Çukurova’ya bahar gelmiş…

Biz baharı İstanbul’da bekliyorduk. Adana Nur kahramanlarının dâvetiyle İstanbul’dan Toros’lara yaklaşırken, pencerelerden görünen başı dumanlı karlı dağlar, Celâl tecellisiyle ürperti veriyordu. İstanbul’da beyazlara bürünmüş erik çiçeklerini, doğuma hazırlanmış erguvanları ve nazenin bademleri düşünürken duygularım zirvelerde sisler arasındaki son manzara karşısında alabora oldu. Birkaç dakika sonra dağı arkamızda bırakıp ovaya geçince, bir başka şaşkınlıkla karşılaştık. Yeşillere bürünmüş Çukurova, yavaş yavaş tedirginliğimizi gidermeye başladı. Mesafe azaldıkça yeşilin tonları artıyordu… Güzelin detayları görünüyordu. Daha önce de bu hava meydanına inmiştik. Fakat Celâl ile Cemal tecellisinin med-ceziri oynadığı bu hali ilk defa yaşıyorduk.

Gurbete çıktığınızda, vasıl olduğunuz istasyonda dostlarca hoşamedi edilmenin hazzı cennetî olsa gerek. Kur’ân dâvâsına herşeylerini vermişlerle şehre doğru giderken, beni çocukluğuma götüren şehir manzaraları, zamanları aşan bir başka ziyareti tedai ettirdi. Namaz için girdiğimiz caminin imamının Davudî sesi ve güzel kıraatı, bu beldenin “güzel sesini” ele veriyordu. Sıcak iklimin güzel ses ile alâkasını bilmeyenlere, Urfa, Antakya, Mersin gibi şehirlerdeki müezzinleri dinlemelerini tavsiye ederiz. Narenciyenin bu topraklardaki hususî yeri kadar, güzel sesin de bu topraklarla ilgisi olmalıydı.

ZÜBEYİR GÜNDÜZALP KÜLTÜR MERKEZİ

Adana bu isimle imanın cihadına üç sıfır önde başlamıştı. Zübeyirce yaşamaya niyet edenler, peşinen birçok yanlış kapıyı kapamış oluyorlardı. Önceleri, Medresetüzzehra’nın yaş ortalamasını tarif ederken beş yaşından yetmiş yaşına kadar tabirini kullanırdık. Adana çıtayı fevkalâde yüksek tutuyor. Üç yaşındaki Said’lerle seksen yaşındaki büyük dedeleri aynı ders halkasında gördük. Kur’ân, mu’cizesini burada bir başka formatta gösteriyordu. Müteyakkız bir cemaat…Uyanık olduğu kadar dersin detaylarına da dikkat ediyor. Herhangi bir metnin şerhinde külliyatta bulunmayan ferdî yorumları hemencecik yakalıyor. Uzaktan dâvet ettikleri misafirlerin derslerini merak eden hanımlara ayrı bir dershane tahsis edilmiş, görüntülü olarak rahat-ı kalp ile dinliyorlar. Bir buçuk milyonu aşkın bu şehirde geceli-gündüzlü koşuşturan kahramanların arkasında çınarlar gibi duran hanımların hizmetteki önemini merak edenler Adanalı kahramanlara sorsunlar… Bediüzzaman’ın Kastamonu ve Emirdağı’ndan talebelerine yazdığı mektuplardaki hanımların, Bedir, Uhud ve Huneyn’deki mücahideleri tedai ettirdiğini anlayanlar, günümüzdeki kadının dâvâdaki yerini daha iyi bilenlerdir.

Çukurova tarih boyunca dünyanın insana daha farklı güldüğü bir coğrafya olmuş. Belki de Antakya’dan Anamur’a kadar…Kadim medeniyetler… Benî İsrail peygamberlerinin de mekânı olmuş bu toprakların hikâyelerinden yükselen tatlı hatıralar bölgedeki şehir ve kasabaları biraz daha gizemli hale getirmiş.

