Darbeler Türkiye’yi dünyadan kopardı

28 Şubat Süreci olarak bilinen ve demokrasi tarihimizin karanlık dönemlerinden biri olan ‘post-modern’ darbe sürecinde en çok bedel ödeyen isimlerden biri de Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’dı. Kutlular bu süreçte 276 gün hapis yattı ve gazetemiz bir ay boyunca kapatıldı. Editörlüğünü Abdurrahman Babacan’ın yaptığı ‘Binyılın Sonu 28 Şubat’ isimli kitapta Mehmet Kutlular yaşanan süreci anlatıyor…

Siz 28 Şubat öncesindeki meşhur iftar yemeğinde bulundunuz. Bugünden baktığınızda o iftar yemeğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Refah Yol döneminin başbakanı rahmetli Necmettin Erbakan 1996’da, Başbakan olarak konutta bir iftar verdi. Bu iftar 28 Şubat’ın gerekçeleri arasında gösterilmişti. O iftara Türkiye’nin önde gelen din adamları, kanaat önderleri katıldı. Laiklik ve irtica tartışmalarının tırmandırıldığı bir ortamda olmuştu bu iftar yemeği. Lâkin dinimizin en önemli emirlerinden biri olan oruçla ilgili bir ibadetin en mühim ve güzel taraflarından biri olan iftarı; devlet erkânının bir paylaşma, bir araya gelme vesilesi olarak görmesi ve bu yönde cemaat ve tarikat liderlerini bir dâvette toplamak istemesi kadar normal ne olabilir? Müslüman devlette olması gereken de budur.

Bizdeki problem, laikliği dinsizlik olarak algılayan zihniyet

ABD’de ve birçok Avrupa ülkesinde –Hıristiyan oldukları halde- devletin konutlarında resmî iftarlar düzenleniyor. Onların ne laikliğine ne de demokrasilerine bir zarar geliyor. Bizdeki problem, laikliği dinsizlik olarak algılayan zihniyetten kaynaklanıyor. Bu iftar da böyle algılandı. Tabi buradaki maksat gerilimi arttırmak, Müslümanlar üzerinde baskıyı devam ettirmek, Refah Yol hükümetini sıkıştırmaktı. Demokratikleşememe, normalleşememe her zaman böyle sıkıntıları beraberinde getirir. Normal şartlarda çok küçük bir haber olarak geçiştirilmesi gereken bir iftar yemeği 28 Şubat’ın sebepleri arasında gösterildi. Türkiye, her anlamda ilerlemeden çok gerilemeye tekabül eden bu anlayıştan çok çekti.

Dini siyasete alet edenlerin karşısında duruyoruz

Refah Partisi karşı cenah tarafından ‘dini siyasete alet etmekle’ itham edilmişti. Benzer bir tesbiti siz de yapıyor ve dinin siyasete alet edilmemesi gerektiğini savunuyorsunuz. Dinin siyasete alet edilmesinden ne kastediyorsunuz?

Bakınız, bu mesele çok tartışıldı. Hâlâ da doğru anlaşılmış bir mesele değildir. Evvelâ, her alanda savrulmaların yaşandığı, temel meselelerde çöküntülerin olduğu, manevî sarsıntıların, ahlâkî dejenerasyonun had safhaya ulaştığı, ailelerin çatırdadığı bir dönemde siyasetin öncelikli mesele haline getirilmesini, bütün enerjinin oraya yönlendirilmesini doğru bulmuyorum. Bediüzzaman Hazretleri “Şeriat, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü’l-emirlerimiz düşünsünler.” diyerek asıl meselelerimizin ne olduğuna dikkat çekmiştir.

İkinci olarak; Üstadımızdan aldığımız ders bize siyasetten uzak durmayı, umumun mukaddes malı olan dinî, siyasî vb. cereyanlara alet etmemeyi, alet etmeye çalışanların da karşısında olmayı emrediyor.

