Çözüm, Bediüzzaman’ın ders ve tavsiyesinde

alt
Çözüm süreci”ni tıkayan sebeplerin başında, şüphesiz “yol haritası”nın belirsizliği, hangi vaadlerin verildiğinin bilinmemesi geliyor.

Ve hükûmetle, tek muhatap aldığı Öcalan-PKK/KCK mahfillerinin “süreç”ten farklı beklentileri “sürec”i muammaya dönüştürüyor. Ortada ciddî bir projenin olmamasıyla “sürec”in millî muhabbetle topyekûn milletin birlik bağlarının tahkimi, demokrasi ve refah içinde maddî ve mânevî kalkınmanın dinamiği yapılması yerine, her fırsatta ortaya atılan “özerklik” benzeri dayatmalar, “sürec”i amacından saptırıp iftiraka kapı açıyor. 

Doğrusu, ilk “İmralı tutanakları”nda açığa çıkan Öcalan’ın “yol haritası”ndaki “özerklik”, Kandil’in “özerk bölgeler”, KCK’nin “bölgesel özerklik stratejisi”, BDP’nin “federasyon raporu”yla “adem-i merkeziyet” projesi olarak gündeme sokuluyor. İl idârî sisteminden öte, özerklikle –eyâlete- taksim edilmiş, bayrakları ayrı, sınırları çizilmiş; eğitimden dinî hizmetlere, spordan sağlığa ve hatta savunmadan mâliye ve bütçeye kadar ayrı etnik-bölgesel ayrışma, “çözüm” olarak ileri sürülüyor. Aslında Osmanlının son devrinde de çokça tartışılan “adem-i merkeziyet”in 90 yılı aşan geçmişi var. Avrupa’daki Anglo-Sakson eğitimden ve Jöntürklerden etkilenen Sultan Abdülhamid’in yeğeni Prens Sabahaddin, Osmanlıyı dağılmaktan kurtarma iyi niyetiyle bu teze sarılır. Bundandır ki Bediüzzaman, en evvel Prens’e açıkça “adem-i merkeziyet” uyarısında bulunur. Daha o günden “adem-i merkeziyet/muhtariyet” denilen “özerkliğin”, eyâletlerle taksim edile federatif sistemin, Osmanlının birlik ve bütünlüğünü değil, tefrikayı uyandıracağı, milleti bölüp parçalayacağı endişesini iletir.

“VATANÎ BİRLİK” ŞARTI…

Bediüzzaman, etnisite ve bölgesel farklılıklar üzerine vatanı ve milleti ayırmanın, tefrika belâsına duçar edeceğini; kurtuluşun “adem-i merkeziyet” ya da “muhtariyet-özerklik”le değil, “usûl-ü merkeziye”yle demokratik idâre bütünlüğü içindeki bütünlükle sağlanabileceğini açıklar. “Adem-i merkeziyet”in, demokrasi noksanlığıyla muallel vasatta, ırklar ve mezhepler arasındaki şiddetli ihtilâfların tahrikiyle, birdenbire merkez kaç kuvvetiyle, merkeze yönelik nefretle, Osmanlı unsurlarını başıbuyruk yapıp dağıtacağını ve birbirinden koparacağı belirtir. Medenileşmemiş, demokrasi ve hürriyete yabanî kalmış toplumdaki “vahşetin galeyanı”nın Osmanlılık ve meşrûtiyet perdesini birden depreşip feverân ile yırtacağını yazar. (Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, 183-4) Bediüzzaman’a göre, her kavmin “mâbihi’l bekası (hayatiyeti)”, millî-mahallî örf ve âdetlerinin, dil-edebiyat ve kültürünün, fikrî kabiliyet kapasitesiyle yaşatılmasıyla temin edilir. Bunun için, tam ve eksiksiz demokrasinin yaygınlaşması, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, insan haklarının mükemmelleştirilmesi, demokratik hak ve hürriyetlerin kâmilen hayata geçirilmesi şarttır. İdarî anlamda yerinde yönetimle, mahallere mahsus millî kültür, gelenek ve hissiyatının gözetilmesi gerekir. Çâre, halkın değerlerine riâyetle, hukukun hâkim olduğu “hizmetkâr devlet”in yaşatılmasında. Devletin demokratik esaslarla yapılandırılıp işletilmesiyle, vatandaşlık esasına dayalı samimiyete dayalı güçlü millî-vatanî birlik ve bütünlüğün başarılmasında. 
Yapılacak olan, bölünüp parçalanmaya teşne hale getiren “adem-i merkeziyet” değil, “merkezî usul”le “cihetü’l vahdetimiz” olan milletin birlik yönünü takviyeyle, topyekûn milletin ittihad ve millî muhabbet bağlarını tahkim etmektir. Zira “âheng -i terakki” dediği mânevî-millî birlik ruhuyla dengeli kalkınmaya ancak “merkezî usul” sistemiyle ulaşılır. Yine “zülâl-ı medeniyet” diye tâbir ettiği medeniyetin tatlı suyu ve nimetleri, ancak bu mecrada ve istikamette akar…

“KEŞMEKEŞ MÜCADELEYE DÖNÜŞÜR”

Aksi halde, Bediüzzaman’ın ikazıyla, bölgeler arasındaki gelişmişlik farkı ve dengesizlik uçurumu daha da derinleşir, muhtelif unsurlar bir seviyeye gelmez, birliği tesis edecek millî muhabbet meydana gelmez. Son bir asırda dünyada “merkezî usûl”den kopan vahim vakılarla, demokrasi içinde bütünlüğü aşan “adem-i merkeziyet” emr-i vakisi, içte keşmekeş mücadeleye dönüşür. “Süreç” hep sürüncemede sürünür. Önce “muhtariyet”le/”özerklik”le” eyâletlere, ardından “istiklâliyet”le -bağımsızlığını ilânla-, ayrı/ayrık devlete ve nihâyetinde “tavâif-i mülûk” diye tâbir edilen ülkenin devletçiklere bölünmesiyle, demokrasi ve hürriyetlerle temin edilen büyük yarar ve umumî maslahat berhava edilir. Milletin milletin birliğine ve beraberliğine musallat olan istibdat zehrini, iftirak meylini izâle yerine, on üç asır evvel ölmüş olan “asâbiyet-i câhiliyeyle (ırkçılıkla)” tefrika fitnesi ateşi alevlenir. Ecnebilerin parmak karıştırıp müdahalesine zemin oluşur. Zira bir ve bütünken eyâlete ayrılanlar, mutlaka sonunda bölünmüş; Yoguslavya, Çekoslovakya gibi. Mevcut federal devletler, daha önce ayrı devletken federatif sistemde bir araya gelenlerdir. Kısacası, gerçek, barış ve çözüm, demokratik hak ve hürriyetlerle, “demokratik merkezî usul”le ortak bütçe ve plânla sürdürülebilir maddî ve mânevî kalkınmayla, millet irâdesinin temsilcisi ve birliğinin çatısı Meclis’in uhdesinde olur. Yoksa gereksiz boş tartışma, tehdit ve şantajlarla vakit kaybedilir, millet oyalanır, kargaşa devam eder. Çözüm, Bediüzzaman’ın doksan sene önce Prens Sabahaddin’e bildirdiği ikazlı ders ve tavsiyesinde.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*