Çocuklarınıza, kıyamette çağrılacakları isimleri koyun!

Başlıktaki bu cümle, bu cümle-i kudsiye, Peygamber (asm) a ait bir hadis-i şerif meâlidir.

Yazacağımız bazı yazıların başlıklarını önceden tesbit ediyor, daha sonra da, peyderpey yazıyoruz. İşte bu yazı da onlardan biriydi. Çoktandır yazının başlığını koymuş, fakat bir türlü yazmaya başlayamamıştık. Hatırlarsanız, budan birkaç ay önce, Samsun müftüsü bir şey söylemiş ve diyanet işleri başkanı da, onun o sözüne karşılık vermişti. İşte biz bunları da nazara vererek de, Müslümanların günlük hayatlarında mühim bir yer tutan bu “çocuklara isim koymakla” alâkalı yazıyı yazıyoruz.

Diyanet işleri başkanlığının basın bülteni, devamlı olarak bizim mail kutumuza da geliyor. Hadisenin vukuu bulduğu zaman gelen mail, Samsun müftüsünün çocuklara konulan isimlerle alâkalı verdiği beyanata, başkanın verdiği cevap yer alıyordu.

Evvela, hem Samsun müftüsünün söylediklerine, hem de başkanın beyanatına baktık. Müftü genelde haklıydı ve doğru söylüyordu. Ama bazı yerlerde daha dikkatli ifadeler kullanabilirdi. . Meselâ, Hz. Ebu Bekir’in ismine yaptığı âtıf gibi. Tamam, Hz. Ebubekir’in ismi “Abdullah’tır”  künyesi  “Bekir”’dir ama onun durumu diğer isimler gibi değildir. Milletimiz, ona atfen bu ismi koymuştur. Yine bazı isimlerden verdiği misallerin çoğu doğudur ama bunun gibi dikkat edilmesi gerekenler de var. Diğer taraftan Başkanın, ” kastını aşan ciddi bir yanlış anlama“ diye müftüyü vasıflandırması da hoş bir şey değildir. Bu dini meselelerin çoğunda birçok kimse zaten yanlış yapıyor. Onları düzelten, doğruyu gösterenlere karşı “hakkı müdafaa” babında yanında olmak icab ederken, (bir takım yerlere iyi görüneceğim diye mi, artık nedendir bilinmez) sahip olmak varken, onu töhmet altında bırakmak v.s gibi ifadeler de iyi değildir. Konuşmadaki yanlışları tashih etmek cihetine gidilmeyip, kendi bünyesinde bulunan bir müftüyü “haddini aşmak” gibi ifadelerle itham etmek hoş bir şey değildir. Tabii dini meseleler böyle resmi şekil alırsa, amir-memur havasında bu işler de böyle olur ve dolayısıyla da gerçek, hakikat perdelenmiş olur. Bazılarının rencide olacağı düşüncesiyle de doğru olan şey ortadan kaybolur.

Bu meseleyi böyle ifade ettikten sonra, gelelim bizim bu “çocuklara verilecek isimler “ile alâkalı söyleyeceklerimize: Gerçekten de, içtimai hayatımızda Allah’ın emirlerini, Peygamber (asm) ın sünnet-i seniyyesini kaale almayıp yapılan işleri gördükçe, elimizden geldiğince bunları hatırlatmaya, ikaz etmeye çalışıyoruz. İşte bu meseleye çoktandır temas edecektik ama dediğimiz gibi fırsat bulamadık. Bundan birkaç ay önce muhterem Ali Toker ağabeyimizle, bizim takvimimizde bulunan çocuk isimleriyle alâkalı olarak bir görüşmemiz olmuş, ona da fikirlerimizi beyan etmiştik.

Cenab-ı Hakk’ın yarattığı mahlûkatın içinde, isimlerle üstünlüğü sağlanan tek varlık insandır. Allah, Hz. Âdem’i yarattıktan sonra, onun meleklere olan rüçhaniyetini, üstünlüğünü göstermek için, eşyanın isimlerini öğretip, onunla melekleri imtihan etmiştir, zaten bunu çoğumuz biliyoruz.

Bu isim meselesinde en güzel yeri, makamı alan insanoğludur. Dünyanın halifesi olarak yaratılan insanların her birinin bir ismi varken, diğer canlı varlıklardan olan ne bitkilerin, ne de hayvanların böyle bir özelliği yoktur. Çınar ağacının sayısı hesapsızken bütününün adı “çınar”dır. Tek tek kullandıkları isimleri yoktur. Keza hayvanlar da öyle. “Kedi” her yerde kedidir. “tekir”v. s gibi isimleri insanlar onlara vermiştir. Yoksa onların kendilerine has bir ismi yoktur.

