Çözümsüz mahkemeler ve mahkemesiz çözümler

Yeni Asya gazetesini takip edenler, çok ilginç bir soruşturma hikâyesini ibretle okumuşlardır. Bir şekilde gözden kaçıranlara ve konuyu merak edenlere de, gazetenin Genel Yayın Müdürü Kâzım Güleçyüz’ün 8 ve 11 Ağustos tarihli tahlilleriyle, Osman Zengin’in 10 Ağustos tarihli yazısını tavsiye ederiz.

Soruşturma hikâyesi, Kâzım Güleçyüz’ün, medyada yankı yapan “Müflis Proje: Kemalizm” adlı eserinden bir iki cümle hakkında işgüzar bir vatandaşın “suç duyurusu” üzerine başlatılmak istenmiştir, ama şimdilik akim kalmıştır. İlginç bir hikâye! Ve Kâzım Güleçyüz’ün 11 Ağustos tarihli yazısının son paragrafı da ilginç. Diyor ki: “Ama 5816 Atatürk’ü koruma kanunu yerine TCK 301’den medet umması ilginç. Ne var ki, o da ‘izin’ şartına takıldı. Ne olacak şimdi?!”
«««
Bir çok mahkemeler var ki, çözümsüzlük girdabından kurtulup adil bir sonuca varmayı bekleyip dururlar. Biz biraz da, bazı anlaşmazlıkları mahkemesiz çözüme ulaştıran usûllere bakalım. Ama önce güzel bir girizgâhla rahmetli annemi yad etmiş olayım. Onun anlattıklarını, keşke zamanında kaydetseydim. Kaydettiklerimi de keşke kaybetmeseydim. Bilhassa onun çocukluk hatıraları, en heyecanlı ve sürükleyici romanları dolduracak cinstendi. Küçükken yetim ve öksüz kalmasıyla, Nur Mehmed’lerin ve Mirza’ların torunu sevimli bir kız olarak, Seyyid’lerin ve ilim-irfan sahibi ailelerin adeta müridi olmuş, onlardan zikir ve evrad ezberlemiş, çocukluğumuzda kısmen bize de ezberletmişti. Onun çocukluk hatıralarında, Ermeniler de önemli bir yer tutardı. Van-İran bağlamında onlarla olan komşuluklar, iyi münasebetler, dostluklar; şimdiki karşılıklı kışkırtıcı beyanlarla bağdaşmayacak cinstendi.

Lâkin o zaman bile, Osmanlı hakkında kışkırtıcı ve ürkütücü propaganda varmış ki; mazlumları korumak için, sulh için, adalet için yapılan bir Osmanlı seferinde: “Osmanlı geldi, kılıcı kanlı geldi, al balalarını (yavrularını) kaç!” diye sağa sola kaçışan Ermeniler; Osmanlının, çoluk çocuğu ve kadınları koruduklarını, himaye altına aldıklarını görünce, şaşırmışlar. Annem çocukken buna bizzat şahit olmuş.
«««
Yine bir zelzelede, dam altında kalan Ermeni vatandaşların: “Siz hangi dine mensupsanız, biz de o dine girdik, bizi kurtarın!” diye haykırmaları da, annem olacak küçük kızın körpe kulaklarına küpe gibi takılı kalmıştı. Ve sevgili annemden, hâfızama kayıtlı, Ermenilerle alâkalı müsbet bir hatıra daha. Annem şöyle anlatırdı: Müslüman bir komşumuz, Ermeni komşumuza olan borcunu inkâr edince, Ermeni vatandaş birkaç şahidin huzurunda: -Bu Müslüman, şu sözlerimi tekrar etsin, ben alacağımdan vaz geçeyim. Desin ki: “Benim bu adama borcum varsa; yazın ayrandan, kışın yorgandan, bu dünyada Kur’ân’dan, Ahirette imandan mahrum kalayım.” Borçlu olduğu iddia edilen Müslüman ise: “Benim bu vatandaşa borcum varsa, yazın ayrandan, kışın yorgandan…” dedi ama, sonrasını getirmeye dili varmadı, borcunu itiraf ederek, ödemeyi kabul etti.
«««
İngiltere’de, Müslümanlar için “şeriat mahkemeleri” kurulduğunu basından öğreniyoruz. Müslümanlar, kendi aralarında çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle, isterlerse şeriat mahkemelerine başvurabiliyorlar. Hatta Avrupa’da mahkemelerde bir Müslümanın ifadesini alan hâkimin; zanlıya, ya da şahide bazen Kur’ân üzerine yemin ettirdiğini de duyuyoruz. Yurdumuzda da, bir uyuşmazlık yahut anlaşmazlıkta, meselâ miras meselesinde, işi resmiyete dökmeden “şeriat”a gidenlerimiz olur. Yani taraflar, fıkhı ve şeriatı iyi bilen bir hey’et huzurunda yüzleşmeye razı olurlar. Sonunda o hey’etin hükmüne boyun eğilirse, ayrıca yargıya gitmeye gerek kalmaz. Uyuşmazlık ve anlaşmazlıklar âleme ilan edilmeden ve yargıya intikal ettirilmeden, meşveretler zemininde ve hakem hey’etleri murakabesinde halledilir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*