Çocukluğumuzun bayramları

Image
Yaklaşık yarım asır öncesine tekâbül eden çocukluğumuzun bayramlarını biz, memleketimiz olan Ankara’da yaşadık. 60’lı yılların Ankara’sı çok güzeldi.

Köy kültürümüz ve köy hayatımız olmadığından, köyü ancak filmlerde gördüğümüzden, pek bilmesek de o hayatı, o yıllarda Ankara Kalesi’nin yanındaki eski mahallemizde insanlarının çoğu, Anadolu’nun çeşitli vilâyetlerinden gelip Ankara’ya yerleşen insanlar olduğundan, onların muhabbetî halleriyle biz de hallenir ve samimi, sıcak komşuluk münâsebetleri peyda ederdik.

Bayram yaklaşınca, herkeste bir koşturmaca, bir telâş hüküm sürerdi. Babamın bayram şekeri ve kolonya alması çok hoşumuza giderdi. Bazen, şekeri sakladıkları dolaptan bulur, yerdik. Görürlerse kızarlardı tabii. “Bunlar bayram için” diye. Rahmetli anacığım 5 çocukla birlikte, saçını süpürge yapar, evi çekip çevirirdi. O günlerde bulaşık, çamaşır makinesi, elektrik süpürgesi falan yoktu tabii. Düşünün kadıncağızın işini. Bayramdan önceki gün “Bugün arefe yavrum” der, o günlerde dikiş dikmez ve niye dikmediğini de şöyle izah ederdi: “Bugün dikiş dikersem, Kâmil’ime, Mustafa’ma (benden büyük ve küçük ve küçükken vefat eden iki kardeşim) mezarda iğne batırırlar.” İşte cahillik, aslı astarı olmayan böyle şeyleri, milletin kafasına gerçekmiş gibi sokmuşlar. Bir taraftan bayram temizliği, yemek, vs. yaparken, bir taraftan da, muhakkak bayram baklavası, böreği ve yaprak dolması yapardı rahmetli anacığım.

Bayram sabahı babamız, sabah namazını da camide kılmak üzere bayram namazına giderdi (tabiî biraz büyüyünce bizi de götürmeye başlamıştı). O gelince de elini öper bayramlaşırdık. Annemiz bizi, babamız gelmeden kaldırırdı, “Bayramda yatılmaz kalkın” diye. Kahvaltımızı yaptıktan sonra, babamızın elini öper, bayram harçlığını alırdık. Annemizin elini öptüğümüzde ise, onun bizi bağrına basarak sımsıcak bir duyguyla koklayarak öpmesi, şu anda bu yazıyı yazarken dahi, tahassürümüze sebep olan unutulmayan bir hatıraydı.

Artık bayramlık elbiselerimizi giyer, bayramlaşmak için komşumuz olan anneannemiz, dayımız ve teyzelerimize gider, onların da elini öpüp bayram harçlığımızı alırdık. Daha sonra yakın komşu turuna çıkardık. Komşuların bazısı para, bazıları da şeker, leblebi, mendil, vs. gibi şeyler verirdi. Ama para veren yeri hemen diğer arkadaşlarımıza da haber ederdik. “Falan amca on kuruş veriyor, koşun çocuklar” diye. Bazıları da 5 kuruş verirdi. Hele bir 25 kuruş veren olursa, nasıl sevinirdik. ”Falan yer sarı veya beyaz yirmi beş kuruş verdi” diye. (O günlerin şimdi müzelik veya antika olan o paralarından sarı yirmi beş kuruş, Üstadımızın devamlı olarak kullandığı paraydı. Çünkü o paranın üzerinde ay-yıldızdan başka hiçbir resim yoktu. Hassas ve müdakkik Üstadımız işte, nelere dikkat edermişti.)
Hülâsa, o günler bir başkaydı. İnsanlık başkaydı, insanlar başkaydı. Şimdi her şeyi olup da şükretmeyen insanlara mukabil, o zaman küçücük bir şeye sevinen, kanaatkâr ve şâkir insanlar vardı.

“ORUÇ TUTTUĞUYLA BAYRAM YAPMAK”

Çocukluğumda, rahmetli annemden çok işitirdim “Oruç tuttuğuyla bayram yapmaz” sözünü. Beraber yiyip, içip, bir arada olan insanların, daha sonra küçük bir şey yüzünden huzursuzluk çıkarıp birbirine küsmeleri üzerine, özellikle de bunda haksız olan, geçimsiz huylu insanları kastederek söylerdi bu sözü. Tabiî, o zaman çocuk aklımızla düşünür ve anlamaya çalışırdık, “Acaba bu ne demek?“ diye. Daha sonraları ne manada söylendiğini anlayabildik. Bu cümle aynı zamanda, oruç ve bayram ile alâkalı güzel bir tesbiti de hatırlatıyordu bize.

Evet, Müslümanların senede iki defa idrak ettiği bir ibadet olan bayramını, bazıları maalesef, Ramazan’da vur patlasın çal oynasın kabilinden, oyun ve oynaştan, kurbanı da et yemekten ibaret zannettiklerinden, ibadetten ziyade, nefsî ve hissî olarak değerlendirdiği gibi, her iki bayramı da tatil beldelerine gidip, yine eğlenceyle geçirmek zannediyorlar. Bayramların da bir ibadet olduğunun idrakiyle, gündüzleri eş-dost ve beraber oruç tuttuklarıyla, o orucun mükâfatı olan bayramı da birlikte yapmak, geceleri de yine gaflete dalmayıp, “Sevabını Allah’tan umarak iki bayram gecesinde kalkıp ibadet eden kimsenin kalbi, kalblerin öldüğü gün ölmez” buyuran Hz. Peygamber’in (asm) hadis-i şeriflerindeki müjdeye nail olmaya çalışmak, ne güzel bir şeydir.

Cenab-ı Hak, cümlemizi, Ramazan boyunca yaptığı ibadetleri bayramda da taçlandırıp, kat kat sevaplara nail olmuşlardan eylesin. Bundan sonraki bayramlara da kavuşmayı nasib eylesin inşâallah!

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*