“Darbe işbirlikçileri” de hesap vermeli…

alt

12 Eylül darbesinin yargılanması, Türkiye’de demokrasinin önündeki fevkalâde önemli bir fırsat. Aslında “darbeye teşebbüs edenler”in ve “ortam hazırlayanlar”ın yargılandığı süreçte, demokrasiyi katleden darbelerin ve darbecilerin yargılanmaması bir garâbetti. Dün bu çelişkiye son verilmesinin ilk adımı atıldı.

Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesinde başlayan dava, bu çelişkiyi ortadan kaldırması ve dayatılan gerçek darbelerin yargılanması açısından sembolik de olsa elbette önemli. Ancak garâbetin ortadan kalkması için iki emekli generalin yargılanmasıyla kalınmaması, kovuşturmanın genişletilip darbe işbirlikçilerinin de hesap vermesi gerekiyor.

Zira 12 Eylül darbesi, sâdece millet irâdesinin temsilcisi Meclis’i kapatmakla, halkın seçtiği meşru hükûmeti alaşağı etmekle; başta darbeyle devrilen iktidar partisi Adalet Partisi olmak üzere kapattığı siyasî partilerin mal varlıklarına el koyarak, yönetimlerine, milletvekillerine, il, ilçe yönetimlerine, il meclisi ve belediye meclisi üyelerine yıllar süren siyasî yasaklar getirmekle kalmamış; tam bir demokrasi ve hukuk gasbı olmuş.

Demokrasiye, hukuka ve millete karşı yapılmış bir hareket olarak, haksız ve yasadışı uygulamaları, baskıları ve dayatmalarıyla topyekûn toplumun hakkını ve hukukunu hiçe saymış. Demokrasiye, milletin hukukuna bir suikast olarak tarihe geçmiş…

RAKAMLARLA 12 EYLÜL CİNÂYETİ

En açık rakamlara göre, darbe sürecinde 650 bin kişi gözaltına alınmış, 1 milyon 683 bin vatandaş fişlenmiş, açılan 210 bin dâvâda 230 bin kişi yargılanmış. Bunlardan 7 bin kişi için idam cezası istenmiş, 259 kişinin idamı Meclis’e gönderilmiş ve 50 kişininki infazı edilmiş. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelenmiş.

Bununla da iktifa edilmemiş; sağdan-soldan her düşünceden ve siyasî görüşten yaklaşık 71 bin kişi Türk Ceza Kanunu’nun 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılanmış; 98 bin 404 kişi “örgüt üyesi olmak”la suçlanmış…

Yine bu süreçte 300 kişi şüpheli bir şekilde ölmüş, cezaevlerinde 299 tutuklu-mahkûm hayatını kaybetmiş, 73 kişiye “doğal ölüm” raporu verilmiş, 43 kişinin intihar ettiği belirtilmiş. 14 kişinin “açlık grevi”nde, 16 kişinin “kaçarken”, 95 kişinin “çatışmada” öldüğü bildirilmiş.

Ayrıca 23 bin 677 derneğin faaliyeti durdurulmuş, 3 bin 854 öğretmen, 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verilmiş. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklanmış, 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istenmiş, 31 gazeteci cezaevine girmiş, 300 gazeteci saldırıya uğramış ve üç gazeteci silâhla öldürülmüş.

Darbeye ve icraatlarına karşı çıkan Yeni Asya, toplam 470 gün kapatılmış.
Keza bu dönemde, 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılmış, 388 bin kişiye pasaport verilmemiş, 30 bin kişi yurtdışına kaçmak zorunda kalmış…

Özetle, 12 Eylül’ün peşinen millete, demokrasiye ve hukuka yapılan bir suikast olduğu, binlerce belge ile ortada. Dönemin 2. Ordu Komutanı’nın açıklamalarına yer verilen iddianâmede, “şüphelilerin her halûkârda darbe yapma niyetinde oldukları, darbe şartlarının oluşması (olgunlaşması) için bir yıl bekledikleri, bu nedenle terör olaylarına kasten müdahalede bulunmadıkları anlaşılmaktadır” ibâresi, bunun en açık ifâdesi.

Kısacası, 12 Eylül’den önce sıkıyönetime rağmen beş bin gencin birbirini öldürmesine resmen seyirci kalınmış…

TOPYEKÛN HESAP ŞART…

Belli ki 12 Eylül darbesine giden yolu açmak amacıyla, katliamlar, bombalamalar, sağ-sol çatışmaları, cinâyetler, suikastlar için zemin hazırlanmış, bunlar kasden önlenmemiş.

Demirel’in, “Askerler isteseydi anarşi ve terörü önleyebilirlerdi. Nitekim 12 Eylül günü bıçakla kesilir gibi kesildi. İdareye el koymaya kararlı oldukları için bilerek anarşinin üzerine gitmediler…” cümlesiyle açığa çıkardığı “11 Eylül günü akan kan 12 Eylül günü nasıl kesildi?” sorusu cevapsız kalmış.

Neticede, 12 Eylül darbesi, “Terör örgütü kurmak ve yönetmek, cebir ve şiddet kullanarak hükümeti silâh zoruyla ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek, Meclis’in kapısına kilit vurmak”la  kalmamış; sâdece demokrasi ve siyaseti tahrip etmemiş, meydana getirdiği yıkımlarla, yüzbinlerce vatandaşı doğrudan madden ve mânen zarara uğratmış, toplumsal travmaya yol açmış ve bir cinnet yaşatmıştır.
Bunun içindir ki “5’li cunta”dan hayatta kalan yaşı geçkin iki ismin ötesinde, başta 12 Eylül döneminin ihtilâl hükûmetinde yer alanlar olmak üzere, darbe uygulamalarına ortak olanların da yargılanması lâzım.

Özellikle işkencecilere de soruşturma açılması, bu dönemdeki sorumlu infaz görevlileri ile adlî ve kolluk kuvvetlerinin de bu soruşturmaya dahil edilmesi gerekiyor.

Dahası, soruşturma ve hesaplaşmanın, 12 Eylül 1980 ile ilk seçimlerin yapıldığı 6 Aralık 1983 tarihi arasındaki dönemle sınırlandırılmaması; daha sonra siyasî yasaklarla yıllarca süren ve hâlen devam eden mağduriyetlerin de sorgulanması ve darbe sürecinin yol açtığı mağduriyetlerin giderilmesi icâb ediyor.

Ve 12 Eylül darbe devrinden ve 28 Şubat postmodern darbe sürecinden kalma başta “darbe anayasası” olmak üzere, halen devam eden YÖK gibi darbe ürünü kurumların, yasaların, mevzuatın kaldırılması, topyekûn “darbe hukuku”nun tasfiyesi şart.  

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*