1965’lere kadar, İslâmî değerlere ehemmiyet veren veya o istikamette yayın yapan elle tutulur gözle görülür derecede günlük bir gazete yoktur. Dogmatik ve bağnaz devlet anlayışının kahredici baskısı devam etmektedir.
1950-2010’lara kadar besleme basının ve derin devletin en büyük silâhı, kozu yine “irticâ” öcüsüdür. Sık sık, temcid pilavı gibi irtica kampanyaları ısıtılıp ısıtılıp kamuoyunun ününe sürülüyor, askerler ve idâreciler kışkırtılıyordu. Gösterdikleri istikamette icraat yapmayanlar korkutuluyordu. Dayandıkları nokta, “İlke ve İnkılâplar”, yani Kemalizm!
Bu hususu Mehmet Ali Birand, 19 Mayıs 1993 tarihli Sabah’taki yazısında şöyle itiraf eder:
“Bizim de aralarında bulunduğumuz lâiklik yandaşları, yıllarca bağnaz bir tutum sergiledi. Daima bizim dediklerimiz doğruydu ve din unsuruna ağırlık veren herkes kötüydü. Gericilikle suçladık, Ticanî olduklarını söyledik. Bize göre laiklik âdeta üzerinde tartışılmayacak bir tabu idi ve herkes ezilmeliydi. Üstelik elimizde de önemli bir sopa vardı: Ordu. Eğer biraz gelişirlerse ordunun hemen müdahale edip gerekeni yapacağını söyleyerek korkuturduk. Çok hatalı bir yaklaşım olduğunu yıllar sonra yavaş yavaş öğrenmeye başladık.”
Maalesef Türkiye’de basın, eskiden beri ‘haysiyet kırıcı yayınlarla İslâm ahlâkını zedeledi ve kamuoyunun fikirlerini perişan’ etti… Meşrûtiyet döneminde bir kısım yazar-çizer de, acemilik, ölçüsüzlük, “hürriyet ve meşrûtiyet” havasının taşkınlıklarıyla İstanbul’u Avrupa’ya, Anadolu’yu da İstanbul’a kıyas ederek onların paralelinde neşriyat yaparak haysiyet kırıcı bir neşriyat ile ahlâk-ı İslâmiyeyi sarstılar. Ve efkâr-ı umumîyeyi perişan ettiler.1
Hâlen kökü dışarıda olan bazı yapılanmalar “irtica” kampanyalarını sürdürüyor, teşvik ediyor. Kemalist-eyyamcı basın, darbeleri daima destekledi, alkışladı. Ülkenin demokratikleşmesinde ve insan haklarının yerleşmesinde en büyük vazifeyi basın-yayın organları yapması gerekirken; maalesef Türk basını (çoğunlukla), demokrasinin tehlikeye girdiği dönemlerde antidemokratik güçlerle işbirliği yaparak onları övdü, alkışladı.
Tabiî bu davranış, onların tarihî altyapı ve gelişme seyirlerinden kaynaklanıyordu.
Dipnot:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Divan-ı Harb-i Örfî, YAN, s. 25.
Benzer konuda makaleler:
- Meşrûtiyetin sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir
- Meşrûtiyetin sırrı: Kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir
- İstibdatta suistimalin yolu açıktır
- Meşrûtiyetin sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir
- Bediüzzaman’ın basın ahlâk kuralları
- Bursa’da kitap baharı
- Markaların istilâsı
- Meşrûtiyeti istibdatla lekedâr etmeyin
- Medya ve mahremiyetler (başörtü zulmü)
- İstibdat her zamanda birer şekle girer
İlk yorum yapan olun