Çünkü O Bediüzzaman’dı

“Bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâbdan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak, doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendine müdafaa edecek ve Kur’ân’a hücum edilecek.”
Bediüzzaman’ın Eski Harb-i Umumî’den evvel ve evâilinde, gördüğü bu vakıa-i sadıkadan sonra Birinci Cihan Harbi patlamış, savaşlar ve toprak kaybından sonra Osmanlı yıkılmıştı.

Yeni kurulan hükûmetin ısrarlı dâvetleri üzerine Ankara’ya gelen Bediüzzaman; seneler evvel yaşadığı vakıanın aynen tahakkuk ettiğini, memleketin üzerine çöken karabulutların dağılmayacağını ve onlarla siyasetle mukabele edilemeyeceğini gördükten sonra Van’a giderek Erek Dağı’nda inzivaya çekilir.

Bulutların daha da kesif olmasını isteyen menhus ruhlar, Nur adına ne varsa bütün huzmeleri karartıp memleketi Nur’suz bırakmışlardı.

Allah Allah diyen tekkeler, zaviyeler ve medreseler kapatılıp, ne kadar âlim, şeyh varsa ya idam ediliyor ya da sürgüne gönderiliyordu.

Şeyh Said ayaklanması bahanesiyle Bediüzzaman’ı da alıp bir dağa hapsetmişlerdi.

Dini müdafaa edecek kimse kalmamış, Kur’ân etrafındaki surlar yıkılmıştı.

Dinin dünyadan ayrılmasıyla kâinattaki muavenet düsturu inkıtaa uğramıştı. Asrın başından başlayan toprak ananın küskünlüğü gittikçe şiddetlenmiş, üstünde dolaşan insanları haber vererek..

Ne yağmur toprağa, ne toprak hayvana, ne de hayvan insana bir damla ulaşmıyordu artık.

Esbab bilkülliye sükût etmişti. Anasır hiddet etmiş, imdat edecek ne bir hamî kalmıştı ne de mecâl.

BARLA’DA YENİDEN DİRİLİŞ

“Hem böyle umumî musîbetler, ekser nâsın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri, -kısm-ı a’zamı- tövbe ve nedamet ve istiğfar etmekle def’olur.”

Biri vardı Çam Dağı’nın başında; sürgünü hicrete çevirmiş, Rabb-i Rahimine iltica ediyordu. Bütün esbaptan yüz çevirmiş, elleri göklerde, öyle bir niyazda bulunuyor ki, bütün anasır beraberinde duâsına amin diyordu:

“Hem öyle fakirane, öyle hazînane, öyle mahbubane, öyle müştakane, öyle tazarrukârane niyaz ediyor ki; bütün kâinatı ağlattırıyor, duâsına iştirak ettiriyor.”

“Yağmursuzluk bir musîbettir ve ceza-yı amel bir azabdır. Buna karşı ağlamakla ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazînane yalvarmakla ve pek ciddî nedamet ve tövbe ve istiğfar ile karşılamak ve Sünnet-i Seniyye dairesinde, bid’alar karışmadan, şeraitin tayin ettiği tarzda dergâh-ı İlâhiyeye iltica etmek ve duâ ve o hale mahsus ubudiyetle mukabele etmektir.”

Elbette o, Bediüzzaman’dı.

Gördüğü o “sadık vakıa”nın gereğini yerine getiriyor ve i’cazı Kur’ân’ı beyan ediyordu;

“Şimdi bak Allah’ın rahmetinin eserlerine! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, mutlaka ölüleri diriltir. O her şeye kâdirdir” (Rum Sûresi, 50)

Yeni bir doğum yaşanıyordu; hem baharın, hem de haşrin nümunelerini gösteriyordu Barla’dan Anadolu’ya. Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez bir güneş olduğunu ilân ediyordu bütün dünyaya…

Barla zikrediyordu; dalların, taşların yaptığı tesbih nağamatı yankılanıyordu Çam Dağı’ndan. Çiçekler, böcekler abesiyet evhamlarından kurtulmuş, san’atça ecram-ı semaviyedeki arkadaşlarından farkları olmadıklarının ilânatıyla cuş-u huruş ediyorlardı.

“Hasbi Rabbi Cellallah, nur-u Muhammed (asm) sallallah”

Bütün zîşuur, zîruh, cemadat katılmıştı bu koroya. Kâinat bayram ediyor, bir zikir şöleni ile uyanıyordu ölümünün ardından, yeniden dirilişin filizleri yeşeriyordu Barladan…

Evet Bediüzzaman’dı o;

İmanın bir hakikatine bin başım olsa feda ederim, diyordu. Ömrünü imân ve Kur’ân hakikatlerine adadı. Herkesin beklediği devleti yeniden ihyâ yerine, iman ve İslâmı yeniden ihyâ etmekti tek gâyesi.

“Herkesin iman mukabilinde bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlar ile müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk taunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşf ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?”diyordu.

Çünki o, Bediüzzaman’dı.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*