

Baharın güzellikleri kendisini göstermeye başladı. Her yer yeşilliklerle, rengârenk çiçeklerle bezendi.

Karakışın fırtınalarla keskin ve üşütücü soğukları geride kaldı. Siyah toprak ve onun üzerinde bulunan siyah gövdeli, sert, kalın kabuklu ağaçların dallarında mısır patlağı gibi çiçekler açtı. Her ağaç cinsi kendisine has çiçeklerle hayat buluyor. Beyaz, pembe, sarı, mor renklere bürünüyor. Her renkte zarif, kibar, estetik, simetrik, şekillerle, desenlerle ve motiflerle cennet misal süslenerek yaratanını tarif, tazim, zikir ve şükür ediyorlar.

Emir almış düzenli, disiplinli ve eğitimli bir ordu gibi her sene aynı mevsimde, aynı şekillerde ve tarzda hepsi birlikte hareket ederek gözümüzün uzana bildiği kadar uçsuz, bucaksız mekânları bir merasim geçidi tarzında süslenmeleri görenleri düşüncelere, anlayanları tefekkürlere sevk ediyorlar.
Kuru, sert, katı ağaçlar önce kışın karlarını, buzlarını, soğuklarını ve fırtınalarını geride bırakıyorlar. Sonra bahar mevsiminde çiçekler Rabbimin güzel isimlerinin tecellisi ile göz kamaştırıcı bin bir tatlı, cazip güzelliklerle aniden kırları, dağları, ovaları kaplıyorlar. Ağaçlar zarafetle önce çiçeklerle, sonra yeşilin her tonu desenlerle bezenmiş yapraklarla süslenerek çeşitli, şekiller, tatlar ve kokularda meyvelere duruyorlar. Rahmet hazinesinden peş peşe güzellikler, sanatlar, estetikler ve intizamlı ambalajlar içersinde bizlere ikram edilen nimetler bizlerden elbette bir şeyler yapmamızı isteyen Rabbimizin ayetleridir, mektuplarıdır.
“Hem şükür içinde safi bir iman var; halis bir tevhid bulunur. Çünkü bir elmayı yiyen ve “elhamdülillah” diyen adam, o şükürle ilân eder ki: “O elma doğrudan doğruya dest-i kudretin yadigârı ve doğrudan doğruya hazine-i rahmetin hediyesidir” demesiyle ve itikat etmesiyle, her şeyi, cüz’i olsun küllî olsun, O’nun dest-i kudretine teslim ediyor. Ve her şeyde rahmetin cilvesini bilir. Hakiki bir imanı ve halis bir tevhidi, şükürle beyan ediyor.”1
Bahar mevsiminde görülüp seyredilecek daha nice güzellikler, rahmetler var. Bediüzzaman da kıştan ve bahardan bahsetmiştir: “Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır.” Bediüzzaman’ın hayatı gerçekten mânevî, soğuk ve dehşetli bir kış mevsimi gibi geçti.
Ceberrut devrinde, her yerde mânevî buhran, derin tahribat başlamıştı. İnancı, imanı ve ibadeti nedeniyle insanlar akıl almaz zulümler yapılıyor, hapislere atılıyor, sürgünler ediliyordu. Zulüm karanlıklarını Kur’ân nuruyla aydınlatmaya ömrünü vakfeden Bediüzzaman, ehl-i dalaletin ve deccaliyetin temsilcileri tarafından hapislere, baskılara, zulümlere insafsızca tabi tutuldu.
Bütün bunlara rağmen o, yılmadan, usanmadan, sabrederek, tahammül ederek iman nuruna, İslâm şuuruna susamış gönüllere Kur’ân’dan süzülen Risâle-i Nurları elden ele, dilden dile, gece-gündüz demeden ulaştırıyor, gelecekte filizlenecek “Nur Tohumları’nı” ekiyordu.
İnsanların Bediüzzaman’a olan saygısının, sevgisinin; Risâle-i Nurlara ilgisinin ve teveccühünün giderek artması da zeminimizde nurlu, müjdeli çiçekleri, hayırlı ve güzel neticeleri göstermektedir.
Dipnot:
1. Mektubat, 28. Mektub.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*