Dakik bir sırr-ı velâyet bahsi üzerine

Bediüzzaman on beşinci mektupta velâyeti üç kısma ayırıyor.

“Biri velâyet-i suğrâ ki, meşhur velâyettir;” Bu kısım velâyet daha ziyade tarikatlarda ve tarikat şeyhlerinde görülür ki bu makama gelen kişi, kısmen kayıp âleminin bazı kısımlarına şahit olabilir. Bu şahitlik Allah’ın ilmine değil, Levhi Mahfuzda değildir, çünkü buradaki bilgiler değişmez, bu makama gelen veliler, Allah’ın yazar bozar tahtası denen ve Levhi mahfuzun yansımasına yani Levhi Mahv u İsbat’a kısmen vakıf olabiliyorlar. Bu yazar bozar tahtasındaki bilgiler bazen değişebiliyor, çünkü olaylar şartlara bağlıdır. Bu bilgilerin şartları Levhi mahfuzda kayıtlıdır. Bu makamdaki küçük veli bu kayıtlara vakıf olamadığından bazen şu olay olacak diyor sonra olmuyor. Olayın şartları yerine gelmediğinden bu olay vuku bulmuyor ve bu velinin dedikleri doğru çıkmıyor, bazı insanlar hâşâ onların yalan söylediğini düşünüyorlar. İşte onun için bu makama küçük Velilik makamıdır, fakat avam tabakası bu makamı en büyük makam biliyor. Onların gördükleri doğrudur, zamansız açıklamaları yanlıştır. (Burada hem tarikat şeyhi hem de Peygamberimizin (asm) neslinden gelen kutupların makamları bu makamdan farklıdır. (A. Kadir Geylani gibi.)

“Biri velâyet-i Kübrâdır. Velâyet-i Kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır.” Bu yolda keşif ve keramet yoktur, tarikatlardaki veliler gibi yükselmek içinde uzun zamana gerekte yoktur, kısa zamanda Peygamberliğin iksiri ile zahirden hakikate geçebilirler. (Bu yol ilim yoludur bu zamanda Risale-i Nur bu yolu ve hakikî velâyet yolu olan velâyeti vustayı Allah’ın izni ile verebiliyor.) Sahabelerin velâyeti bu yolladır. Onlar bir kısım mu’cizelere şahit oldular ve ilimlerini de bizzat Hz. Muhammed’den (asm) aldıkları için, sahabelere diğer küçük veliler yetişemiyorlar ve sahabeler yanılmıyorlar da. Bunun için Peygamberimiz (asm) Sahabelerini yıldızlara benzetmiştir. Bu yolda keşif keramet yok, harikaları çok meziyetler az ve Allah’a yakınlık fazladır. Velâyeti vusta (orta) ise asıl velilik budur. Bu makam Hz. Muhammed (asm) ve onun Ehl-i Beyt’ine has bir yoldur. Yani Hz. Muhammed (asm), Hz Fatıma, Hz Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, büyük Mehdi, Caferi Sadık, A. Kadir Geylani ve Zeynel Abidin gibi zatların velâyetidir. Bu mübarek zatlar derecelerine göre Levhi Mahfuzun bir kısmına şahitlikleri olabilir, bunların velâyet-i maksimum seviyede hem velâyet-i suğra hem de velâyet-i kübrayı kapsıyor. Allah’ın esmasında terakki etmiş insanların da bu makamlardan hisseleri vardır. Bediüzzaman “İşte, Mi’rac, velâyet-i Ahmediyenin (asm) bütün velâyatın fevkinde bir külliyet, bir ulvîyet suretinde bir tezahürüdür ki, bütün kâinatın Rabbi ismiyle, bütün mevcudatın Hâlıkı ünvanıyla Cenâb-ı Hakk’ın sohbetine ve münâcâtına müşerrefiyettir. Herkes istidadına ve tayy-ı merâtipte seyr-ü sülûküne, esmâ ve sıfâtın tecelliyâtına nisbeten cüz’î ve küllî o Şems-i Ezelînin nuruna ve sohbetine ve münâcâtına mazhariyeti var. Galip esmâ ve sıfâtın zılâlinde giden velâyetlerin derecâtı bu kısımdan ileri gelir.” (31. Söz)

Mi’racın bâtını velâyettir; halktan Hakk’a gitmiş. Zâhir-i Mi’rac risalettir; Hak’tan halka geliyor. Velâyet, kurbiyet merâtibinde sülûktür; çok merâtibin tayyına ve bir derece zamana muhtaçtır. Nur-u âzam olan risalet ise, akrebiyet-i İlâhiyenin inkişafı sırrına bakar ki, bir ân-ı seyyale kâfidir. Onun için hadiste denilmiş: “Bir anda dönmüş, gelmiş.” Bir anda gitti denmiyor, çünkü gidişi velâyettir az da olsa zamana muhtaçtır, dönüşü risalet olduğundan bir anda dönmüştür, zamana muhtaç değil deniyor. (Sözler, 763)

Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediyedir (asm) ve Velâyet-i Ahmediye’nin (asm bir evradıdır. O nokta-i nazarda ehemmiyeti büyüktür.

Sonuç: Hz. İbrahim’in (as) neslinden gelenler peygamberlerdir. Peygamberimizin (asm) neslinden gelenler ise velilerdir. Hz. Muhammed (asm) en büyük peygamber olması noktasından bakılınca O’nun (asm) neslinin daha büyük olması lâzım gelir. Onun için mealen Peygamberimiz (asm), “ümmetimin âlimleri İsrail oğullarının peygamberleri gibidir” şeklindeki hadisi, yalnız Peygamberimizin (asm) soyundan gelen ve abası altında bulunan kendi yakınlarını ve onların kutsal neslini kapsar kanaatindeyim. Diğer âlimler ve Allah’ın isimlerinde ve sıfatlarında terakki etmiş, esmaya ayine olmaları nispetinde, derecelerine göre bu büyük makamdan bir hisseleri olabilir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*