Ama insan öyle midir? İlk insan olan Hz. Âdem’den bu tarafa insanların hepsinin ismi vardır. Nadir de olsa isim konulmayana da “adsız “ denilmiştir. Bütün milletlerde kendilerine has isimler bulunmaktadır. Özellikle de bir dine mensub olan insanların isimleri, genellikle kendi dinlerinin tabiratıyla alâkalıdır.

Müslüman milletlere geldiğimizde ise; onların da sonradan müslüman olanları, her ne kadar daha önceki milli v.s sembollerinin isimlerini kullandılarsa da, müslüman olduktan sonra, onlar da dinlerinin bu husustaki emir ve tavsiyesine göre hareket etmiştir.

Meselâ, bizim milletimiz, Osmanlıdan sonra bu işe daha hassas davranmış, dini hassasiyetin dumura uğratıldığı Cumhuriyetten sonra ise, bu işin üzerinde o kadar hassasiyetle durulmamıştır. İşte o yanlış kullanılan isimlerin ekserisi de bu dönemde koyulup, kullanılmıştır. Tabii bu hususta yanlış yapmamak için, rehberimiz Peygamberimiz (asm) olursa, yanlış yapmayız. Çocuklarımıza koyacağımız isim hususunda Peygamberimiz (asm) , başlıkta da kullandığımız cümle olan hadis-i şerifleriyle şöyle buyurmaktadır:” “Muhakkak siz kıyamet günü kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleri ile çağırılacaksınız. Öyle ise çocuklarınıza güzel isimler koyunuz .” Hatta bu hususta, torunu Hz. Hasan (ra) ın doğmasından sonra Hz. Ali (ra) ile aralarında geçen bir muhavere vardır ve bu sözünü de orada söylemiştir. Hz. Hasan doğduktan sonra Hz Ali ve kızı Fatma’nın yanına gelen Peygamberimiz (asm) onlara .

İşte gördüğünüz gibi, bu isim hususunda hassasiyetle duran Peygamberimiz (asm) sahabelerin, daha önceden koyulmuş ve yanlış manâlara gelen birçoğunun ismini de, zamanla değiştirmiştir. Zamanımızda bunu Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinde de görüyoruz. O da, neslinden geldiği Peygamberi gibi, yanına gelip talebeliğine intisab eden birçok kimsenin ismini değiştirmiştir. “Ziver” ismini “Zübeyir”, “Özer”’i “Üzeyir”, “Erdoğan”’ı “Rıdvan” yaptığı gibi.

Bu güzel isim koyma meselesinde, yine Peygamber (asm) ın bir hadislerinde şunu görüyoruz;   “Peygamberlerin isimleriyle isimlenin. Allah’ın çok sevdiği isimler; Abdullah, Abdurrâhman’dır. En sâdık olanları da, Hâris ve Hemmâm isimleridir. En çirkinleri de, Harb ve Mürre isimleridir”

Bizim milletimizce de, genellikle bu isimler hep en iyi şekilde kullanılagelmiştir. Çocuklara diğer Peygamberlerin isimleri konulduğu gibi, bizim Peygamberimizin ismi de konulmuştur. Fakat Osmanlı, burada da hassas davranarak Peygamberimizin sembolleşmiş ismi olan “Muhammed” i, aynı manâya gelen “Mehmed “olarak değiştirip, ona hürmeten,“Muhammed” isminin sadece ona has olmasını istemiştir. Diğer isimleri olan, Mustafa, Mahmud, Ahmed’i ise, aynen kullana gelmiştir. Ve bunlar, hâlâ da, milletimiz tarafından kullanılan en güzel isimlerdendir.

Cenab-ı Hakk’ın âlem olmuş ismi olan “Allah” hiç kimseye verilmezken, onun sıfatları olan isimleri, başına “abd” getirilerek kullanılabilir. “Allah” olmaz ama “ Allah’ın kulu” manâsına gelen“Abdullah” olur. Yine, Abdulkadir, Abdurrahman v.s gibi isimler kullanılabilir.

Kız isimlerinden de; Aişe (Ayşe), Fâtıma (Fatma) , Âmine (Emine) , Zeyneb ve bunun gibi isimler kullanılabilir. Benim iki kızım var. Büyük kızım doğduğunda rahmetli anneme “anne, ne isim koyalım?” dediğimde, “yavrum sen daha iyi bilirsin ne koyacağını” demişti. Biz de o zaman, Peygamber (asm) ı takliden, onun kızlarına koyduğu isim olan “Fatma”’yı, yanına “Nur”da ilâve ederek koymuştuk. Keza ikinci kızıma da, aynı minval üzere, “Zeyneb” ismini vermiştik. Yine biz beş kardeşiz. İki erkek kardeşimin ismi birer Peygamber ismi, kız kardeşlerimden birinin ismi, bir Peygamber annesi ve diğerininki de, hem bir Peygamber annesi, aynı zamanda da başka bir Peygamber hanımının ismidir.

