“Çok bunaldık, bir müjde yok mu?”

Sık sık şu sualle karşılaşırız: “Çok bunaldık, Risale-i Nur’da bir müjde; Müslümanların bu perişan halden kurtulacaklarına dair bir tarih yok mu? Siyasî ferec ne zaman?”

“Var, hem de pekçok! Ancak, birçok dindarın zannettiği gibi kurtuluş siyasette değil; önce herşeyin temeli iman, ibadet, ahlâk ve en son bunların içtimaî hayata yansımasıyla siyasette olacaktır.

Meselâ, “Ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sâdâ İslâmın sâdâsı olacaktır!”1

“Üstad tarih vermiyor mu, tarih?”

Risale-i Nur’da enteresan, çarpıcı cifir-ebced hesaplarına dayalı müjdeli tarihler de var, ama, arayıp bulmak, okumak zahmetine katlanmak, masadak ve mazhar olmak gerekir! Meselâ, herkesin, kıyameti beklediği bir zamanda, “İfrat ediyorsun, hayali hakikat gösteriyorsun. Bizi de teçhil ile tahkir ediyorsun. Zaman âhirzamandır, gittikçe daha fenalaşacak” diye sual ettikleri bir zamanda Bediüzzaman şu müjdeyi verir: “Ey yüzden tâ üç yüz seneden sonraki (işte burada tarih verdi) yüksek asrın arkasında gizlenmiş, sâkitâne benim sözümü dinleyen ve bir nazar-ı hafiyy-i gaybî ile beni temâşâ eden Said, Hamza, Ömer, Osman, Yusuf, Ahmed, v.s. size hitap ediyorum.

“Tarih denilen mâzi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim. Siz inşaallah Cennet-âsâ bir baharda gelirsiniz. Şimdi ekilen Nur tohumları zemininizde çiçek açacaklar…”2

Müjde verdiği gibi, bahar geldi. Ama, bahar gelince tarlayı hazırlamak, ekip, dikmek lâzım. Taki, biçmek ve harmanlamak mümkün olsun! Yüz bahar gelse, Müslümanlar, sırtüstü yatsa, “ahiretin tarlası olan bu bahar-yaz tarlasını” ekip-biçmezse, bir tane dahi dane mahsul alamayacaktır!

Gökten mahsul yağmaz; mahsulü çıkaracak maddî-manevî rahmet yağar. Ve yerden rahmet eserleri çıkar. “Bir millet kendini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.”3 Yani, müsbette de, menfide de toplumlar kendini değiştirmedikçe, Allah onları değiştirmez. Müjdelere masadak olmak için değişmek gerekir. Risale-i Nur, bize gerekli olan İslâm medeniyetini netice verecek olan bağın ekme, dikme, bakım, harmanlama formüllerini de vermiştir. Soru şu: Bu kadar olumsuzluklara rağmen değişmemiz mümkün mü, nasıl değişeceğiz?

“Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da, madem Risale-i Nur şakirtlerinin bir şahs-ı mânevîsi var; şüphesiz o şahs-ı mânevî bu zamanın bir âlimidir.” (Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 171.)
Bu, yalnızca bizi motive etmek, aşk ve şevke getirmek için söylenmiş bir cümle değil; bir hakikati ifade eder. Ekonomik zaviyeden ele alırsak; insanlık, hayat şartları bakımından birkaç devir geçirmiştir:

Toplayıcı toplumu, çiftçi (yerleşik) toplum, sanayi toplumu ve bugün “bilgi toplumu”na geçmiştir. Gelişmiş toplumlar artık bilgi ve dolayısıyla teknoloji üretiyor.

Kalkınma, gelişme ve İslâma hizmet etmenin de “Bu zamanda i’lâ-yı kelimetullah, maddeten terakkiye mütevakkıf; medeniyet-i hakikiyeye girmekle i’lâ-yı kelimetullah edilebilir. İzzet-i İslâmiyenin iman ile kat’î verdiği emri, elbette âlem-i İslâmın şahs-ı mânevîsi, o kat’î emri istikbalde tam yerine getireceğine şüphe edilmez.” (Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 41.) “Maddeten terakki”, ilmen ve teknolojik olarak terakki etmek demektir.

Bediüzzaman, halen “sanayi toplumu” şartlarını yerine getirmeye çalışan İslâm âlemini, bir senede bilgi toplumu seviyesine çıkarıyor! Manevî, sosyal ve fen ilimlerinin herbirisinin bir Esmaya dayan- dığını ve bu ilimlere ulaşacak formülleri Risale-i Nur’da veriyor!

Manevî, sosyal ve fen ilimlerinde bir otorite olan Bediüzzaman, başta ruhiyat (psikoloji, din psikolojisi), din sosyolojisi, edebiyat, tefsir, hadis, kelâm, tasavvuf ve sair İslâm ilimleri literatüründe geçen bütün mefhum ve kelimeleri ele alır, hakikatlerini izah ve ispat eder.

Nefis terbiyesi/marifetü’n-nefs, eğitim, terbiye formüllerini verir. Hiç ümitsizliğe düşmemize gerek yoktur! Sadece “anlayarak ve kabul ederek bir sene okumak” kâfidir.

Kanser ilâcı bulunsa, ama istimal edilmezse, hastalık devam edecektir… Tarihe takılmayalım, ağzımızı açıp tarih beklemeyelim, çalışmaya odaklanalım…

Ancak bundan sonra Bediüzzaman’ın verdiği şu müjdeli tarihe atf-ı nazar edebiliriz:

“Ahirzamandan haber veren mühim bir hadis: “Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar) hak üzerinde galip olacaktır.” Bu hadis-i şerif, hadis kaynaklarında bu lâfızlarla rivayet edildiği gibi, aynı manayı ifade eden farklı lâfızlarla da rivayet edilmiştir. (Buhari, 9:125, 162; Müslim,1:137)

“…Zahirine Alelhakkı fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi 1506 edip, bu tarihe kadar zahir ve âşikârâne, belki galibane, sonra ta ’42’ye kadar gizli ve mağlûbiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın ima eder…” (Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 26.)

Evet, Risale-i Nur ile müjdeli tarih başlamış; 1546’ya kadar açık ve galibane devam edecektir… Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü, çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetvâ vazifesiyle tavzif edilmişiz… Çünkü, çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risale-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır; bizler, taksimü’l-a’mâl kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhâtını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz.” (Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 413.)

Dipnotlar:
1- Sünûhat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 62.
2- Emirdağ Lâhikâsı, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 344.
3- Ra’d Sûresi, 11.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*