Din, umumun mukaddes malıdır

Bediüzzaman, ‘Din umumun mukaddes malıdır, dolayısıyla bir partinin tekelinde olamaz, olursa büyük ekseriyet dinin aleyhine geçer’ diyor. İman ve Kur’ân hakikatleri hiçbir amaca, makama alet edilemez. Maalesef Türkiye’de bu yapıldı. Türkiye’de bu iki şekilde yapıldı. Aynen Bediüzzaman’ın ifadeleriyle: “Gizli münafık zındıkların garplılaşmak bahanesiyle, siyaseti dinsizliğe âlet yapmalarına mukabil bir kısım dindar ehl-i siyaset dini siyaset-i İslâmiyeye âlet etmeye çalışmışlardı. İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tabi olamaz. Ve âlet yapmak İslâmiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir.” Bazıları Türkiye’yi çağdaşlaştıracağız bahanesiyle siyaseti dinsizliğe alet etti, buna mukabil bazıları da biz iktidarı ele geçirip dine hizmet edeceğiz zannına kapıldı, bunlar da dini siyasete alet etti. Siyasal İslâm geleneği dini kullanarak, din adına ortaya çıkarak siyaset yaptı. Biz her ikisinin karşısında olduk. Umumun malı olan dini sen nasıl siyasetine alet edebilirsin? Sonra kendileri de bunun yanlışlığını “28 Şubat duvarına toslayınca anladık” diye itiraf ettiler.

Demokratları destekledik

Ama Türkiye, bu anlayışın doğurduğu sıkıntılarla, gerilim ve çatışmalarla çok şey kaybetti. “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” diyen Bediüzzaman Hazretleri’nin, canavarlaşmış, yalan ve riya bataklığına bulanmış, aldatmakla iş görmeyi maharet kabul etmiş bir siyaset anlayışının hakim olduğu bir ortamda siyaset yoluyla dine hizmet edilemeyeceğini söylemesi, bu tür anlayışlara ve hareketlere karşı çıkması bizim hizmet anlayışımızın da temelini oluşturmaktadır. Bu yüzden biz, adı din ile anılan hiçbir partinin yanında yer almadık. Onları kavl-i leyyin ile uyardık. Yanlışlarını eleştirdik. Temel dayanağı demokratikleşme olan Demokratları destekledik. Niye? Üstad Hazretleri hürriyetleri hakim kılmadan dine hizmet etmenin mümkün olmadığını ifade ediyor. Hürriyeti imanın hassası olarak gösteriyor. Hürriyetleri elde etmenin yolu da tam bir demokratikleşmedir. Demokrasinin olmadığı bir yerde siz dine hizmet edemezsiniz. Ama demokrasi küfür rejimi olarak görüldü, bu anlayış da hakiki bir demokrasiye geçişi geciktirdi.

Darbeler Türkiye’yi gelişmiş ülkelerden koparmıştır

28 Şubat’ın Türkiye’nin küresel sistemden kopma tehlikesini bertaraf etmek için gerçekleştirildiği tesbitiyle karşılaşıyoruz zaman zaman. Bu açıdan baktığımızda D8, ortak havuz gibi projeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tam tersine, Türkiye 28 Şubat gibi hareketlerle küresel sistemden kopma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Darbeler sürekli Türkiye’yi modern dünyadan, demokrasisini yerleştirmiş, hak ve hürriyetler yolunda önemli mesafeler almış, gelişmiş ülkelerden koparmıştır, uzaklaştırmıştır. Bediüzzaman Hazretleri bu zamanın en mühim farzlarından birini İttihad-ı İslâm olarak gösterir. İslam toplumlarının uhuvvet ve muhabbeti tesis ederek her alanda bir araya gelebilmeleri dünya barışı için de önemli bir adımdır. Bu sebeple Bediüzzaman bu tür hareketleri hep desteklemiştir. Meselâ Türkiye, İran, Irak, Pakistan’ın 1955’te kurdukları Bağdat Paktı’nı desteklemiş, Başbakan Menderes’e mektup yazarak bu oluşumu tebrik etmiştir. Bediüzzaman’ın Medresetüz Zehra projesinin önemli hedeflerinden biri de yine İttihad-ı İslâm’dır. Bu itibarla, D8 gibi İslâm ülkelerini bir araya getirmeyi amaçlayan projeleri her zaman destekleriz. Lâkin bu birlikteliğin ancak demokrasisini yerleştirmiş, temel hak ve hürriyetler noktasında gelişmesini tamamlamış ortamlarda daha sağlıklı yürüyeceğini de her zaman söyleriz. Yoksa bu tür oluşumlar sadece isim ve resimden ibaret olarak kalacaktır.

Yeni Asya

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*