Tabi, bazı yerlerde, anne baba veya büyüklere de danışılır bu isim hususunda. Onlar da, bazen isabetli, bazen de isabetsiz isim koyabilmektedir. Hâlbuki herkes koyacağı ismi, güzel bir şekilde seçerek koyabilir. Tabii rehber, en başta Peygamberimiz (asm) olmalıdır.

Bir de, müftü efendinin temas ettiği bir şey var ki, biz de bunu yıllardır söyler dururuz. O da şu, milletimiz tabii, kur’ana hürmetinden, orada olan bazı kelimeleri çocuklarına isim olarak koymuyorlar ki, bunlardan yanlış olan çok isim vardır. Kulağa hoş gelip, manâsı biraz hafif gelen isimler vardır. Meselâ, “mâide” sûresine atfen konulan isim gibi. Hâlbuki onun manâsı, “sofra” demektir. Ona mümasil daha birçok isim vardır. İllâ kur’anda geçiyor diye her isim de koyulmaz ki. İyi ki kimse çıkıp da çocuğuna “Bakara” ismi koymuyor. Rahman suresinde çok zikredilen “tukezziban=yalanlamak” manâsındaki kelimeyi kızlarına isim olarak veren çoktur. Gerçi onun  Farsçadaki (ev hanımı) manâsına gelen (Kedban)’ dan alınma olduğunu söyleyenler varsa da, zannederim daha ziyade birinci söylediğimiz şekilde koyuyorlar o ismi.

Yine Anadolu’da yapılan yanlışlardan biri de, adamın çocuğu oluyor fakat yaşamıyor ölüyor. Artık yaşasın diye, çocuklarına, “Dursun, Durmuş” gibi isimler koyuluyor. Bundan başka, manâsız veya saçma-sapan isimler de çok. “taş, kaya, “ gibi isimler de konuluyor. Tabii biz, bu isimlerde olanları rencide etmek için söylemiyoruz bunları. Ama bir gerçeğin teslim edilmesi açısından da doğruları ifade etmemiz lâzım.

Eski asırlarda Müslümanların canına okumuş “Cengiz, Hülâgu” gibi zalimlerin isimlerini de koyan var. Kırk sene kadar önce aynı apartmanda komşu olduğumuz “Cengiz” isminde bir ağabeyimiz vardı. Babasının dikkatsizce koyduğu bu isimden rahatsız olarak, yıllar sonra mahkeme kararıyla ismini değiştirerek, “Cemaleddin” yapmıştı

Bir de, bilerek veya bilmeyerek yabancıların isimlerini koyan var ki, bu da müslüman için üzülecek bir şey. Tek partinin zulüm zamanındaki ceberrut nüfus memurlarının işgüzarlığı ile birçok ismin manâsı bozularak, güya Türkçe ses uyumuna uygun olsun diye değiştirilmişlerdir. “    Abdullah” “Aptullah” yazılmış. Sanki “Allah’ın aptalı” der gibi. Yine sonuna din takısı alan birçok isim de manâsı bozularak kullanılmış.   “Dinin kılıc”ı manâsına gelen“Seyfeddin” i “Seyfettin” yapmışlar. Sanki “zeytinin kılıcı” der gibi.

Enteresan şeylerden biri de, dört büyük melekten üçünün ismi koyulup, bir tek Azrail (as) ın ismi koyulmamış. Her halde ölümden ürküldüğünden olsa gerek. Aslında tabii, diğer üç meleğin isminin konulması da pek münasib değil gibi. O isimlerin, o meleklere has kalması lâzım. Birinin densizlik yaparak o isimdeki birine hakaret küfür etmesi hoş bir şey olmasa gerek.

Müfrit aleviler, sahabe-i kiramın birçoğunun ismini çocuklarına koymazken, Sünni olan vatandaşlarımız, Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin (ra) olmak üzere, hepsinin ismini koyuyor ama sahabe olmasına rağmen, ne Hz. Muaviye’nin, ne de Yezid’in ismini çocuklarına koyan yoktur.

Hülasa, bu mevzuuyu deştikçe uzuyor. Son olarak kısaca şunu söylüyoruz: Her meselede rehberimiz olan Peygamber (asm) ı takib ve taklit etmemiz gerekmektedir.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Hazreti Muaviye sahabe ama Yezid de mi sahabe? Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi’nin ismini kullanan(?) bir mecrada böyle yanlış olur mu? Ne yani biz Sünnilerin Ali, Hasan, Hüseyin isimlerini koymamıza karşılık Alevilerin Muaviye ve Yezid(!) isimlerini koymaları mı lazım? Ancak o zaman mı Alevilerle barışıp kardeş olacağız? Kalem kılıçtan keskindir. Liyakati olmayana salahiyet verilmemelidir vesselam.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*