Çukur ahlâk, yüksek idealler

Ahlâk olgusu, insanı diğer canlılardan ayıran en önemli unsurlardan birisidir. “İnsanın iyi veya kötü olarak vasıflandırılmasına yol açan manevî nitelikleri, huyları ve bunların etkisiyle ortaya koyduğu iradeli davranışlar bütünü” olarak tanımlayabileceğimiz ‘ahlâk’, insana ait bir tutum olarak bir toplumun vezirliğinin de rezilliğinin de odak noktasıdır.

 

Bugün bütün dünyayı saran ahlâksızlığa karşı duyarsızlığın; hatta hoşgörünün yaygınlaşması nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzun bir göstergesidir. Bu yıkıcı tehlike, ahlâk konusunda yeni yaklaşımlar belirlemeyi zorunlu kılarken,  doğru adresin yalnızca İslâm âlemi olduğu şeklindeki yaygın görüşümüz, hal kal eksenindeki tutarsızlıklarımız dolayısıyla ikna edici olamamaktadır. Zira bugün dünyada yaşanan ahlâk krizi, İslâm toplumlarından uzak düşünebilecek bir olgu değildir. Bütün insanlığın bir ahlâk krizi ile karşı karşıya kaldığı bir hengâmede, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilmiş bir peygambere sahip İslâm ümmetinin gayri ahlâkî davranışların mümessilliğini yapması düşündürücü ve üzücüdür.
Son Peygamber Hz. Muhammed’in (asm) “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” buyurarak hayatın bütün alanlarını kuşatan bir değerler sistemi sunmasının üzerinden asırlar geçti. Ahlâkî duyarlılığın büyük ölçüde aşındığı, değer yargılarının karmaşıklaştığı bir zamanda dikkatlerin Hz. Peygamber’in (asm) güzel ahlâkına çevrilmesi son derece önemlidir; ancak bunun nasıl başarılabileceği, ahlâksızlık girdabında boğulmak üzere olan insanlığın güzel ahlâkla nasıl tanıştırılacağı irdelenmesi gereken bir husustur.
Güzel ahlâkın bu asırdaki temsilcilerinden biri olan Bediüzzaman, toplumsal barış ve mutluluğun; ancak, faziletli bir toplumla mümkün olabileceğini sıklıkla vurgulayan ve Müslümanların temsil yeteneğine dikkat çeken rol modellerden biridir. Onun “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiye’nin ve hakaik-i imaniyenin kemalatını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tabileri elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler.” diyerek dikkat çektiği İslâm ahlâk akaidinin teorik zeminlerden pratiğe taşınması teklifi, İslâm toplumlarının yaşadığı krizlerin kaynağına da işaret etmektedir. En çok aldatan, en çok zulmeden, en çok duyarsızlaşan insanların yaşadığı, ferdî ve içtimaî krizlerin sona erdirilemediği yerler haline İslâm âlemi, vahiy ve sünnete dönük bir hayat tarzına ve ahlâk anlayışına geçemezse, yalnız İslâm toplumlarının değil, insanlığın da geleceği hüsran içindedir.
Sosyal hayatın her alanında ‘ahlâkî kodlar’a ihtiyaç duymakla birlikte, bu ihtiyacın İslâm ahlâk ve akaidinin hayata geçirilmesiyle ancak karşılanabileceğini vurgulamakta fayda vardır. Mesele, bu hususlardaki nazlanmalarımızın nasıl aşılacağı noktasıyla ilgilidir. Mesele, Peygamber olmazdan önce dahi hiçbir yalanına, hilesine rastlanılmayan, doğruluğu hayatının zembereği haline getiren, düşmanları tarafından bile ‘el emin’ lâkabı ile anılan; ömrünü istikamet, metanet, iffet, adalet ve fazilet gibi kavramlarla süsleyen Hz. Peygamberin (asm) yol göstericiliğinin nasıl hayata geçirilebileceği ile ilgilidir. 
Hal böyle iken, tantanalar içinde ve beylik sloganlar eşliğinde ziyan ediyoruz, ediliyoruz. Seçime odaklanan ve İslâm âleminin öncülüğüne soyunan Türkiye, toplumun temelini oluşturan aileden başlayarak bütün toplumu ve kurumlarını sarmalayan gayri ahlâkî davranışların kurbanı yapılmaktadır. En önemli meselemiz birilerini iktidara taşımakmış gibi, yalan dolan siyasetine bütün mesaimizi harcayarak nesillerimizin perişanlığını görmezden geliyoruz. Bir üniversite sınavını bile düzgünce yapamayan sistem, pişkinliğiyle insanları delirtmeye, gelecekleri karartmaya devam ediyor. Beceriksizliklerin -hiç olmazsa- demokratik yaptırımı olan sayılan bir istifayı bile iş ahlâkı çerçevesinde kabullenemeyen zihniyet, hangi ahlâkla ülkeyi ileriye taşıyacaktır; benim merak ettiğim hususun kaynağı da budur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*