Darbeler ve itiraflar

Türkiye ve İslâm âlemi, gelişmelerden ve “değişim”den uzak kalamazdı. Bilhassa, tarihî, coğrâfî ve jeopolitik şartlar, Türkiye’yi hassas bir konumda tutuyor. Bundan dolayı meydana gelen dahilî çalkantılar, hâdiseler bile, dış müdahele ve etkenlerden bağımsız düşünülemez. Siyasî, ticârî mihrakların ve istihbarat örgütlerinin cirit attığı bir ülke olması açısından; bir çok el ve parmak karışmakta, karıştırmaktadır.

28 Şubat post-most her ne darbesi ise, dâhilî bir müdahale mi idi, yoksa hâricî mi? Darbeler tarihi gösteriyor ki, Türkiye’nin iç dinamikleri, dışarıdan harekete geçirilmeden darbe yapacak güçte, şartlarda değil. Zira, ekonomiden tutun, askerî ve siyâsî birçok mesele harice bağlıdır.
ABD, IMF, Dünya Bankası, sefih felsefeden beslenen 2. Avrupa… Bunların oluru alınmadan, askerler bu işe soyunamazlar. 27 Mayıs 1960 darbesi de, 12 Mart Muhtırası da, 12 Eylül 1980 darbesi de, 28 Şubat 1997 darbesi de hep dış güçlerin desteği, oluru ve çalışmasıyla gerçekleştirilmiştir.
O günün “Türkiye’nin ekseni kaydı, Batıdan İslâm âlemine kaydı!” sözlerini ve D-8 tartışmalarını hatırlayacaksınız… İşte bu devrede, dışa bağımlı olan iş, sanayi çevreleri, üniversite, asker ve yargı organları harekete geçirildi ve darbe yapıldı.
Esasında darbenin başaktörü ABD’dir. İşte emekli tuğgeneral Nejat Eslen’in, katıldığı bir TV programındaki itiraf ve tesbitleri:
“ABD geçmişte askerle istediği zaman darbe yaptırıyordu, biz de saf saf o oyunu oynuyorduk. Bugün konjonktür değişti. Amerika artık istediğini askerler kanalı ile sağlayamayacağını anladı. 12 Eylül sonrasında yapılan hatalar yüzünden büyük sıkıntılar yaşadık. En kötü demokrasi, en iyi askerî yönetimden daha iyidir.”
Aslında itiraflarda bulunması gereken, farklı kesimlerden de çok kişiler var. Tabiî herkesin kendi iç muhasebesini, elbette kendisinin yapması beklenir. Ama bilhassa ifadeleriyle kitlelere yön verenlerin, toplumu da ilgilendiren geçmişteki hatalarının farkına vardıklarında, bunu sesli olarak da dile getirmeleri elbette daha doğru ve faziletli olanıdır. Ve inşâallah bu, Allah indinde de mağfirete sebeptir. En azından, kim olursa olsun herkes için, rahmet-i İlâhiyeden bunu bekleriz.
Bediüzzaman’ın ifade ettiği şu mânâlara, her zaman için ihtiyacımız var:
“Nefsini itham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiâze eder. İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstehak olur.” 1

Dipnot:

1- Lem’alar, s. 91.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*