Adana’dan Tarsus’a doğru giderken, yakından uzağa ta dağların eteklerine dayanan “rahmet bağları” ister istemez cezbediyor: narenciye, üzüm, erik, nar ve daha nice cennetî meyve bahçeleri… Materyal düşünmeye alıştırılmış insan, senede üç defa mahsul verdiğinden buradaki toprağa kıymet veriyor. Türkiye’nin sair coğrafyalarındaki ekilmemiş arazilere burada rastlamıyorsunuz. Güneşli bahar havası, bahçeler, uzaktan uzağa görünen sürüler ve bereketin ortasına kurulmuş köyler, cazibedar dünyanın dâvetçileri gibi göründüler Mersin yolunda.

MERSİN SIMSICAK…

Şerefülmekân bilmekin… Mekânları şereflendiren ve şirin yapan oradaki dostlar olmalı. Otuz beş seneyi aşkındır Mersin’e gelir, gideriz. Sıcaklığını da biliriz. Temmuz’un nefes aldırmaz nemli gecelerinde uyumuşum bu şehirde…Fakat bu defa Mersin sıcak değil, sım sıcaktı. Medreseye her gelen talebe bir öncekilerle musafaha yapıyor, henüz ders başlamamışken fırsatlar değerlendiriliyor, öbek öbek muhabbet sofraları kuruluyor dershanenin ortasına. İslâmiyet milliyetinin cemiyeti ne kadar mezcettiğini merak edenler, Mersin Medresetüzzehrasına uğrasınlar. Doğunun talihsiz  insanları, Kemalist rejim tarafından tehcir edildikleri vatanlarına bedel Mersin’de yeni yeni vatanlar ve ensar şefkatli kardeşler bulmuşlar. Ne Bilâl, ne Süheyl ve ne de Selman Medinetünnebi’de gurbeti yaşamamışlardı. Gurbet vatan olunca da Mardin, Ağrı, Van, Diyarbakır ve Bitlis’e bedel Mersinli kardeşleri muhacirlere yeni bir vatan sunmuşlar burada…

Bu seyahatimizde merhum Menderes’i bir kez daha andık: Seyhan Barajı ve Adana’yı farklılaştıran şehir kanalları… Şehrin mimarisine bir ölçüde yardımcı olmuş bu su yolları. Ve güzelim Ulu Cami’ye de. Çok uzaklardan inci gibi şehri süsleyen bu ulu mabet şehrin çehresine ayrı bir asalet katmış…

Bediüzzaman’ı anma toplantısı, hem Adana’nın ve hem de bölgenin dalgalandırdığı sancağın dünyanın dört bir yanından görülmesini sağladı. Yalnız bu seyahatimdeki küçük bir ayrıntıyı atlarsam yazı eksik kalır. Pegasus hava yollarıyla gittik ve geldik. Özel havacılıktaki başarısını tebrik ediyoruz. Yalnız hem işletmecilikte ve hem de yolcuyu bilgilendiren filmlerinde “bilimsel” davranılmamış. Yolculara özveriyle hizmet eden mütebessim, ciddî ve hanımefendi duruşlu hostes kızlarımızı da utandıracak taverna havalı filmler, Pegasus’un imajını zedelemiş. Uçakta takla atan hostes kılıklı maskarayı, her hareketi cıvık itici ve kadını alçaltıcı film karelerini şirkete yakıştıramadım. Diskoya gitmek ayrı, uçağa binmek ayrı şeyler olsa gerek. Hiçbir Avrupa hava yollarında olmayan bu palyaçolukları bizim insanımız hak etmiyor.

Netice-i kelâm; Çukurova’ya bahar bu sene erken gelmiş. Cemreler yalnızca toprağın altındaki hayata dokunmamışlar uyandırmak için, burada tabiattan önce kahramanların kalplerine kor düşmüş. Çukurova’nın bizi büyüleyen tarafı da belki ruhların bu intibah ve feveranıydı.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*