Çocuklarımız

Yine bir 20 Kasım, yine Birleşmiş Milletlerce kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi, yine çocuklarımız, yine Filistin’de çocuklarımızın bombalanması ve yine Birleşmiş Milletler’in buna seyirci kalması.. Biz böyle bir dünyayı acaip haliyle bırakıp, bir başka açıdan çocuklarımızı hatırlayıp, onlara yönelelim, onlara duâ edelim..

Bu ahirzamanda çocuklarımızın eğitimi ve onların hayırlı birer evlât olarak yetiştirilmeleri, büyüklerimizin en büyük derdi olsa gerektir. Öyleyse çocuklarımızın kalp ve ruhlarını İslâmiyet ve iman nurlarıyla ve Peygamber sevgisiyle terbiyeye çalışmalı, akıllarını da fizik, kimya, tıp ve diğer fen bilimleriyle aydınlatmalıyız.

Çocuğunun dünya hayatı üzerinde titreyen, onun maddî bünyesini ve bedenini ihmal etmeyen, fakat onun maneviyatını ve ahiretini hiç düşünmeyen bir anne veya baba, farkında olmadan ona en büyük kötülüğü yapıyor demektir. Sonuçta bunun cezasını, hem dünyada hem ahirette çekenler de ne yazık ki yine anne ve babalar oluyor.

Halbuki çocuklar bir taraftan okullarda fen bilimlerini öğrenerek akıllarını ve beyinlerini geliştirirken; onların kalp ve ruhlarının manen gelişmesine de çalışılmalı, bütün imkânlar bu uğurda seferber edilmelidir.

Bunun yolu da aileden geçiyor. Müslüman bir ailenin, her şeyden önce çocuğuna Peygamber sevgisini aşılaması gerekiyor. Bir hadis-i şerifte “Çocuğunuza kitabını öğretin, yüzmeyi öğretin ve Peygamberini sevdirin” buyuruluyor.
***
Bugün ihtiyar dünyamızda açlık ve savaş en önce çocukları vuruyor. Aslında en büyük problem ahlâk problemidir. Güzel ahlâk olmadan açlık problemi de çözülmez. Kalp durmuşsa cesede ne yapabilirsiniz? Halife Ömer bin Abdülaziz zamanında, İslâm dünyasında zekât verilecek kişi kalmamıştı. Koskoca kıt’ada zekât verilecek insan aranıyordu. Çünkü o zaman ahlâk güzeldi. Bugün ahlâk bozukluğu ve ruhî çöküntü vardır.

Ruh çökmüşse bedeni doyuramazsınız. Eğer maddîyat insan refahı için birinci şart olsaydı, bugün Avrupa ve Amerika huzursuzluk kıskacında debelenmezdi. Bir insan, bir toplum ne kadar zengin olursa olsun, merhamet ve insanlık kalmadıktan sonra neye yarar?

Anneler şefkatlerini suistimal edip yalnış yolda sarf ederlerse, onun da faturası büyük olur.

Bediüzzaman’a kulak verelim:

“O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. ‘Oğlum paşa olsun’ diye bütün malını verir; hâfız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor ve dünya hapsinden kurtarmağa çalışıyor, cehennem hapsine düşmesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak o masum çocuğunu âhirette şefaatçı olmak lâzım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk, ‘Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?‘ diye şekva edecek. Dünyada da terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, vâlidesinin hârika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder.”

“İnsan bir yolcudur. Ruhlar âleminden, anne rahminden, çocukluktan, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırat köprüsünden ta Ebed yurduna kadar yolculuğu devam eder.”

“Çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere karşı dayanabilirler. Çok zayıf ve nazik vücutlarında bir kuvve-i maneviye bulabilirler. Her şeyden çabuk ağlayan mukavemetsiz mizaçlarında o Cennet ile ümit bulup sevinçle yaşayabilirler. Meselâ Cennet fikriyle der:

“Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennetin bir kuşu oldu, Cennette gezer, bizden daha güzel yaşar.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*